Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de kurmaya çalıştığı stratejinin geldiği boyut geçtiğimiz hafta yaşanan tartışmaların odağındaydı.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kurmaya çalıştığı stratejinin geldiği boyut geçtiğimiz hafta yaşanan tartışmaların odağındaydı. Zira, Atina, Fransa ile imzalanan Savunma ve Güvenlik Alanlarında İşbirliğine Yönelik Stratejik Ortaklık Anlaşmasının Yunanistan Parlamentosu’nda onaylanmasından hemen sonra ABD ile de daha önce var olan Savunma Anlaşması’nı yeniledi ve genişletti. Bu iki gelişmenin art arda gelmesi, Yunanistan’daki hükümet tarafından Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki konumunu güçlendiren süreçler olarak bir zafer havası içinde karşılanması hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de hararetli tartışmaları alevlendirdi. Bu tartışmalar, istatistiki bilgiler verilerek iki ülkenin hava ve donanma güçleri, savaşa hazır olma kapasiteleri karşılaştırılarak yapılıyor. Mesele de genellikle Yunanistan’ın silahlandırılması ve ABD üslerine ev sahipliği yapması hasebiyle artırdığı caydırıcılığın çeşitli senaryolar dahilinde Ankara’nın hareket kapasitesini nasıl etkilediği üzerinden gündeme getiriliyor. Hemen belirtelim, bu tartışma çok da yanlış bir tartışma değil ve aralarında çeşitli sorunlar yaşayan iki komşu ülke arasındaki güçler dengesi üçünü tarafların bir tarafı silahlandırması ile dikkatlerin odağı haline geliyorsa ilk akla gelen hususun Ankara-Atina güç dengesi olması şaşırtıcı değil.
Türkiye takıntısı
Daha ötesi, bu karşılaştırma, yani Ankara’nın caydırıcılığına karşı Atina’nın caydırıcılığı karşılaştırması Yunanistan’ın tüm bu anlaşmaları oturttuğu genel algı çerçevesi. Aslında Atina’nın Doğu Akdeniz’de artan gücü konusunda Miçotakis ve Dendias orada burada söylev verirken, Doğu Akdeniz’de East-Med boru hattının geçeceği güzergahta deniz dibinde araştırma yapmak için Yunanistan, GKRY ve İsrail tarafından kiralanan Malta bandıralı bir araştırma gemisinin Türkiye’nin deniz yetki alanlarına yönelik ikinci tecavüz girişimi de ilki gibi Türkiye tarafından engelleniyordu. Kısaca sahada Türkiye savunmada olan taraf ve Türkiye’nin caydırıcılığı işliyor. Yani Yunanistan siyasi otoritelerinin anlattığı hikâye (revizyonist rakip, caydırıcılığı zarar gören yardıma muhtaç Yunanistan hikayesi) sahada bir gerçekliğe oturmuyor. Yine de Yunanistan şuna güveniyor: “Algı her şeydir”. Dolayısıyla Atina, stratejik seçiminin sadece Yunanistan-Türkiye odaklı tartışmalarla geçiştirilmesini ve Atina’nın yolunun açabileceği sorunların hiç gündeme gelmemesini umuyor.
NATO için problemli bir strateji
Oysa Atina’nın seçimi sanıldığından daha çok problem üreten bir tercih. Öncelikle Atina’nın yapmış olduğu son iki savunma işbirliği anlaşmasından “Türkiye” faktörünü çıkarttığımızda elimizde kalanlara bakalım. İlk olarak Fransa ile yapılan anlaşma Yunanistan’ın alacağı hava ve donanma kabiliyetlerini mümkün kılan bir işbirliği anlaşmasının ötesinde bir savunma paktı hüviyetine sahip gibi duruyor. Bu konuda hala net olmayan hususlar var ama dedik ya algı her şeydir. Miçotakis, "bir saldırı halinde Avrupa'nın tek nükleer gücü ve BM Güvenlik Konseyi'nin daimî üyesi olan tek Avrupa Birliği ülkesi (Fransa) ülkemizin yanında olacak” dediği anda Fransız caydırıcılığının bir parçası olduğu izlenimini de veriyor, vermek istiyor. Yunanistan NATO müttefiki olarak NATO yaygınlaştırılmış caydırıcılığının zaten bir parçasıydı. Ayrıca NATO bir güvenlik topluluğu yani müttefikler arasındaki sorunların güce başvurmadan çözülmesi esas. Yaygınlaştırılmış caydırıcılığı ve güvenlik topluluğu fikrini NATO’nun elinden alırsanız ortak karargâh altında hareket etme gücüne sahip NATO fikrini de ortadan kaldırırsınız.
Biden sorunu
Zaten Fransa-Yunanistan anlaşması Avrupa stratejik özerkliği yolunda atılmış bir adım olarak duyuruldu. Paris, İngiltere ve ABD’nin ardı ardına AB ve Fransa’ya attığı çalımların intikamını almaya mı çalışıyor diye sorulabilir. Eğer Biden yönetimi Fransa ve AB ile ilgilenseydi -en azından- bu soruyu sorabilirdi. Ama Biden’ın zihni iki nahoş gerçeklik arasında bölünmüş durumda. Bir yandan ABD ara seçimleri yaklaşıyor. ABD’de kimsenin Biden yönetimi Çin’i hangi kahramanca stratejilerle durdurmuş meselesi ile ilgilendiği yok. Herkes varsa yoksa vergiler artırılsın mı, artırılmasın mı diye tartışıyor. Sosyal politikalar ve ekonomik canlanma arasındaki karışık ilişki ABD Demokratlarını sağ ve sol eksende bölüyor. Biden kime yaranacağını şaşırmış, mutsuz kamuoyu yoklamalarında düşen popülaritesine bakıyor. Öte yandan Biden’ın dış politika ekibinin Asya’da Çin üzerinden tetiklediği sürecin Tayvan’da gerçek bir tırmanmaya neden olma ihtimali var. Eğer sonuç 1990’larda olduğu gibi ABD caydırıcılığının tesisi ve Pekin’in sınırlanması ile sonuçlanacaksa, “küçük bir tırmanma” ABD’ni çok üzmez. Ancak, Çin’in asimetrik kapasitelerini de yok saymamak gerekir. Sonuçta ABD caydırıcılığının yenilmeyeceği ama Çin için gövde gösterisine dönüşecek bir sürecin önünü açma riski de var. Bu sorularla meşgul ABD stratejik zihnini, Fransa’nın “Akdeniz AB’nindir” deme tutkusu hiç ilgilendirmiyor. Bir zahmet konuyla Londra ilgilensin. Paris kendini Akdeniz hayallerine kaptırmış olabilir ama Güney Kıbrıs’taki İngiliz üsleri Paris’e Brexit’ten itibaren çok şeyin değiştiğini hatırlatıyor. Bu Trump’ın cesaretlendirdiği, Biden’ın körüklediği bir kaos ortamı. Tabi bu arada Moskova’ya da yanlış mesaj vermemek lazım.
ABD’nin hedefi Rusya
Bu yüzden ABD, Yunanistan’ın Blinken-Dendias görüşmesi ve yenilenen iş birliği ve savunma anlaşması üzerinden gerçekleştirdiği şova engel olmadı. Atina, adını açıkça zikretmeden Ankara’ya karşı, Meriç, Dedeağaç, Girit ve diğer noktalara konuşlandıracakları Amerikan üs ve askeri teçhizatını ballandıra ballandıra anlatırken, ABD Kremlin’in aslında esas hedef olduğunu bildiğini biliyor. Nitekim konuyu değerlendiren bazı uzmanlar ABD planlarında stratejik bir değişiklik olduğunu ve ABD’nin Doğu Akdeniz-Karadeniz’de Rusya’yı sınırlandırma anlamında kilit üs ülkesi olarak Yunanistan’ı seçtiğini söylüyorlar. Ankara ile karşılaştırıldığında Atina’nın stratejik özerklik hayali kurmadığı, daha çok başka aktörlerin vekili olarak hareket etmeyi seçtiği, kısaca Washington açısından daha kolay bir aktör olduğu muhakkak. Atina’nın elinde Türk Boğazları olmasa da bu kolaylık Washington için “sahayı boş bırakmadığı” mesajını Rusya, Fransa ve Brüksel’e duyurmak için yeterli. Ötesinde bir düşünce ABD, Çin ve ekonomi sorununa gark olmuşken Biden yönetimi için bir lüks. Ancak NATO içerisinde bu tür ikincil savunma ittifaklarının kurulması, NATO İttifakını esnekleştirir.
Esnek ittifaklar bugünün gerçeği ama NATO özel bir örnek. Çok esnekleştirirseniz, bir bakmışsınız NATO ittifakının altı iyice boşalmış. Atina kavuşmuş olduğu “cici silahlar”, Paris ve Washington’un siyasi desteğini arkasına aldığı algısı ile mutluluktan sarhoşa dönmüş olabilir ama Atina’nın yolu NATO’nun zayıflamasına, içinin boşalmasına çıkıyor. Eğer bu algı güçlenirse NATO ittifakı nedeniyle kendini sınırlandıran rakip ve müttefikler daha özgür hareket edeceklerdir.
Silah silahtır
Atina Türkiye karşıtı maksimalist bir politika kurgulamak ve bu kurguyu mümkün kılmak için ABD’nin ve AB üyesi bazı ülkelerin kendi ulusal amaçlarının aracı haline gelme politikasını yeni benimsemedi. ABD ve Fransa sahneye çıkmadan önce GKRY üzerinden Rusya’ya, sonra İsrail, Mısır, BAE ve bilumum ülkeye göz kırpıldı. Bu arayışlara rağmen Yunanistan’ın gerek deniz yetki alanlarının paylaşımı üzerinden TC ve KKTC’yi sınırlama isteğinin de, East-Med boru hattı üzerinden AB için bir doğal gaz çıkışı olma isteğinin de henüz gerçekleşmediği bir noktadayız. Hatta bu alanlarda Atina’nın mesafe kat etmesi hem Ankara’nın savunma kapasiteleri hem de piyasa koşulları nedeniyle giderek imkânsız hale geliyor. Atina’nın en önemli kazancı silahlar, daha çok silah, daha çok silah. Bir kısmı borçlanarak alındı, bir kısmı başkasının silahı ve Moskova’yı hedefliyor. Ama sonuçta “kedi kedidir”, “silah da silahtır”. Dolayısıyla Ankara’yı yakalama hayalleri kuran, bu uğurda borçlanarak silah alan, maksimalist eğilimlerini saklamayan Yunanistan’ın eline verilen silahı, NATO’nun altı boşalırken, Paris üzgün, Washington’daki demokratlar ABD sosyalizmini tartışmakla meşgulken Ankara yanlış anlayabilir. Bu yanlış anlama ne Atina’nın ne de Ankara’nın ulusal özelliklerinden kaynaklanıyor. Güvenlik ikileminin özüdür bu “yanlış anlayabilme” hali. Bu nedenle AB ülkeleri ve ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kaygılarını yatıştırıcı bir adım atması bir zaruret. Aksi bir durum, Batı için korkunç bir stratejik hata olur. Atina’nın yolu da gelecekte bu stratejik hatanın sonuçlarıyla birlikte hatırlanır.