ZİRVENİN SON ZİRVESİ: SULTAN III. MEHMED HAN

Dr. Öğr. Enes DEMİR
Tüm Yazıları
Sultan III. Mehmed, Sultan III. Murad'ın en büyük oğlu olarak Safiye Sultan'dan dünyaya gelmiştir. Manisa doğumlu olan Şehzade Mehmed'in tevellüdü Mayıs 1566'dır. Babası III. Murad'ın Saruhan/Manisa Sancakbeyliği yaptığı dönemde dünyaya gelen Mehmed'in ismini dedesi Kanuni Sultan Süleyman koymuştur.

Nitekim Mehmed dünyaya geldiği sırada son seferi olan Zigetvar üzerine yola çıkan Sultan Süleyman’a, torunun oğlu olduğu müjdesi verilmiş ve ismini de kendisinin vermesi istenmiştir. Haberi alan Kânûnî “Hanedanımızda bugüne kadar Murad Oğlu Mehmed ola gelmiştir” diyerek yeni doğan şehzadenin ismini Mehmed koymuştur. Böylece Osmanlı tarihinde, II. Murad’ın oğlu Fatih Sultan Mehmed’den (II. Mehmed) sonra III. Murad’ın oğlu Mehmed de (III. Mehmed) tahta çıkmıştır.

Şehzade Mehmed’in küçüklüğü (Sultan III. Mehmed) babasının tahta geçtiği 1574 yılı sonuna kadar Manisa’da geçmiş ve ilk eğitimlerini de burada almıştır. Babası Sultan III. Murad’ın Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte İstanbul’a gelen Şehzade Mehmed eğitimine Topkapı Sarayı’nda devam etmiştir.

Şehzade Mehmed’in 1582 senesinde görkemli bir sünnet düğünü vuku bulmuştur. 2 ay süren bu düğün töreni ve eğlencelerle ilgili Seyyid Lokman’ın “Şehinşahnâme” eserinde detaylı bilgiler yer almaktadır.

1583 yılında 17 yaşına geldiğinde ise babası tarafından Manisa Sancakbeyliğine tayin edilen Şehzade Mehmed, tahta geçene kadar burada Sancakbeyliği görevini devam ettirerek devlet idaresindeki tecrübesini geliştirmiştir.

16 Ocak 1595’te babası Sultan III. Murad’ın vefatı üzerine devlet adamları tarafından tahta davet edilmiştir. Bunun üzerine Manisa’dan yola çıkan saltanatın yeni sahibi, ivedi şekilde İstanbul’a ulaşmış ve 27 Ocak 1595 tarihinde 29 yaşında iken Osmanlı Devleti’nin yeni padişahı olmuştur.

Sultan III. Mehmed, sancakta görev yapıp tecrübe kazandıktan sonra tahta çıkan son Osmanlı padişahı olmuştur. Nitekim oğlu Sultan I. Ahmed, sancağa çıkmadan Topkapı Sarayı’nda aldığı eğitimle tahta çıkacaktır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden beri var olan şehzadelerin sancağa çıkma usulü de bu şekilde son bulmuştur.

Sultan III. Mehmed tahta geçtikten sonra, Osmanlı tarihinde görülmemiş bir eylemin mümessili olacaktır. O güne kadar iktidara gelen ataları padişahlardan farkı ve belki de şanssızlığı, tahta çıktığında tam 19 erkek kardeşinin olmasıydı. Bunun üzerine hangi şerait ve düşünce yapısıyla olduğu ve yahut kimin yönlendirmesi sonucu meçhul gözüken bir kararla kardeşlerinin katledilmesini emretmiştir.

Aldığı fetva ile bu eylemi uygulamaya konan Sultan III. Mehmed bu yönüyle Osmanlı tarihinde “Kardeş Katli” meselesini kötüye kullanan bir padişah olarak anılmakta ve çok eleştirilmektedir. Özellikle kardeşlerinin birçoğunun bebek olması, aldığı bu kararın ne kadar uç ve hatalı olduğunu konusunda kendisinin eleştirilmesini haklı çıkarmaktadır. Bu konuda şüphesiz kendisini eleştirmek haklı ve kolay olsa da “Kardeş Katli” meselesi ve alınan fetvanın ayrıntılarını da detaylıca dönemin şartlarına göre incelemek faydalı olacaktır.

Sultan III. Mehmed’in saltanatının başlangıcı kardeş katli yüzünden kendi karizması için sıkıntılı olsa da babasının son döneminde devletin merkezinde vuku bulan sıkıntıların çözümüne eğildiği ve iyi niyetli bir şekilde devleti idare etmeye çalıştığı görülmektedir.

Tahta çıktığında devletin siyasi ve askeri yönleri ise son derece hareketli idi. Doğu Cephesi’nde İran ile olan 1590 senesindeki barış sürmekte iken Batı Cephesi’nde Avusturya ile babası döneminde 1593’te başlamış olan savaşlar devam etmekte idi. Bunun yanı sıra saltanatı döneminde devleti idari, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri açılardan devleti zora sokacak Celali isyanları da başlamıştır. Bu durum Sultan III. Mehmed’i manevi anlamda büyük bir sıkıntıya sürüklemiş ve genç yaşta ölümüne de neden olan hastalıklara sebebiyet vermiştir.

Padişah tahta çıktığında Batı Cephesi’nde Avusturya ile devam eden savaşta Osmanlı Orduları, mağlubiyetler almaya ve elindeki Estergon, Vişegrad gibi önemli garnizonlarını kaybetmeye başlamıştı. Bunun üzerine Vezîr-i Âzâm Damat İbrahim Paşa ve ordu mensuplarının isteği ve ısrarı üzerine Sultan III. Mehmed, Ordû-yı Hümâyûn’un başında sefere çıkma kararı almıştır. Böylece büyük dedesi Kânûnî Sultan Süleyman’dan sonra sefere çıkan padişah olma şerefine erişmiştir. Zira Kânûnî’nin 1566’daki Zigetvar Seferi’nden sonra dedesi Sultan II. Selim ve babası Sultan III. Murad, birçok sefer olmasına rağmen orduların başında sefere çıkmamışlardır.

Bu kapsamda Sultan III. Mehmed Han 20 Haziran 1596’da İstanbul’dan Avusturya üzerine gerçekleştirilecek sefere hareket etmiştir. Padişah kurmaylarıyla yaptığı harp toplantısında seferin güzergahını stratejik önemdeki Eğri’nin alınması üzerine belirlemiştir.

Osmanlı Ordusu, bugünkü Macaristan topraklarında yer alan ve Budapeşte’nin 140 km kuzeybatısındaki Eğri Kalesini, Eylül ayı ortalarında kuşatmıştır. 20 günlük bir kuşatma sonucu kale fethedilmiş ve Sultan III. Mehmed şehre girerek kiliseden çevrilen camide Cuma Namazını kılmıştır.

Buradaki düzenlemelerin ardından Eğri Fatihi unvanına haiz Sultan III. Mehmed komutasındaki Osmanlı Ordusu, ileri harekâtına devam etmiştir. Bu sırada Avusturya ve Osmanlı’ya isyan ederek Avusturya ile iş birliği yapan Erdel Voyvodalığı birliklerinin ana iskeletini oluşturduğu; bununla birlikte Leh, Alman, İspanyol, Papalık Macar ve Slovaklardan oluşan birçok birliğin de bulunduğu Haçlı Ordusu ile karşı karşıya gelinmiştir.

Tarihe Haçova Meydan Savaşı olarak geçen ve 24-26 Ekim 1596 tarihleri arasında Osmanlı ve Haçlı Orduları arasında vuku bulan son büyük savaşlardan bir tanesi, bugünkü Macaristan’ın kuzeyindeki bölgede meydana gelmiştir.

Avusturya Arşidükü III. Maximilian idaresindeki Haçlı Ordusu’nun, Eğri Kalesi’ni geri almak üzere Osmanlı Ordusu üzerine saldırıya geçmesiyle başlayan savaş karşısında Sultan III. Mehmed, özellikle hocası Hoca Sâdeddin Efendi’nin nasihatlerine uygun olarak savaşı sükunet ve kararlılıkla idare etmiştir. Zira savaşın başlangıcında, padişahın da bulunduğu Osmanlı Ordusu’nun merkezine yüklenen Haçlı birlikleri yüksek ateş gücüyle Osmanlı hatlarını yararak ağır kayıplar verdirmişlerdir.

Bu sırada Osmanlı geri birliklerinin savaşa bizzat katılması ve Hoca Sâdeddin Efendi’nin padişahın geri çekilmesini engellemesi üzerine; bozulma emaresi başlayan Osmanlı birlikleri hızlıca toparlanmıştır. Osmanlı Ordusu’nun ana merkezine ulaşarak zafer kazandığını zanneden ve bir kısmı yağmaya dalan Haçlı askerleri, Hilal şeklinde çevrilmiş ve müteakiben ağır kayıplara uğratılmıştır. Çemberden kaçanların bir kısmı ise savaş alanına yakın bataklıkta boğulmuştur. Bu ahval altında zor durumda kalan  Haçlı Ordusu komutanı III. Maximilian ise karargahını terk ederek kaçmıştır. Savaş sırasında iki tarafta büyük kayıplar vermesine rağmen Osmanlı Ordusu, kesin bir zafer kazanmış ve birçok ganimet ve esir ele geçirilmiştir.

(Sultan III. Mehmed komutasındaki Osmanlı Ordusu’nu Haçova Savaşı’nda gösteren bir minyatür)

Bu zaferden sonra kış mevsimi olması nedeniyle padişah İstanbul’a avdet eylemiştir. Padişah sonraki süreçte Vezîr-i Âzâm Damat İbrahim Paşa’yı, Serdâr-ı Ekrem olarak Avusturya seferine görevlendirmiştir. Nitekim başarılı bir devlet adamı ve komutan olan İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, büyük ehemmiyete haiz Kanije Kalesi başta olmak üzere İstolni Belgrad gibi yerleri Avusturyalılardan almayı başarmıştır. Avusturya Ordusu’nun Kanije Kalesi’ni 100.000’e yakın bir kuvvete haiz orduyla geri alma girişimini 15.000 civarı askere sahip olan Kanije Beylerbeyi Tiryaki Hasan Paşa, kahramanca savunma ile savuşturmuştur.

Osmanlı Ordularının kazandığı bu zaferler, devletin Batı Cephesi’nin en ileri ucunda kazandığı son parlak zaferlerdir. Esasında Osmanlı Devleti, 1601 yılına gelindiğine hem Batı hem de Doğu’da aynı anda en geniş vatan topraklarına ulaşmıştır.

Bununla birlikte Avusturya ile savaş ise Sultan III. Mehmed’in saltanatı boyunca ve sonrasında da 1606’ya kadar kesin çözüm ve sonuç alınamadan devam edecektir. Bu savaşın meydana getirdiği, askeri, ekonomik ve sosyal sıkıntıları devleti sıkıntıya sokarken Sultan III. Mehmed’in saltanatının son senesi olan 1603’te devleti yıllarca uğraştıracak bir cephede açılmıştır. Bu cephe, Osmanlı Devleti’nin Batı’da Avusturya’yla yıllardır var olan savaşlar ile Anadolu’da başlayan Celali isyanlarını fırsat bilen Safevîler tarafından açılmıştır.

Safevî Şahı I. Abbas, 1590 Ferhat Paşa Antlaşması’nı tek taraflı bozarak 1603 senesinde Osmanlı Orduları tarafından fethedilmiş, bugünkü batı İran ve Azerbaycan topraklarına saldırıya geçmiştir. İlk olarak Tebriz bölgesi Safevîler tarafından ele geçirilmiştir. Gerek Batı ve Doğu Cephesi gerekse Celali isyanları karşısında devletin büyük bir sıkıntıya uğraması gibi gelişmeler karşısında Sultan III. Mehmed’in aniden rahatsızlandığı ve hastalandıktan yaklaşık 2 ay sonra vefat ettiği görülmektedir.

21 Aralık 1603’te vefat ettiğinde Sultan III. Mehmed, yaklaşık 9 yıldır Osmanlı Devleti’ni yönetiyordu.

Sultan III. Mehmed, başta kardeş katli olmak üzere annesi Safiye Sultan ve saraydaki adamlarının etkisinde kalmış birisi olarak öne çıksa da döneminde kazanılan zaferler ve devletine hizmet etme aşkı ve zaman zaman gösterdiği dirayeti ile önemli bir Türk devlet yöneticisi olarak zikredilebilir. Nitekim saltanatının son yılı İran saldırısıyla başlayan savaşa kadar 1601-1603 yılları arası Osmanlı Devleti’nin Batı ve Doğu’da en geniş sınırlara aynı anda sahip olduğu dönem, Sultan III. Mehmed dönemi olmuştur. Bu anlamda bir Türk Devleti, tarihinin en geniş devlet sınırlarına bu dönemde ulaşmış ve toprak büyüklüğü anlamında zirvenin zirvesini görmüştür.

Sultan III. Mehmed Han, kişisel özellikleri itibariyle çok dindar ve sakin bir tabiata sahipti. Dönemin kaynaklarına göre Hz. Muhammed’in adı geçtiği zaman saygıdan ayağa kalkardı. Dönemin yabancı Elçi raporlarında ise güçlü ve yiğit bir görünüme sahip biri olarak tasvir edilmiştir.

Sultan III. Mehmed’in eşi Handan Sultan’dan Mahmud, Ahmed, Cihangir ve Selim isimli oğullarıyla, iki kızı olmuştur. Diğer eşi Halime Sultan’dan ise Şehzade Mustafa (Sultan 1. Mustafa) doğmuştur. Bir başka iddiaya göre Şehzade Mahmud’un annesi de Halime Sultan’dır.

Saltanatının ve belki de kaderinin bir cilvesi olarak tahta çıktığında kardeşlerini katleden Sultan III. Mehmed, kendi vefatından kısa bir müddet önce de saltanat için harekete geçeceği hakkında şayialar üzerine 18 yaşındaki büyük oğlu Şehzade Mahmud’u öldürtmüştür. Kaynaklara göre, idealist, cesur ve hareketli bir şehzade olan Mahmud, babasına Anadolu’daki Celali isyanını nihayete erdirmek üzere ordunun başında sefere çıkmak istediğini belirtmiştir. Bu bağlamda Şehzade’nin toy çıkışlarının da etkisiyle padişahın çevresi tarafından yanlış yönlendirilmesi sonucu oğlunun ölüm emrini verdiği ifade edilebilir. Diğer oğulları Cihangir ve Selim ise sağlığında vefat etmişlerdir. Bunun üzerine taht 14 yaşındaki oğlu I. Ahmet’e kalacaktır.

Sultan III. Mehmed’in naaşı, Ayasofya Camisi’nin haziresindeki türbesine defnedilmiştir.