TÜRKİYE İTTİFAKI VE HDP

Faruk AKTAŞ 26 Nis 2019

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Günlerdir, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "kızgın demiri soğutma" ve "Türkiye ittifakı" önerilerini tartışıyoruz.

Aslında Erdoğan, seçim akşamı yaptığı ilk açıklamada “Önümüzdeki süreç değişim yılı olacaktır. 4,5 yıl seçim yok. Ne yapacağız, hem ulusal hem uluslararası bazda çalışmalarımıza odaklanacağız, kilitleleneceğiz ve ülkemizi inşallah muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız” sözleriyle böyle bir süreci başlatacağının ipuçlarını vermişti.

Akl-ı selim birçok kesimden de seçim geriliminin geride bırakılarak Türkiye’nin önüne bakması beklentileri dillendiriliyordu.
Buna karşın özellikle İstanbul’daki seçim sürecinin uzaması ve buna bağlı yaşanan gerilimler söz konusu beklentileri biraz geri plana itmişti.

Ancak CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı bu gerilimin bir an önce dindirilmesinin zaruriyetini ortaya çıkardı.

Şimdi mesele, bu kızgın demirin nasıl soğutulacağı ve Türkiye ittifakının kimlerle, nasıl kurulacağıdır.

Tartışmanın önemli bir boyutu HDP’nin bu ittifakta yer alıp almaması ile ilgili.

Kimi kesimler Erdoğan’ın Türkiye ittifakı ile birlikte “tek dil, tek din, tek bayrak, tek vatan” vurgularıyla HDP’yi ittifak dışında tuttuğuna dikkat çekerken kimileri ise HDP’nin bu sürece dahil edilmemesinin yanlışlığını dillendiriyor.

Elbette keşke HDP de böyle bir süreçte yer alsa.

Keşke bütün partiler ülkenin geleceği söz konusu olduğunda siyasi görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakıp ortak bir paydada buluşsa.

Ancak HDP için böyle bir beklenti içinde olmak kanaatimce fazlaca safdillik olur.

HDP’nin böyle bir süreçte yer almasını beklemek PKK’nın silah bırakarak kendini feshetmesini beklemek ile eşdeğerdir.

PKK, Türkiye’yi dize getirmeyi öngören uluslararası tüm senaryolarda FETÖ ile birlikte baş piyon olarak rol oynamaya devam ederken yöneticileri, siyasi çizgisi ve misyonu bu örgüt tarafından belirlenmiş bir partinin ülkenin hayrına olan bir çaba içine girmesi fazlaca hayalci bir yaklaşım olur.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, HDP’nin dahil edilmediği ya da dahil edilmek istense bile kendisinin yer almayacağı bir ittifak oluşturulurken, bu partiyi Kürtlerin tek temsilcisi algısına yol açabilecek milliyetçi dozu yüksek ritüellerden, siyasi söylemlerden ve bu tarz yaklaşımlardan kaçınılmasıdır diye düşünüyorum.

Böyle bir durum, içerde HDP’yi güçlendireceği gibi dışarıda da uzun süredir yerleştirilmeye çalışılan “Türkiye’nin Kürt düşmanı” olduğu algısına malzeme taşıyacaktır.

Türkiye bu süreçte bir yandan PKK ile askeri düzlemde mücadelesini sürdürürken siyasi arenada da atacağı demokratik, özgürlükçü adımlarla HDP’nin, siyasi söylemlerine malzeme bulma arayışlarını kesmelidir.

Bu yönde atılacak adımlar, yarım aşırı aşkın süredir içine girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği üyesi hemen hemen tüm ülkelerin, “demokrasi, insan hakları, Kürtlerin hakları” vs söylemleri altında PKK’ya verdikleri desteğin sınırlandırılması da sağlanabilir.

Dünyada güç dengelerinin yeniden tanzim edilmeye çalışıldığı, Türkiye’nin de yer aldığı coğrafya üzerinde büyük oyunların oynandığı bir dönemde ülkede kızgın demirin soğutularak iç barışın sağlanması her zamankinden daha büyük önem arz ediyor.

Hukukun üstünlüğü, demokratikleşme ve özgürlükçü siyaset yolunda atılacak her adım kızgın demire dökülecek bir kova su olacaktır diye düşünüyorum.