Bu yıl da takvim şaşmadı; önce ŞİÖ Zirvesi dolayısıyla çok kutupluluk, çok taraflılık, ilişkilerin çeşitlendirilmesi meselesi ve kutupsuzluk umutları dillendirildi.
Hemen sonrasında da yaklaşan NATO zirvesi nedeniyle müttefiklerden beklenenler ve aslında bugünün gerçekliği kutuplaşma içerisinde NATO’yu ne beklediği tartışılmaya başlandı. Bu iki zirvenin ortasında Türk Devletleri Teşkilatı Gayri Resmi Zirvesi de yapıldı, üstelik zirveye KKTC’yi temsilen sayın Tatar katıldı. Kısaca Türk dış politikasının uçlarındaki mihenk taşlarını konuşmak için uygun bir atmosfer oluştu. Her ne kadar bu mihenk taşları birbirlerinden uzak gibi görünse de Ankara’nın konuyu birbirinden uzak noktalar arasında bir seyahat olarak görmediği, açık veya kapalı bu mihenk taşları arasındaki noktaları birleştirerek hareket ettiği, her bir ilişki kümesini birbiriyle ilişkilendirerek hareket ettiği, en azından ilişki kümelerini mesaj vermek için kullandığı görülüyor.
ŞİÖ’den beklentiler
Türkiye’nin ŞİÖ’den beklentileri olduğu malum. Bu beklentiler sadece bu yıl değil, bundan önceki yıllarda da dillendirildi. Ankara, platformun Rusya ve Çin’in Orta Asya/Türk Dünyası başkentleri ile ilişki ve koordinasyon kurma platformu olduğunun farkında. Sayın Erdoğan Zirve sonrası soruları yanıtlarken, hem bu nedenle platformun dışında kalmak istemediklerini ayrıca Türk Dünyasını - burada ve TDT çerçevesinde güçlendirmeyi arzu ettiklerini, hem ŞİÖ’yü Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ikili ilişkilerini geliştirmek için bir çerçeve olarak düşündüklerini hem de Ankara’nın Yeniden Asya inisiyatifi doğrultusunda ŞİÖ gibi yapıların dışlanamayacağını belirtmiş. Kısaca Ankara, ŞİÖ’ye kutuplaşma perspektifinden bakmadığının altını çiziyor- ki gerçekten de ŞİÖ’nün ekonomik ve toplumlararası işbirliği/diyalog/koordinasyon kurma işlevi hala örgütün en önemli işlevi. İşe kutuplaşma çerçevesinden bakabileceklere de ŞİÖ üyelerinin bir kısmının TDT üyesi olduğu hatırlatılıyor. Batı’nın farklı gündemleri olduğu, bu gündemler doğrultusunda kimi zaman aptallık, körlük boyutuna varan hatalar yaptığının Ankara bilincinde, bu yüzden bu hatırlatmaları sıkça yapıyor. Ancak Türkiye’nin de kabul ettiği gibi, ŞİÖ çerçevesinde Rusya ve ÇHC gibi küresel oyuncularla bir araya gelmek önemli. Özellikle de birilerinin Batı ve Batı’nın rakipleri arasında ayrışmayı keskinleştirmek, küresel düzenin yerine kümesel düzeni koymak gibi bir eğilimi varken. Türkiye, daha önce de Ankara’dan çeşitli kalemlerin söylediği gibi, küresel liberal düzenin reforme edilmesini, Türkiye’nin düzen koruyucusu vb sıfatlarla statüsünün iyileşmesini istiyor ama düzenin kümesel bir hiyerarşi için bozulmasını istemiyor.
Erdoğan-Putin görüşmesi
Bu seferki ŞİÖ toplantısı Erdoğan-Putin görüşmesine ev sahipliği yaptığı için de önemliydi. Ukrayna Savaşı’nın bir tür çıkmaza girdiği bir devreden geçiliyor. Çıkmaz, Rusya için de bir çıkmaz ama Moskova direnmiş olmanın ve sahada elde ettiklerini elde tutabilecek güce sahip olmanın avantajını yaşıyor. Ukrayna ve savaşı sadece Rusya’nın sıkışması için değil kaybetmesi için bir fırsat olarak görenler ise oldukça tedirgin. Batı’nın Ukrayna’ya yardımları akıtalım, Kiev de savaşı kazansız taktiği işe yaramış görünmüyor. Trump, Biden ile yaptığı münazarada başkan seçildiği takdirde bu savaşı 1 günde bitireceğini söylerken aslında Putin ile anlaşmaktan bahsediyordu. Ayrıca Trump, bu savaşın gereksiz bir savaş olduğunu söylerken de Ukrayna savaşını askerî açıdan beslemenin meşruiyetinin altını oydu. Dolayısıyla Rusya’ya avantajlı bir bekleme alanı açtı. Kremlin’in gelecek NATO zirvesinde bu çerçevede ne mesaj verileceğini görmeden pozisyonunda herhangi bir değişiklik yapma sinyali vermeyeceğini biliyorduk. Nitekim, Putin ve Erdoğan gayet olumlu mesajların verildiği bir toplantıyı sonlandırırken Peskov, Rusya açısından Türkiye’yi Ukrayna Savaşında artık bir arabulucu olarak görmediğini açıklıyordu. Bu açıklama Ankara’ya bir mesaj verme gayesinden ziyade Rusya’nın şu an için arabuluculuğa ihtiyacı olmadığı, önce NATO zirvesinden ne çıkacağını, sonra da ABD seçimlerini bekleyeceği mesajı verdiğini düşünenlerdenim. Bu kanaatimizi güçlendirir şekilde, nitekim, Putin ve Erdoğan ayrı ayrı konuya açıklık getirdiler. Rus tarafı Türkiye’nin çabalarına teşekkür etti ve Karadeniz tahıl girişiminin başındaki amaçlarına sadık olduklarını açıkladı. Türk tarafı da Rusya’nın Batı’ya güvenme konusunda yaşadığı zorluğu anladığını ama başta Afrika olmak üzere Küresel Güney’in Ukrayna krizinden etkilenmemesi için Rusya ile diyalog ve iş birliği fırsatlarını değerlendirmeye hazır olduğunu söyledi. Zaten Putin-Erdoğan görüşmesinden sonra kamuoyu ile açıkça paylaşılan iş birliği alanının ekonomi (ticaret hacmini artırmak, Akkuyu ve nükleer enerji iş birliği) olduğu düşünülürse Putin-Erdoğan görüşmesinin çerçevesi ŞİÖ ruhuna da, Türk-Rus ilişkilerinin kompartımanlaştırma, karşılıklı kazanç yaratma geleneğine uygun.
Suriye ile yakınlaşma (?)
Tabi Erdoğan-Putin görüşmesi Türkiye ve Suriye arasındaki karşılıklı olumlu açıklamalar nedeniyle ayrı bir gözle de değerlendirildi. Hatırlanacaktır, kamuoyuna Ankara-Şam normalleşmesi olarak yansıyan sürecin bir geçmişi var. Türkiye’nin Suriye meselesi üzerindeki öncelliklerinden biri terörle mücadele ve terör odaklarının Türkiye sınır güvenliğine yönelik bir tehdit oluşturmayacak şekilde nötralize edilmesi olduğundan Moskova ile de bu bağlamda konuşuyordu. İki başkentin Suriye muhalefeti ve İdlib’deki durumu aynı gözle değerlendirmediğini geçmişten biliyoruz. Yine de bu-kimi zaman can yakan farklılık- Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda benzer bir söylem benimsemeyi engellemedi, art arda Astana, İdlib süreçleri gibi bir tür işler-işlemez koordinasyon ve konjonktürel anlaşmaların ortaya çıkmasını da engellemedi. Meşhur Astana sürecinin Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusunun bir ayağı özellikle PYD/YPG’nin ABD’nin vekili olarak bölgede bir oldu-bittiye izin vermemeye dayanıyordu. Türkiye, Rusya Suriye’deki önemli aktörlerden biri olduğu için (ama tek aktör değil), uygun konjonktürü yakalamak konusunda Moskova ile konuşması gerektiğini biliyor. Rusya’nın PKK’ya bakışı bir büyük güç esnekliğine sahip olsa da hem ABD’nin PYD kartı karşısında, hem Ortadoğu’da dengeler oynakken Türkiye’yi daha çok kazanmak/ kaybetmemek için, hem de Ortadoğu’da dengeler değişirken Suriye cephesinin sakinliğini garanti altına almak için Türkiye-Suriye diyaloğunun yeniden kurulması için bastırdığı biliniyor. Tüm bu bilinenlere ve beklentiye rağmen Ankara ve Şam arasında yapraklar kıpırdamış, Moskova arabulucu gibi ortaya çıkmış ama somut bir adım atılmamış hatta Rejim sert açıklamalar yapmıştı.
Konjonktür uygun ama
Bu sefer Moskova’yı da memnun ettiği anlaşılır şekilde Şam’dan sıcak açıklamalar geldi, açıklamanın merkezine Türkiye için çok önemli terörle mücadele konuldu. Ankara da en üst merciden, Cumhurbaşkanı aracılığıyla bu sıcak açıklamaya sıcak bir açıklama ile karşılık verdi. İlişkilerde normalleşmeyi önemsediğini açıkladı. Türkiye’nin Irak ile Erbil ve Bağdat merkezli yakaladığı terörle mücadele- özelde de PKK ile mücadele- uyumunu Suriye ile derinleştirmesi için Ortadoğu konjonktürü bir fırsat alanı sunuyor. Bu başarılırsa PKK’nın alanı çok daralır elbette. Bir kere İran, İsrail ile farklı bir mücadelenin eşiğinde. Trump gelirse bu mücadele sertleşecek, ama İsrail üzerinden sertleşecek. Rejim’in bağları ve Suriye’deki İran yanlısı milisler Suriye’yi doğrudan bu mücadelenin alanı haline getiriyor. O gün gelirse Arap siyasetinin buna nasıl tepki vereceği bilinmiyor. Arap Birliğine geri dönüş Şam’ı tabi rahatlatmadı ama yine de bir adımdı. Arap siyaseti İran-İsrail kutuplaşması üzerinden bölünürse Suriye için atılan adımın hiçbir anlamı kalmayacak. Ayrıca, Şam Trump’ın yaratabileceği akıl karışıklığından ve İsrail-Hizbullah/İran restleşmesinden faydalanabileceğini de düşünebilir. Unutmayalım Rejim Suriye’ye hâkim değil. Hadi Rusya ve İran belli dengeler çerçevesinde Rejim hakkimmiş oyunu yapabilir ama ABD’nin küçük varlığı etkili bir biçimde Suriye’yi bölüyor. Trump’ın İran gündemi Tahran’ı başka bir kapışmaya çeker, ABD askeri için riski azaltmak için sahadan çekilme sinyali verirse Türkiye de PYD ile doğal olarak mücadele edeceğinden Rejim kendine bir alan açılacağını düşünebilir. Ne Ankara ne de Şam bu şansı tepmek istemiyor ama şansı tepmek istememek ile süreç üzerinde anlaşıldı, tarafların ne istediği net ve konjonktürdeki diğer aktörlerin (Rusya, İran, ABD) aralarındaki pazarlığın nereye evrileceği çok net demek değil. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile görüşmesi sonrasında da sıcak mesajlarını tekrarladı. Terör örgütlerinin süreci provokasyonlarla bozma riskine ve buna izin verilmeyeceğine dikkat çekti. Yani Şam ve Ankara’dan siyasi kararlılık mesajı gelmeye devam ediyor. Ama Sayın Erdoğan’ın bir vurgusu daha çok önemliydi ve göz ardı edilmemeli: “Suriye'nin demokratik altyapısının inşası, kapsayıcı ve onurlu bir barışın sağlanması ve tüm bunlara Suriye'nin toprak bütünlüğü temelinde yaklaşılması önemlidir… Adil, onurlu ve kapsayıcı yeni bir toplum sözleşmesi temelinde kucaklaşan, müreffeh, bir ve bütün Suriye'nin her zaman yanında oluruz. Yeter ki Suriye, bu büyük kucaklaşmayı başlatsın ve her alanda toparlansın." dedi Sayın Erdoğan. Bu sözlerin Suriye’nin ekonomik altyapısının insanın yaşamasına elverecek kadar güçlendirilmesi için beraber çalışmaktan daha ötesinde bir şeyi ima ettiğini anlıyoruz. Uluslararası toplum Cenevre sürecini, 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararını filan unutmuş görünüyor, Rusya zaten dünden unutmaya teşne idi filan ama bu sözler Türkiye’nin bu esasları ve süreçleri unutmadığını gösteriyor. Şam Rejimi bu noktada çok önemli bir karar verme aşamasında, bu kararı vereceğine yönelik yüzde yüz bir garanti vermek de-ki Ruslar tüm ikna çabalarını harcalar mı bu sorunun cevabı da çok belli değil- mümkün değil. Ben Türkiye’nin bu siyasal irade beyanlarının yaklaşan NATO zirvesi öncesinde geldiğini unutmayanlardanım. NATO geçtiğimiz senelerde Türkiye’nin ittirmesiyle terörle mücadeleden, Türkiye’nin terör kaygısından filan bahseder hale gelmişti. Şimdi NATO kendi belirsizlikleriyle Trumplı bir döneme doğru ilerlerken bu gündem maddesini perde önüne taşımakta zorlanıyor. Ankara’nın adımları hele ki içinde Rusya’nın geçtiği adımları, Suriye-Irak özelindeki adımları NATO’ya çok ciddi hatırlatmalar diye düşünüyorum. Bu hatırlatmaların -minimum seviyede de olsa- bir etkisinin olacağını da düşünüyorum. Devamı gelecek haftaya, NATO Zirvesi’nden sonraya…