Serdar Ortaç sahne aldığı mekanda kulaklarımızın, yüreklerimizin ve süzülen yaşlarla gözlerimizin tüm tozunu alıp götürüyordu.
Sahneden yayılan nağmeler sadece onlarca yılı ve besteyi değil, bir güzel adamın tüm samimi itiraflarını da haykırıyordu…
Serdar Ortaç sahne aldığı mekanda kulaklarımızın, yüreklerimizin ve süzülen yaşlarla gözlerimizin tüm tozunu alıp götürüyordu.
Bizim jenerasyon için ayrı bir yeri ve değeri var Ortaç’ın. Ergenlik yıllarımızda bazen yara bandı bazen de hoplayıp zıplamaya trambolin niyetine dinleyip deşarj olduğumuz Ortaç, müzik ve sahne aşkıyla karşımızdaydı.
Aslına bakarsanız Serdar Ortaç’ın neredeyse tüm şarkılarında arabesk ruhu, büyük bir isyan ve arayıp da bulamadıkları var. Nasıl ki kainat denge ve enerji üzerine kurulu ise, insan da denge ve enerjiyi arar. Ve anladığım kadarıyla Serdar Ortaç’ta tüm şarkılarında yüreğindeki boşluğu dolduracak enerjinin ve dengenin arayışını yansıttı yıllarca. Hareketli bestelerini bile en damar sözlere emanet ederek derin duyguları bize aktarıyordu aslında. “Binlerce dansöz var, seni çöpe atacağım, değmez” ve daha nicesiyle muazzam sanat yeteneği isyanını dile getirirken; “anlayan mesajı alıyordu anlamayan da davul zurna sağırlığına” devam edip sadece atlayıp zıplıyordu…
Evet gece sahnedeki adamı dinlerken neler neler geldi geçti gözümün önünden. Muhteşem bir sahne, kusursuz bir mekan, hafif tatlı rüzgarın taşıyıp getirdiği çam ve iyot lezzeti, burnumuzdan ruhumuza taşan mis kokulu Ege çiçekleri ve “eserlerine aşık bir adam” vardı o gece. Hele o klarnet yok mu o klarnet, çalmıyor adeta “hangimiz sevmedik ki” dedirtiyordu rahmetli Müslüm Baba misali.
Ve Serdar Ortaç çoğunlukla oturarak bazen de vokalinin ve dansçılarının koluna girip ayağa kalkarak her hecesini eksiksiz zikrederek evlatlarıyla(şarkılarıyla) adeta “buradayım” diyordu.
Ortaç o gece sahnede sadece şarkılarıyla arz-ı endam etmedi elbette. Esprilere yüklediği itirafları, pişmanlıkları, buldukları, kaçırdıkları, hayatına mıhlanan acıları, uhdeleri ve daha nicesi vardı. En çok da “hayatı boyunca arayıp da bulamadıklarını” hissettim ben o gece. Hayatları deli gibi koştur koştur geçen insanların ruhları her daim arayıştadır. Ne olduğunu çoğu zaman onlarda bilmezler, anlamazlar ve anlatamazlar. Sadece çok koşarlar, çok çalışırlar, düşerler ama yine devam ederler, daha daha fazla kendilerini yorarlar ve tüm bu tempoya rağmen asla yoruldum demezler tebessümden vazgeçmezler. Bu tempo kendilerine biçtikleri bir cezâ ve enerjilerini kanalize ettikleri bir mecradır aslında o yüzden şikayet etmezler. Ne zaman ki; yaradılışta kendilerine kodlanan o anahtarı bulurlar işte o zaman ruhları huzuru bulur ve dinginleşir.
Genç yaşta hızlı bir şekilde zirveyi yakalayan Serdar Ortaç onlarca yıldır hafızlara kazınan kim bilir kaç esere can verdi ve o gece çocuklar bile eşlik ediyordu kendisine. Dün tanıyıp yarın unuttukları “sözde sanatçı ve şarkılara” en güzel tepkiydi aslında o çocukların Ortaç’ın onlarca yıllık şarkılarına ezbere eşlik etmesi.
Türkiye bir Serdar Ortaç daha bulur mu bilmiyorum fakat şarkılarıyla pek çok neslin hafızasına kazınacak bunu net bir şekilde biliyorum…
Ortaç o gece sahneden şunu sordu dinleyenlerine; “en fazla hangi slow şarkımı beğeniyorsunuz?”
Bu sorunun içinden hiçbirimiz çıkamadık çünkü hepsi birbirinden değerliydi yarattığı duygu akımıyla.
Ve son cümle;s evgili Serdar, “yüreğinden yaralı” slow eserlerini seslendirmek sana ve tüm dünyanın içinde bulunduğu “yaralı yıllara” daha çok yakışıyor, bir nebze de olsa tuz basmak niyetine…