​YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR!

Murat BAŞARAN 16 Haz 2017

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Kılıçdaroğlu'nun "yürüyüş" eylem/projesini duyunca, "Bu memlekette en ballı iş CHP'de siyaset yapmak!" diye düşündüm.

Kılıçdaroğlu’nun “yürüyüş” eylem/projesini duyunca, “Bu memlekette en ballı iş CHP’de siyaset yapmak!” diye düşündüm.

Gece rahat bir kafayla uyuyorsunuz.

Sabah aynı pırıl pırıl kafa konforuyla uyanıyorsunuz.

Memleket batmış, çıkmış umurunuzda değil.

Rutin parti işleri var. Ki o kadarcık faaliyet de olacak.  Muhtevası “karşı çıkmak” olan önergeler vermek, basın toplantıları düzenlemek, eylemler geliştirmek…

Düşünmenize gerek yok. 

Sağa sola bakıp, karşı çıkacak bir şeyler tespit edeceksiniz sadece.

Çuvalladığınız zaman, başka bir karşı çıkış eylemine atlayacaksınız. Münasebetsiz basın “Dün şöyle demiştiniz?” filan gibi arıza çıkarırsa, ezber mottoları devreye sokacaksınız.

“Çağdaşlık, uzlaşı, uygarlık, Atatürk, cumhuriyet, laiklik vs…”

Hiçbir şey yapmadan yaşamanın yoludur CHP’de siyasetçi olmak. 

Nasıl ki bu milletin çoğunluğu sırf CHP’nin karşısında diye bazı partileri desteklemişse…

Her şart altında CHP’yi meclise sokup muhalefette tutacak dine mesafeli ve endişeli bir azınlık da memleketimizin gerçeği…

Özenilmeyecek gibi değil…

Hesap soran yok. Proje bekleyen yok. Yenilenmek, çağı anlamak, başarmak gibi kaygılar yok…

“Karşı çık!” yeter.

Kılıçdaroğlu’nun ilave eylemler ve icraatlar geliştirmiş olmasının hakkını vermeliyiz.

Az buz iş değil, Ankara’dan İstanbul’a yürümek.

Tabii yeme- içme serbest açlık grevlerine benzer bir durum ortaya çıkacak mı göreceğiz. Olsun.

Bu muhteşem eylemin sebebi ne? Devletin gizli kalması gereken bilgilerini ifşa eden ve hapse atılan gazeteciye destek vermek.

Aklıma geçen ay Basın Müzesi’nde yaşadıklarım geldi.

Bir toplantının konuşmacısı olarak gittiğim Basın Müzesi’nin girişinde, 1985 yılında bizzat kullandığım antika bir kamera cihazını gördüm ve heyecanlandım. Gazete sayfalarını filme aktarmaya yarayan devasa bir cihaz.

Aslında o an söylemesi ayıp acayip sıkışmış vaziyetteydim ve ilk gördüğüm görevliye tuvaletin yerini soracaktım. Ama dayanamayıp cep telefonuyla kameranın fotoğrafını çekmeye başladım.

Danışmadaki görevli bir hışımla gelip “Fotoğraf çekmek yasak!” dedi.

Anaaa. Basın müzesi ulan. Hani sürekli fotoğraf çektikleri için tartaklanan meslek erbabının müzesi yani…

Basın kartımı çıkarıp gösterdim. Bir işe yarasın bari. “Ben gazeteciyim. Burası da basın müzesi. Ne alaka?” diye hörelendim. 

“Sorun oluyor. Filanca kızıyor…” diye mırın kırın edip çekildi kenara. Ben de uzatmadım.

İşin zor kısmına geldik.

Tuvaleti sordum. 

Caddenin karşısındaki lokantayı gösterdi. 

“Siz de oraya mı gidiyorsunuz?” diye sordum. 

Ve beynim kısa devre yaptığı için başladım saydırmaya…

Biraz sonra bu binada toplantı yapılacak. Bu bina 4-5 katlı. Koca binada içine edilecek bir tuvalet yok muydu yani?

Toplantının konuşmacısı olduğumu da öğrenince, çantamı alıp tartıştığımız noktanın hemen 4-5 metre gerisindeki tuvalete hürmetle buyur etti. 

“Ya hocam, ben görevliyim, filanca gelip teftiş...” diye bir cümle kurmuştu ki, hacetlenmek için attım kendimi tuvalete. 

Rahatlayıp çıkınca çantamı aldım. Toplantının 3. katta olduğunu söyledi. 3. kata çıktım. Kapı kilitli. İndim. “Birazdan gelirler…” dedi.

Bana çoktan gelmişlerdi zaten. 

Oturup bekleyecek bir yer olmadığını öğrendim ki, içeri Üstün İnanç Ağabey girdi. 

“Abi tesislerimiz henüz hizmete girmemiş. Gidip bir yerde bekleyelim.” dedim. Üstün Ağabeyle aynı tarikattanız. Yaşına rağmen kükredi:

“Açın ulan oranın kapısını…”

En üst katlardan bir adam bulundu. İndiler, çıktılar ve kapı açıldı. 

Türk medyasının mümtaz simalarının portrelerinin olduğu salonda oturup Üstün Ağabey ile dertleşmeye başladık. 

Demem o ki, Kılıçdaroğlu bizim problemlerimize de bi el atsa…

Gazetecinin devlete ihanet edenine bile sahip çıktığına göre, bize haydi haydi sahip çıkar.

Özgür basın, Basın Müzesi’nde rahatça hacetlenemeyecekse çağdaşlığı nasıl yakalarız?