TÜRKİYE EKONOMİ MODELİ: ALTI AYLIK MUHASEBE

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Yazılı ve görsel medyada iktidar taraftarı olan gazeteci ve aydınlar enflasyonun sebebinin dış dünyadaki fiyat artışları olduğunu, üstüne bir de Rusya – Ukrayna savaşının etkisi de eklenince, ortaya çıkan hayat pahalılığında hükümetin hiçbir katkısı olmadığını söylemekteler.

Bir süredir güncel iktisadi meselelere dair yazmadım. Ancak memleketimiz iktisadi sorunlar ve ekonomiye çarpık bakış açılarından o kadar münbit ki, güncel ekonomiye dair meseleler çığ gibi büyüdü. Bu meselelerin başında, tabii ki, enflasyon gelmektedir.

Yazılı ve görsel medyada iktidar taraftarı olan gazeteci ve aydınlar enflasyonun sebebinin dış dünyadaki fiyat artışları olduğunu, üstüne bir de Rusya – Ukrayna savaşının etkisi de eklenince, ortaya çıkan hayat pahalılığında hükümetin hiçbir katkısı olmadığını söylemekteler. Acaba böyle midir? Bu noktayı bir not edelim, cevaplamak üzere…

Enflasyon haricinde, 20 Aralık 2021’den bu yana kur korumalı mevduat (KKM) hesabı diye anılan bir enstrüman hayatımıza girdi. Bilindiği gibi bu enstrüman TL mevduatlara kur artışına karşı devlet tarafından bir telafi imkânı sunmaktadır.  KKM hesabı aslında yerli tasarrufçuların tasarruflarını yabancı parada tutmasını engellemek ve böylece yabancı paraya olan spekülâtif talebi önlemek için ihdas edilmişti. KKM hesabının yol açtığı en önemli maliyet ise Hazine’nin kur artışından kaynaklanan alternatif maliyeti mudilere garanti etmesiyle ortaya çıkan Hazine’nin kur riskidir. Eğer kurlar hedeflenenin çok üstünde artarsa, bu ciddi bütçe açıklarına neden olabilir. KKM hesabının geleceği ne olacak ve Hazine’ye hangi şartlarda büyük maliyetler yol açar? Bu soruyu da kenara not edelim.

En son ekonomi kulislerinde Hükümetin belli temel gıda ürünlerine tavan fiyatı uygulaması getireceği söylentisi duyurulmakta. Hükümetin koyacağı bir tavan fiyat elbette tüketicilerin refahını olumlu yönde etkileyecektir. Öte yandan satıcıların ve üreticilerin artan maliyetler karşısında ciddi bir zarara uğraması da söz konusudur. Kulislerde konuşulanlara göre, üretici ve satıcıların artan maliyetlerini ve sabit fiyat uygulamasından kaynaklanan zararlarını Hazinenin sağlayacağı yönündedir.

Genel olarak bu yazıda Eylül‘den bu yana “Türkiye Ekonomi Modeli” adı altında uygulanan politikaların bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Hükümetin “heterodoks politika” olarak tarif ettiği “Türkiye Ekonomi Modeli” aslında temel iktisat doktrini dışında muhtelif fantezilere dayanan nev’i şahsına münhasır politikalar bütününden oluşmaktadır. Başlangıçta, hatırlayacağınız üzere, uygulanan politikaların popülist politikalar olduğunu söylemiştim. Ancak Hükümet geçtiğimiz altı ay içinde bir popülist politika uygulamasının etkili olması için değil, sanki bu politikalar başarısız ve etkisiz olsun diye çabalamıştır. Öncelikle açıklanan hedeflerle ulaşılan gerçekleri mukayese edelim. Daha sonra başarı veya başarısızlığın sebeplerini ele alalım.

ALTI AYDA TÜRKİYE EKONOMİ MODELİNİN GELDİĞİ YER: NE HEDEFLEDİK? NE OLDU?

Eylül ayında Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatına binaen Merkez Bankası Başkanının iki ay içinde toplam yüzde 5’lik faiz indirimiyle başlayan politika uygulamaları, zaman içinde Yeni Ekonomi Programı olarak adlandırıldı. Bu program da, Hazine Bakanı Sayın Nebati’nin kendi beyanlarına göre yüksek faiz yüksek enflasyona sebep olmaktaydı, bu yüzden faizleri düşürdüklerini ve takiben de enflasyonun düşeceği beklentisi temel argümandı. Faiz indirimini takip eden döviz kuru artışlarının da ihracatı arttıracağı söylenmekte ve bu sayede yüz elli yıllık dışa bağımlı ekonomi yapısından kurtulacağımız tartışılmakta idi. Sonuç olarak genişletici para ve maliye politikası uygulayarak şu sonuçlar beklenmekte idi: Birincisi faizler ve enflasyon düşecekti, ikincisi kurlar yükselecek, ihracat artacak ve dış borç azalacaktı, üçüncüsü yatırımlar artacaktı, dördüncüsü yüksek büyüme gerçekleşecek ve işsizlik oranları azalacaktı. Pekiyi hedefler böyle iken gerçekleşen ne oldu? Özetleyelim…

Eylül’de yüzde 16-17 olan TÜFE enflasyonu Mart’ta yüzde 61’e yükseldi. ÜFE enflasyonu ise yüzde 30’lardan yüzde 114’e fırladı. Pekiyi faizler düştü mü bari? Hayır, ne münasebet. Bütün kredi faizleri ve devletin borçlanma faizleri arttı, düşen sadece politika faizi oldu. Yani devlet ve vatandaşın faiz yükü arttı ve bankaların faiz yükü azaldı.  Enflasyon ve faiz açısından beklenen hedefe ulaşılamadı.

Dolar kuru Eylül ayında yuvarlak hesap 8,5 TL idi. Başta dolar  kuru olmak üzere bütün kurlar 500 baz puan faiz indirimi sonrasında ilk önce yavaş yavaş artarken Aralık ayı içinde artış hızı çılgınlaştı. 20 Aralığa geldiğimizde dolar kuru 18 TL’ya ulaşmıştı. 20 Aralık’ta KKM hesabının ihdasıyla birlikte dolar kuru 10 TL’ya kadar çekildi ama zaman içinde Mart ayı sonu itibarıyla yuvarlak hesap 14,5 TL’ya gelmiş durumda. Pekiyi bu kur artışına rağmen ihracat arttı mı? Hayır. 2022 yılı ilk  üç ayında Türk ekonomisi 22 küsur milyar dolar dış ticaret açığı verdi. 2021 yılının bütününde 15 milyar dolar cari açık veren ülke, 2022 yılının ilk üç ayında bundan daha fazla açık vermektedir. Yani kur artıyla ihracat artışı beklentisi de gerçekleşmedi.

Yatırımlar ve büyüme açısında olumsuz bir şey söyleyemem. Çünkü yatırımlar ve milli gelir yüksek oranlarda artmaya devam ediyor. Milli gelir, 2021 yılında yüzde 11 büyümüştür. Ancak, dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Eylül ayında bu politikaya geçmeden önce, bütün iktisat hocalarının ve hükümetin ortak kanaati Türkiye’nin 2021 yılını yüzde 10-11 arası büyüme ile tamamlayacağı yönünde idi. Türkiye Ekonomi Modeli’nin uygulanması, oluşan yüksek faiz ve yüksek enflasyona rağmen, büyüme de ekstra birkaç puan artışın olması gerekirken yoktur. Bunu işsizlik rakamları ile daha net görebiliriz.

Eylül ayında yüzde 26 olan geniş tanımlı işsizlik Kasım – Aralık aylarında yüzde 22’ye indirildi. Bu olumludur. Ancak ondan sonra ki üç ayda, işsizlik oranları değişmedi, oldukları yerde kaldılar. Geniş tanımlı işsizliğin, en azından, yüzde 20 altına inmesi gerekirken bu oranda bir değişim olmadı. Yani işsizlikte de hedeflere ulaşılamamıştır.

Bütün olarak bakıldığında Türkiye Ekonomi Modeli’nin başarısız olduğu söylenebilir. Çünkü konulan hedeflerin hiç biri tutmamıştır. Pekiyi neden?

BAŞARISIZLIĞIN SEBEPLERİ   

Türkiye Ekonomi Modeli’nin başarısız olmasının birkaç tane sebebi vardır. Bu sebepleri iktisadi, idari ve dış dünya kaynaklı olarak üç kategoriye ayıralım. İlk önce iktisadi sebepleri ele alalım. Birincisi, her şeyden önce bu program iktisat biliminin bulguları ve öngörülerini bir tarafa itmiş bir programdır. Dolayısıyla, daha başta, teorik olarak kabul edilmesi mümkün olmayan önermelere dayanmaktaydı. Bu önermelerin en önemlisi de “Faiz sebep, enflasyon neticedir!” sloganıdır. İkincisi, politikayı oluşturanların 70’li yılların küreselleşme öncesi ekonomi kuramını bugün de geçerliymiş gibi kullanmalarıdır. Bu yüzden güncel verilerle teorik bilgiler örtüşmemektedir, örneğin faiz – kur para talebi ve yine faiz – yatırım ilişkisi. Üçüncüsü, politikayı oluşturan siyasiler ve onların danışmanlarında bazı kavramlar hakkında bilgi yetersizliği bulunmaktadır. Örneğin Merkez Bankası Faizi ile piyasa faizlerinin aynı şey olduğunu zannetmek gibi.

Programın başarısız olmasının idari sebepleri arasında birincisi politika oluşturulurken konulan hedefler, uzun vadeli stratejiler ve kullanılan araçların birbiriyle uyum sağlaması gerekir. Maalesef bu konuda stratejiler, araçlar ve hedefler birbirleriyle çelişmektedir.  İkincisi Politikaların uygulanmasında rol dağılımı ve iş bölümü tutarsız olmuştur. Bu programda enflasyonla mücadele Merkez Bankası’nın değil Hazine ve Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın, Vergi Toplama işi Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın değil AVM ve benzin istasyonlarının, cari açık la mücadele Dış Ticaret Bakanlığı’nın ve işsizlikle mücadele Çalışma Bakanlığı’nın uhdesinde alınıp Merkez Bankası’na verilmiştir. Bu yanlış rol paylaşımı da programın başarısızlığına katkıda bulunmuştur. Üçüncüsü, Hükümet’te ve bakanlıklarda bir koordinasyonsuzluk görülmektedir: Belki müsteşarlıkların yeniden ihdası, Hazine ve Maliye Bakanlıklarının ayrılması ile tam yetkili ekonomiden sorumlu bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı atanması gerekebilir.

Dışsal etkenler de, hiç şüphesiz, programın hedeflerine ulaşamamasında etkili olmuştur. Bunlar arasında uzun bir müddettir emtia fiyatlarında gerçekleşen yüksek fiyat artışlarının yanısıra pandemi süresince ticaret kanallarının kapanması ve tedarik zincirlerinin kırılması etkilidir. Son olarak Rusya ve Ukrayna savaşı da bizim ekonomimizi olumsuz etkilemiştir. Yakın gelecekte ABD Merkez Bankası başta olmak üzere yabancı ülkelerde başlayacak faiz artırımları da bütün sorunların üstüne tüy dikecektir.     

 “Pekiyi Hocam, bu durumdan geri dönemez miyiz?” Tabi ki, döneriz. Ama bunun için önce güven tesis edilmeli ve vatandaşımız da sabırlı olmalıdır. Sonrası sağlama bir istikrar programı ve dış destekle kotarılır. Bunu da Pazartesi anlatırız.