YİNE DEPREM… ÇIKARILACAK DERSLER

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Her şeyden önce milletimizin başı sağ olsun. Yaşadığımız çok acı bir felâket.

Her şeyden önce milletimizin başı sağ olsun. Yaşadığımız çok acı bir felâket. Ne yazsak, ne söylesek boş. Allah şehitlerimize rahmet eylesin, kalanlara direnme ve yaşama gücü versin. Allah devlete ve millete zeval vermesin.

MARAŞ DEPREMİ… KÜÇÜK KIYAMET…

Ben deprem konusunda uzman değilim. Fakat son dört gündür hepimiz biraz deprem uzmanı olduk. Benim anladığım bu yaşadığımız deprem felâketi 1999 depreminden bile daha büyük. Düşünün, yaklaşık İngiltere büyüklüğünde bir kaya kütlesi zemine 5 km gibi çok yakın bir derinlikte 3 metre kadar ilerlemiş. Bu muazzam bir güç boşalması anlamına geliyor. Bu hareketin sonucunda Kahramanmaraş merkezli birbiriyle bağlantılı ama birinden ayrı iki deprem oldu: 7,7 ve 7,6 şiddetinde. 10 il ve ilçeleri, yaklaşık 13 milyon insanımız bu depremlerden etkilendi. Şehirler oturulacak halde değil. Yıkılan binalar moloz yığınına dönmüş, yıkılmayanlar da her an yıkılabilecek gibi. Elektrik yok, su yok, yiyecek yok, barınacak yer yok. Üstüne de dondurucu soğuk… Kurtulan insanların acil yaşam ihtiyaçları ilk aşamada çok önemli. İkinci aşama, yaklaşık 5 milyon insanın yeniden yerleştirilmesi. Üçüncü aşamada yıkılan şehirlerin yeniden imar edilmesi… Tabii ki bütün bunlar için ciddi bir kaynağa ihtiyacımız olacak. Bütün bu konuları ilerleyen zamanlarda konuşacağız. Konuşmamız önemli çünkü bu deprem son değil, bunların benzerlerini gelecekte de göreceğiz. Bu yüzden depreme hazırlıklı olmalıyız ve bütün şehirlileşme stratejimiz sil baştan yenilemeliyiz.

YARDIM ÇALIŞMALARI

Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamalarda ilk iki gün bazı aksaklıların olduğu kabul ediliyordu. Bunun sebebi şehirlere ulaşım yollarının da deprem sebebiyle bozulmasıydı. Bir başka sebebi de uzmanlar ve hükümetin Maraş bölgesinde beklediği 7,2 veya 7,3’lük deprem yerine arka arkaya 7,7 ve 7,6’lık iki deprem olmasıydı. Belki de İngiltere büyüklüğünde olduğu söylenen kaya parçasının bir defada hareket etmesi, bütün bölgeden geçen fayın tek defada kırılması beklenmeyen bir yıkıma yol açmıştır. Ancak hem devletimizin yetkilileri, hem başta İstanbul ve Ankara Belediyelerimizin ekipleri hem de yabancı ekipler canla başla kurtarma çalışmalarına devam etmekteler. Bu yazıyı yazarken 88’inci saatte bir baba ve oğul enkazdan çıkarılmaktaydı. Mucizevi işler yapılıyor. Allah herkese güç versin.

MİLLET ŞUURU VE DAYANIŞMA

Bu felâkette tespit ettiğim bir olgu da milletimizin dayanışma ve seferberlik gücünün ne kadar yüksek olduğuydu. Bir milletin millet olma şuuru büyük acılar ve büyük zaferlerle oluşur. Bu yaşadığımız küçük kıyamette milletimizin her ferdinin istisnasız nasıl bir özveriyle seferber olduğunu görüyoruz. Özellikle gençler, üniversite öğrencileri canla başla çalışıyorlar. Milletimizin bu felâket anlarında gösterdiği duygudaşlık gerçekten bir millet şuuru olduğunu göstergesidir. Ancak millet sadece duyguyla ayakta durmaz. Bu duygudaşlığı akıl ve bilimle birleştirmek gerekir. Çünkü millet olmak demek, örgütlü olmak ve kendi kaderini tayin edecek ortak akla sahip olmak demektir. Milletin örgütlenmiş hali devletse, aklı da bilim olmalıdır. Bu tür felâketler bizim duygularımızı olduğu kadar aklımızı konuşturmadığımızı ifade etmektedir.

NE YAPMALI?

Önümüzdeki zamanda bu konuları çok tartışacağız. Ancak burada bazı temel noktalardan bahsetmekle yetineceğim.

Her şeyden önce bilmeliyiz ki, Türkiye Asya, Afrika ve Arap Yarımadasının sıkıştırdığı bir coğrafyada yer almaktadır. Doğal olarak ülkemiz deprem kuşakları üzerindedir. Bu gerçeği dikkate alarak bütün şehirlileşme ve sanayileşme stratejimizi yeniden oluşturmalıyız. Bugün Maraş, Antep, Hatay, Adana, Malatya, Adıyaman, Kilis, Urfa ve onlarca ilçeyi vuran yarın İstanbul’u vurabilir. Türkiye’nin üretiminin neredeyse yarısı İstanbul, Bursa ve Kocaeli’nde üretilmektedir. Nüfusun da neredeyse üçte biri bu üç vilayetimizde yaşamaktadır. Eğer bugün gerekli dersleri çıkarmazsak yarın her şey için çok geç olabilir.

Soğuk Savaş sonrası her şey yeniden düzenlenirken devletlerin de yeni şartlara, değişen teknoloji ve üretim altyapısına göre yeniden şekillendirilmesi gerekmektedir. Türkiye devletin yeniden şekillendirilmesini sadece yönetim sisteminin değişmesi olarak anlamıştır. Halbuki değişmesi gereken şey her şeyden önce toplumun örgütlenme biçimidir. Eğitim ve öğretim sistemi, kaynakların tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerine dağıtımı, yatırımların sektörel ve bölgesel dağılımı, nüfusun ülke çapında ve vilayetler arasında dengeli dağılımı ve benzeri… Bütün bunların yeniden şekillenmesi uzun döneme ait bir iştir. İşte bu yüzden, belki gerçekleşmesi birkaç hükümetin dönemini kapsayacak büyük ölçekli dönüşümlerin planlanması ve süreklilik içinde devam etmesi gerekir. Onun için ömrü seçim dönemleriyle sınırlı hükümetlerden özerk, hükümet değişse de değişmeyecek toplumsal kalkınma projelerini planlayacak ciddi bir planlama teşkilatına ihtiyaç vardır. Aynı zamanda hangi hükümet olursa olsun, bütün teşkilatı ile tam ve eksiksiz bir Afetle Mücadele Bakanlığı kurulmalıdır.

Depremde oluşan zayiatın iki temel sebebi var gibi görünmektedir. İlki tarım arazilerine kurulu şehir ve sanayi bölgeleri iken, ikincisi bina yapımı sırasında yönergelerde yazılı tedbirlere uyup uymadığı belli olmayan inşaat faaliyetlerinin ciddi bir şekilde denetlenmemesi…

Tarım arazilerine konut, AVM ve fabrika yapılması kaynakların etkinsiz tahsisine tipik bir örnektir. Aynı durum 1999 depreminde de geçerliydi. En sağlam binayı bile tarım arazisine yaparsanız bir afet durumunda geleceğinizin garanti olduğunu söyleyemezsiniz. Aynı zamanda bu, tarım ve ormancılık için ayrılması gereken verimli arazilerin heba edilmesine, kişi başı gıda üretiminin düşmesine, gıdada dışa bağımlılığa yol açmaktadır. Devletin acil olarak Türkiye’nin bütün illerinde birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerine belirleyecek ve tescil edecek bir bilim kurulu oluşturması ve bu arazilerde her türlü yapılaşmayı yasaklaması gerekmektedir.

İkinci olarak her işin belli bir uzmanlık gerektirdiği aşikârdır. Türkiye nüfus başına müteahhit sayısının en yüksek olduğu ülkedir. İnsanların canlarını emanet ettiği evlerin inşası çok ciddi bir uzmanlık gerektirir. Sicile kayıtlı inşaat firması olarak tanınabilmesi için firmaların gereken kriterleri çok daha sıkılaştırılmalıdır. Bu da yetmez, bütün binaların gerekli kriterleri sağladığının çok sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekir. Herkesin müteahhitlik yapamayacağını, müteahhit olanların da çok sıkı kurallara ve sorumluluğa tâbi olacağını herkesin bilmesi gerekir.

Bu konuda edilecek daha birçok kelâm var. Bunları önümüzdeki yazılarda ele alacağım. Ama bugünlük bu kadar kâfi. Acımız büyük. Tekrar milletimizin başı sağ olsun.