Vakıf Katılım web

​TÜRK SİYÂSETİNİN ORTA ÇAĞ ROMANI: GÜL'ÜN ADI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Orta Çağ târihçisi bir akademisyen olmasına rağmen, romancı kimliği ile tanınmış olan Umberto Eco'nun dünya edebiyatına miras bıraktığı birçok târih romanı vardır. Bunların arasında en çok ses getiren eseri Gülün Adı adlı romanıdır.

Orta Çağ târihçisi bir akademisyen olmasına rağmen, romancı kimliği ile tanınmış olan Umberto Eco’nun dünya edebiyatına miras bıraktığı birçok târih romanı vardır. Bunların arasında en çok ses getiren eseri Gülün Adı adlı romanıdır. Kitabı Türkçe’ye Şadan Karadeniz kazandırmıştır (Can Yayınları). 1980’de yayınlanan romanın filmi de 1986’da yapılmıştır. Başrolde de Oscar’lı aktör Sean Connery oynamaktadır. Diğer birçok roman-film aktarımının aksine, yönetmen, kitabın vermek istediği mesajı iyi aktaran bir film ortaya koymuştur. 

Roman, 14. yüzyılda Kuzey İtalya’daki bir Katolik manastırında geçen olayları anlatır. Hikâyede cinâyet, târih, yasak aşk, sapık ilişkiler, dinsel entrikalar iç içe geçmiştir. Olaylar, bir Benedikten râhip çömezinin ağzından anlatılır. Gülün Adı’nda geçen hikâye, bir cinâyet üzerinden yürümektedir. Cinâyeti soruşturmak üzere gönderilen râhibin, bir yer hâriç manastırın her yerine girme izni vardır. Râhibin giremediği tek yer, manastırın ünlü kütüphânesidir. Kütüphânenin içi labirent plânlıdır. Kütüphâne âdeta manastırın kozmik odası gibidir. Katolik söylemine ters düşen birçok kitabın tek nüshası burada saklanmaktadır.

Kitabı okuyan ya da filmi seyreden herkesin aklına ilk gelen şey, ne romanda ne de filmde gül ile ilgili hiçbir şeyin olmamasıdır. Ama Batı edebiyatıyla ilgilenen herkesin aklına Shakespeare’ın Romeo ve Juliet trajedisinde geçen şu söz gelir:

“Adın ne değeri var? Güle başka bir ad vermiş olsaydık, yine aynı kokmaz mıydı?” (What’s in a name? That which we call a rose by any other word would smell as sweet)

Romanın sonunda, manastırda kasten çıkarılan bir yangında, eşsiz kitaplarıyla birlikte kütüphâne tamâmen yanar. Kütüphâne bir anlamda sakladığı bilgilerin kurbânı olmuştur. Kütüphânedeki bilgiler yerinde, zamânında ve doğru yerde kullanılmadığında, bu bilgileri saklayanların veya kendi menfaatleri için kullananların sonunu getirebilmektedir. Umberto Eco, kitaba ne olduğu bilinemeyen bir isim koyarak âdeta Orta Çağ karanlığını doğuran tavrın sebeplerini, yine kendi gizemli üslubuyla ortaya koymaktadır.

Târihsel açıdan bakıldığında, bu tavır hâlâ devam etmektedir. Elinde güç olan bu gücü ya kendi lehinde ya da râkibinin aleyhinde kullanmaktadır.

Bilgi güçtür ama ad yüktür

Francis Bacon’a (1561-1626) atfedilen “Bilgi Güçtür” (scientia potentia est) sözü, Orta Çağ Avrupası ile 21. yüzyıl dünyâsı ve Türkiye’si arasındaki benzerliği anlatmaktadır.

Adı ne olursa olsun, bir dönemde bâzı makam ve mevkileri işgâl edip bu mevkilerin sağladığı imkânlarla edindikleri bilgi ve gücü kullanma konusunda, o makamın saygınlığına yakışmayan tutum içine girenler, tam bir Orta Çağ tavrı sergilemektir. Bu tavır ki, Avrupa’ya karanlık yüzyıllar yaşatmıştır. 

Adı ne olursa olsun, bu devletin hangi makamında bulunmuş olursa olsun, bu tavrı sergileyenlerin şunu bilmeleri gerekir ki, gittikleri yolun sonu da karanlıktır.

Bu karanlık yolda, bir zamanlar bulundukları mevkinin ağırlığı ve saygınlığı ile birilerini peşine takmaya niyetlenen Orta Çağ kafalılar olabilir. Ancak her düştüğünde daha güçlü kalkan, her girdiği çıkmaz sokaktan daha münevver olarak çıkan bu aziz millet, artık kimin ne olduğunu adından değil gözünden anlamaktadır. 

Bu millet, kendi verdiği gücün, kendisine karşı ve aleyhte kullanılmasını asla kabul edemez. Allah’ın hiçbir coğrafyaya nasip etmediği irfâna mazhar olan bu millet, elindeki gücün sâdece bir oy pusulası olmadığını çok iyi bilir.

Bu millet, gülün her rengini sevdiği gibi, aynı gülün dikenli olduğunu da iyi bilir. Bunu bildiği için, bir zamanlar sulayıp büyüttüğü gül, kokusuyla değil de dikeniyle anılmaya kalkarsa, kitap arasında çiçek kurutmak gibi, o gülü târihin sayfalarında unutmayı da bilir. Umberto Eco’nun kitabının adıyla ilgili yaptığı açıklama gibi, her şey gibi güller de kurur gider ve geriye sâdece adları kalır. Bu coğrafya, ülkeler ve ordular mezarlığı olduğu gibi, zamânında adı büyük olanların da mezarlığıdır.