Bugün gerçek anlamda Batı'nın ne olduğunu, Batılının kim olduğunu anlatmaya çalışacağım?
Peter Handke adında Avusturyalı yazara verilen 2019 yılı Nobel Edebiyat Ödülü münasebetiyle geçen hafta Cuma günü bir yazı kaleme almıştım. Bu ödülü veren Batı uygarlığının temellerini kavramadan olayları doğru değerlendiremeyeceğimizi belirtmiştim. Daha sonra da “Bizim toplumumuzda Batı nasıl biliniyor?” sorusuna cevap vermeye çalışmış ve bizdeki çarpık Batı algısını kendimce izah etmiştim.
Bugün gerçek anlamda Batı’nın ne olduğunu, Batılının kim olduğunu anlatmaya çalışacağım? Göreceksiniz ki olumlu ve olumsuz yönleriyle Batılı dediğimiz tipin özellik ve nitelikleri kafamızda canlandırdığımız Batılı tipiyle hiç benzeşmemektedir. O zaman, başlayalım.
BATI UYGARLIĞININ İKTİSADİ KÖKLERİ
Batı uygarlığı ve Avrupa uygarlığı Avrupa kökenli veya Avrupa ile özdeşleşmiş sosyal normlar, ahlaki değerler, gelenek ve görenekler, inanç sistemleri, zanaat ve teknolojilerin mirasından ibarettir. Bu terim, aynı zamanda göç, sömürgecilik veya kültürel etki yoluyla tarihleri Avrupa ile kuvvetli bir şekilde ilintili olan Avrupa ötesindeki bazı ülkelere de uygulanabilir. Örneğin Batı uygarlığı Kuzey ve Güney Amerika, Okyanusya kıtalarındaki ülkeleri de içerir ki, bu ülkeler dilleri ve etnik yapılarındaki çoğunluk itibarıyla Avrupa kökenlidir. Batılıların kendi ifadeleri ile Batı uygarlığı Yunan ve Roma köklerinden büyümüş ve Yahudi – Hristiyan itikadı ile şekillenmiştir. Buraya kadar saydığım üst yapı kurumlarıdır. Ancak her toplumun üst yapısını belirleyen bir iktisadi altyapısı vardır.
Bundan 15 sene kadar önce bir ABD’li iktisat profesörü İstanbul Üniversitesi’nde bir konferans vermişti. O konuşmasında uygarlığın temellerini özel mülkiyet, fikir ve girişim hürriyeti ve rekabet kültürü olarak adlandırmıştı. Ben de taze bir asistan olarak ona İngilizce şöyle bir soru yöneltmiştim: “İçinde bulunduğunuz bu oda ve bina (Üniversite’de Enver Paşa’nın eski makam odası, DMD), çevrenizde gördüğünüz muhteşem mimari eserler ve bu ülkede yüzyıllar boyunca hükmetmiş (Konstantin’den bu yana Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları) toplumlar özelden ziyade ortaklaşa mülkiyete, rekabetten ziyade dayanışmaya dayalı idi. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?” deyince bana “Siz Marksist misiniz?” diye, bir soruyla mukabele etmişti. Aslında Hoca bir açıdan haklıydı: Bu uygarlık tanımı bütün insanlık tarihi için değil ama Batı diye bildiğimiz tarihsel birikim için geçerliydi.
Benim görüşüme göre Batı uygarlığının temellerini oluşturan temel bazı kavramlar vardır. Bu kavramlar da bugün bildiğimiz Batı uygarlığını oluşturan iktisadi altyapının temellerine etki etmiştir. Bana göre Batı’nın iktisadi altyapısına etki eden bu kavramları şöyle sıralayabilirim: Tümevarım, materyalizm, akılcılık ve indeterminizm. Bu kavramlar Batılı insanın hayata bakış açısını belirleyen temel değerlerdir. Öte yandan, bu dünya görüşünün iktisadi yansıması bireycilik, rekabetçilik, işbölümü, uzmanlaşma ve standartlaşma olarak yansımıştır. Bu iktisadi temellerin üzerinde de kapitalizm gelişmiştir. Ne Roma, ne Yunan, ne Hristiyanlık ve Yahudilik bugün bildiğimiz Batı’yı oluşturmuştur. Bugün bildiğimiz Batıyı Batı yapan kapitalist üretim biçimidir. Kapitalizmi yaratan etkenler, Roma ve Yunan kültürünü, Yahudilik ve Hristiyanlığı dönüştürmüş ve kendine benzetmiştir. İsterseniz bu kavramları ve iktisadi temelleri kısaca açıklayayım.
Tümevarım: Tümevarım bir olayı incelerken parçalardan bütüne gitmek anlamına gelir. Batı insanının olaylara bakışı tümevarıma uyundur. İlk önce incelenecek olgu parçalarına ayrılıp tanımlanır, sonra bu parçalar birleştirilerek bütünün tanımlanması yapılır. Batı biliminin bugün geldiği nokta ise tamamen bu tümevarım yönteminin sonucudur. Bu yöntem diğer kavramlar için de temel teşkil etmektedir.
Materyalizm: Materyalizm maddenin doğadaki temel unsur olduğunu ve bütün eşyanın ki, bu aklı ve zihni durumları, inanç, ilham ve duyguları da içerir, maddi ilişkilerin sonucunda oluştuğunu savunan bir felsefi monizm olarak tanımlanabilir. Materyaliste göre, madde dışında hiçbir şey yoktur, insanın duyguları ve düşünceleri birer kimyevi reaksiyon ve Tanrı inancı bir ruh hastalığıdır. Bu bakış açısı Hristiyanlıktan çok barbar Âri paganlığına uygundur.
Akılcılık: Felsefede akılcılık aklı bilginin yegâne kaynağı ve sınaması olarak kabul eden epistemolojik bir görüştür. Daha formel olarak ifade edersek akılcılık gerçeğin kriterinin duygusal ve tümdengelimsel olmadığı aksine zihni ve tümevarımsal olduğu bir yöntemdir. Bir akılcı için evreni kavramanın ve anlamanın tek yolu insan aklının işletilmesidir. İnsan aklı gerçeğin yegâne ölçüsüdür. Dolayısıyla maneviyat, erdemler, daha büyük ve aşkın bir bütünün parçası olmak gibi düşüncelerin hiçbir geçerliliği yoktur.
İndeterminizm: İndeterminizm olayların bir sebep sonuç ilişkisi ile bağlı olmadığı, evrenin bir sebebinin olmadığı, insan bireylerinin yaşam ve kaderlerinin sadece kendi iradeleriyle şekillendiği düşüncesidir. Bu anlamda gerek evrensel gerek de bireysel açıdan kader inancını reddeder.
Yukarıdaki kavramlar bize aslında evrende ve insan toplumlarında bir bütünlük olmadığı, insanın hayatının ve kaderinin kendi kararlarıyla belirlendiği, evrende elle tutulan gözle görülen varlıklar dışında bir gerçeğin olmadığı, böyle bir ortamda bireylerin sadece kendi akıllarını kullanarak hayatta kalma mücadelesi verdikleri görüşlerine temel teşkil eder. Böyle bir dünya görüşüne sahip bireyler, dünyayı hayatta kalmak için mücadele edilen, güçlü olanın var olduğu ve zayıf olanın tasfiye olduğu, insanların sadece kendi bireysel çıkarlarına göre karar alması gerektiği kanlı bir savaş meydanı olarak görürler. İngiliz atasözü bu bakışı çok güzel özetler: “Might is right! / Güç haktır!”
Böyle bir dünya görüşü bencil ve her türlü ahlâki kaideden azade bireylerin sadece kendi çıkarları için karar almasının herkes için en iyiyi sağlayacağını (bireycilik ve özel mülkiyet), güçlü olanın yaşadığı ve zayıf olanın yok olduğu bir toplumun ilerleme için yegâne koşul olduğu (rekabetçilik), herkesin en iyi yapabileceği işlerde uzmanlaştığı ve toplumsal rollerin bu kritere göre belirlendiği (işbölümü) ve nihayetinde hem düşünce hem de her çeşit ürünün üretiminde işbölümü ve uzmanlaşmanın zorunlu olduğu ve bunun sonucunda düşünce, birey ve ürünlerin işbölümüne göre standartlaştığı bir iktisadi yapıyı doğurur. Nitekim böyle olmuş ve kapitalizm doğmuştur.
Batı toplumlarının on sekizinci yüzyıla kadar insanlığa verdiği katkılar eşkıyalık, katliam ve gasptan öteye gitmez. O zamana kadar medeniyet ve uygarlık deyince akla Batı değil Doğu ve Akdeniz gelmektedir. Roma ve Yunan toplumları Akdeniz kültürü ile doğu kültürünün harmanlanmasından ortaya çıkmıştır. Bu toplumlarda kendilerine has bir erdemler kümesi, ahlaki değerler bütünü bulunmaktadır. İnsanı doğanın bir parçası olarak gören ama doğayı da daha geniş aşkın bir gerçekliğin uzantısı olarak tanımlayan Roma ve Yunan kültürü ile Kapitalizm ve emperyalist Batıyı doğuran Aydınlanmanın birbiri ile hiç de uyuşmadığını söyleyebilirim. Ama tarih yazıldığı topluma ve zamana göre farklı yazılır. Batılı bilim adamları kendilerine geçmişte bir baba aramışlar, Yunan ve Roma’yı da buna göre yeniden tanımlamışlardır. Aynı şey Hristiyanlığın başına gelmiş, ruhani, maneviyatçı, çileci ve kaderci bir doğu dini olan Hristiyanlık Batı’da çıkarcı, servet ve dünya iktidarı peşinde koşan bir pagan dinine dönüşmüştür. (Not: Ortodoksları ve Doğu Kiliselerini Batı Hristiyanlığından ayırmak gerekir, DMD.)
Şimdi barış, demokrasi, insan hakları, kardeşlik ve saire diyerek “Batılı paydaşlarımızla aynı safta olmamızı”, “yeryüzü gerçeklerine uymamızı” ve “medeniyet ve terakkinin izinden gitmemizi” savunan bizdeki saftirik Batıcılara söylüyorum: Batı uygarlığı eşitsizlik, gayr-ı ahlaki bireycilik, zayıfların tasfiyesi ve çıkarcılık üstüne kurulmuştur. Bunları bilirseniz Batı toplumlarında şu sıralar yeniden depreşen bağnazlık, tutuculuk ve ırkçılığı anlamlandırabilirsiniz.
Buradan devam edeceğiz.