TÜRKİYE REFLEKSİ

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Egemen güçlerin sömürgecilik anlayışı biçim değiştirerek devam ediyor.

Dünyanın üçte birinin doğrudan ya da dolaylı savaş halinde olduğu, ulus devletlerin hızla parçalandığı ve uluslararası dengelerin bozulduğu kritik bir zamandayız. Türkiye sevdalısı 85 milyon olarak, bütün ayrılıkları bir kenara bırakıp ortak bir yaşam ideali ile Türkiye refleksini göstermenin zamanıdır. Zira emperyalist küresel gerilimin tam da merkezindeyiz.

Egemen güçlerin sömürgecilik anlayışı biçim değiştirerek devam ediyor. Öyle ki türlü oyunlarla birbirine düşman edilen bereketli toprakların sakinleri, kendilerini kardeşleriyle amansız ve sonu gelmez bir savaşın içinde buluyorlar. Sonunda bölünmüş, parçalanmış, asimile edilerek bağımlı hale gelmiş, fakirleştirilmiş ve özgürlüklerini kaybetmiş kalabalıklar haline geliyorlar.

Nereden geleceği belli olmayan bomba tehlikesi altında hayat mücadelesi veren ve vatanında mazlum düşen milletler hızla artarken dünya barışını amaçlayan BM, AB ve NATO gibi birliklerin, kuruluş amaçları ve caydırıcı güçleri zayıflıyor.

Türkiye olarak; karakterimiz olan özgürlük ve egemenliğimizi korumak için her türlü tehdide karşı hazırlıklı, dimdik ayakta durarak dünü doğru okumak, bugünü doğru anlamak ve geleceğimizi inşa etmek her zamankinden daha fazla gerekli ve önemlidir. Zira egemenlik sınırları içinde ayakta durmakta zorlanan toplumumuz, ayağa kalkıp kendi bölgesinde ve uluslararası arenada varlığını hissettiren, bağımsız davranabilen, hakkını ve hakları koruyan bir duruşu yakalamada mesafe aldıkça düşmanları çoğalıyor.

Dolayısıyla düşmanın tek olmadığı, yaşamın her alanının asimetrik bir cepheye dönüştüğü bir zamandayız. Yıllarca terörle, darbelerle, krizlerle uğraştırılan ulusumuzun kara vatan sınırları gibi mavi vatan sınırları da tehdit altında. Askeri güçlerin sahadaki çabası gibi her vatandaşın kendi sahasında sorumluluk alması, işinin ve davranışlarının kalitesiyle mücadele vermesi gereken bir zamandayız.   

FARKLI İDEALLER

Elbette her birimizin; ülkemiz için farklı idealleri, farklı ideolojisi ve siyasi görüşü, benimsediği bir hayat tarzı olabilir. Asıl zenginliğimiz, sosyal yapımızdaki bu çeşitliliktir. 

Kuşkusuz şanlı bir geçmişimiz, geleneğimiz, kültürümüz var. Yüzyıl önce bütün olanaksızlıklara rağmen Atatürk’ün liderlik başarısı ve insanımızın eşsiz mücadelesiyle kurulan devletimiz, bugün çok önemli mesafeler almıştır.

Toplumumuzun, tarihten devraldığı mirasla kendisine has bir sosyal iklimi, yaşam tarzı, aile yapısı, yönetim anlayışı, mimarisi, sanatı, üretim biçimleri, tüketim alışkanlıkları, ekonomik düzeni ve devlet geleneği yerleşmiştir. Tüm bu değerleri taçlandıran ahlak ve adalet anlayışı önemli bir potansiyelimizdir. Bütün bu sosyal değerlerimizin de tehdit altında olduğunu unutmayalım. Toplumun geleceğini kurgularken tarihimizle kavga etmeden ortak değerlerimizin, ideallerimizin ve potansiyellerimizin azami düzeyde korunması ve geliştirilmesi kaçınılmazdır. 

Son 30 yılda aldığımız mesafe çok anlamlıdır ancak yeterli değildir. Her ferdin daha uyanık olmasına, işe kendisinden başlamasına ve yaptığı iş ne olursa olsun sadece kendisi için değil bu ülke için daha iyi olmanın derdini, gönlünde hissetmesine ihtiyaç var. Böylece bu coğrafyanın ortak hikâyesini, birlikte okuyabilir, birlikte yazabiliriz.

Unutmayalım ki devletimizin bütün iyi niyetli çabalarına rağmen coğrafyamızda geciken/geciktirilen sanayi devrimini, makine ile makine yapmayı, ihtiyacımız olan sanayi üretim makinelerini, traktörü, otomobili, silahı, tankı, helikopteri, uçağı daha yeni yeni üretiyoruz.

İnsan beynine cip yerleştirerek beyinle bilgisayar arasındaki iletişimi sağlama aşamasındaki teknolojileri yakalamamız için daha fazla çalışmamız şart. Birbirimizle uğraşmayı bırakmak ve toplumun âli çıkarları ekseninde bir ve bütün olmak en büyük şart. Tüm bunlar için kaynağı ne olursa olsun takıntılarımızı aşmamız, kendi konumumuz ve davranışlarımızla yüz yüze gelmemiz ve en önemlisi ‘ben’ hastalığını aşmamız elzemdir.

KOŞMAYA DEVAM EDENLER

Örneğin köylümüzün, dönüm yahut hayvan başına devlet desteğinden önce gerçekten üretime, tarıma ve hayvancılığa gönül vermesidir esas mesele. Çalışanın alacağı primden önce daha verimli ve kaliteli çalışma heyecanından söz ediyoruz. Dersini anlatan öğretmenin, öncelikle iyi bir öğrenen olmayı başarmasından, imamın minbere çıkmadan önce okuyacağı hutbeye hâkim olmasından ve camiyi çok yönlü bir eğitim merkezine dönüştürmesinden, sağlık çalışanlarının, her cana aşkla dokunmasından söz ediyoruz.

Kimi iş insanlarının öz kaynakları olduğu halde devlet desteği peşinde koşmayı bırakıp kurumlarını ülke için büyütme derdine sahip olmalarını kastediyoruz. Kimi akademisyenlerin, toplumun aleyhine konuşarak prim kazanma alışkanlığını aşıp araştırma yapma, bilimsel makale yazma çabasından söz ediyoruz.

Siyasetçilerin; geçmiş çalışmalarının ego derdini aşıp köyü, ilçesi, ili, ülkesi için bugün ne ürettiğine odaklanmalarından, ülke ittifakının sadık bir hizmetkârı olmalarından söz ediyoruz.

Toplumsal mirasımızın ve sosyal değerlerimizin oluşturduğu milli güçle evrensel hedeflere odaklanan, dirayetli bir toplum hedefi, hepimize sorumluluk yüklemektedir.

Unutmayalım ki zafer, kaybetme ihtimaline rağmen yılmadan koşmaya devam edenlerindir.