Hayatımıza bazen öyle kavramlar girer ki üzerinde düşünmeden kabul eder ve ezberden tekrar edip dururuz.
Hayatımıza bazen öyle kavramlar girer ki üzerinde düşünmeden kabul eder ve ezberden tekrar edip dururuz. Değişim kelimesi de son zamanlarda bu düşüncesizliğin kurbanı olan kavramlardan biri oldu. Bir ara sevgili değiştirmek denilen bir olay vardı. Bütün magazin dünyasını esir almıştı. Bu türden haberler ‘gömlek değiştirir gibi sevgili’ değiştirmek kavramı ile de açıklanarak durum yadırganırdı. Ama şimdi kimse fark etmiyor belki, artık bu durum için söylenen bu kavram hayatımızdan çıktı. Çünkü magazin dünyasında sevgili değiştirmek veya sürekli evlenip boşanmak gibi değişikliğe sebep olan durumlar artık yadırganmıyor. Çünkü normalleşti. Böyle bir örnek ile başlamak durumunda kaldığım için üzgünüm ancak medya eliyle bazı kavramların nasıl çiğnenip atıldığını görmek bakımından yerinde bir örnek oldu. Son zamanlarda seçimle birlikte değişim, değiştirmek kavramları hızlı değişen dünyanın ana akım kavramları arasına fütursuzca girdi. Artık her şeyi değiştirmek istiyoruz. Çünkü elimizdeki cep telefonundan sürekli değiştirebildiğimiz bir dünya var. Bu hak elimizde artık, neden değiştirmeyelim. Öyle değil mi?
Sıkılıp bıkmak
Her şeyden hızlıca bıkılıyor. Bir şey uğruna mücadele edip uğraşmak yerine yenisi var değiştirelim mantığı seçiliyor. Seçimler çok, olanaklar fazla olunca alternatifler arasından seç seç, beğen. Mahkûm değilim, değiliz ezberleri etrafta sloganlaşıp imajlara dönüşüveriyor. Ancak hakikatini sor bakalım cevap alamıyorsunuz. Ya da aldığımız cevap son derece yüzeysel. İşte artık sıkıldık, bıktık, deniliyor. O zaman şu soruyu sormak gerekiyor. Neden değişim? Değişim de önemlidir ve yerinde olduğu zaman anlamlıdır ve gereklidir de. Çünkü hepimiz bir değişim içindeyiz. Hayatın doğal akışı içinde değişiriz. Değişmeliyiz de ama ne uğruna?
Yanlışı terk etmek
Yanlışı başka bir yanlışla değiştirmek değildir değişim. Mesele yanlışı terk edip doğruyu bulmaktır. Doğruyu bulup hayatımıza sabit kılmaktır. Sadece değişmek için değişim istemek ve bazı sloganların peşinden gitmek hakikati ıskalayıp yanlışın kucağına düşmek demektir. Bu durumlarda ödenecek değişimin bedeli ağır olur. Değişmek çağın gereklerini iyi tespit edebilmek demektir. Geleceği görebilmek, sadece kafa gözü ile değil kalp gözü ile de görerek gelen değişimin rüzgârını iyi okuyabilmek ve buna göre yeniliklere hazır olmak demektir. Değişmek yenilenerek olur. Değişim bir anda bugünden yarına olmaz. Değişim istemek önce kendimizden başlar. Kendini değiştirmeyen birinin etrafındaki her şeyi değişmeye zorlaması doğal değildir. Zorlama değişim insanın tabiatına ters tepebilecek isyanları da beraberinde getirir.
Kendi dünyanı değiştir
Sonra sözler ve kavramlar imajlarla yeri değiştirilerek içi boşaltıldı. Çağımızın en büyük sıkıntısı düşünmekten kaçınmak. Çünkü kolayı varken, hazırı varken, başkaları benim yerime düşünmüşken neden kendimi zorlamalıyım gibi bir takım sığ boşluklara düşülüyor. Organik olmayan değişim her şeyi topyekûn yakar, yıkar. Faydalı olanları da arada ezer geçer. Düşüncelerimizi, kararlarımızı neyle beslediğimizi biliyor muyuz? Değişim derken neyi tam olarak istediğimizi biliyor muyuz? Ya da şöyle sorayım günümüz insanı neyin değişmesini istiyor? Belki de değişmesi gereken öncelikle kabul etmesi zor olan kendi değişimidir. Kendi zaaflarımızı görebilmek onların değişiminden başlamak aslında dünyanın da değişeceğine inanmaktır. Her şeyi olduğu gibi değiştirmek gibi bir ütopyanın peşinde değiliz. Ancak bir değişimin gereklikleri nedir, neden değişmeliyiz, nasıl değişmeliyiz ve biz değişirsek dünya nasıl değişir sorusunun cevaplarını aramalıyız. Hepimiz kendi dünyalarımızın kurucularıyız. Önemli olan öncelikli olarak kendi dünyamızın değişimine ön ayak olabilmektir vesselam.
EKİP ÖNEMLİDİR
Kollektif ruha inananlardanım. Zor da olsa ekip ile çalışmayı, ekip ruhuna inanırım. Çok zordur. Çünkü iyi bir idarecilik ve koordinasyon yeteneği gerektirdiği kadar insanların nasıl yönetilmesi gerektiğini de bilmek gerekir. Bireyselcilik kısa vadede başarı getirebilir. İşleri hızlandırabilir ancak uzun vadede kesinlikle herkes ister iş yerinde ister projelerde isterse en basit haliyle ev hayatında bile ekip ruhu başarıyı kalıcı hale getirir. İlişkileri güçlendirir, toplumları birbirine kenetlendirir. Özellikle hükümet gibi büyük yapılı organizasyonlarda ekibi oluşturan kişilerin ehliyetleri kadar uyumları da iletişimin en önemli konusudur. Uyum demek ekip çalışmasında güzel ve doğru sözleri akıllıca söyleyip insanları motive edebilmek ve aynı davaya kilitleyebilmektir. Hükmetmek lider olmanın en önemli özelliklerinden biridir. Her insanın yapısı farklıdır. Ekipteki herkesin nasıl bir yapısı olduğunu bilmek liderin en iyi bildiği şeydir. Birine sert çıkmanız geri teper. Ama diğerine de sert çıkmazsanız o da ekibin çalışma düzenini olumsuz etkiler gibi herkesi adeta bir yapbozun parçasını nereye koyacağını ezberden bilir. Bunun için hassas bir terazisi olmalı liderin. O yüzden herkes ekip yönetemez. Hükümetimizin yeni ekibi bugüne kadar gelmiş geçmiş en iyi ekip olacağı inancındayım. Tabii bizim de seçmen olarak ekibin doğru yanları kadar yanlış yanların da eleştirerek doğruyu bulmaları konusunda desteklerimiz olacaktır. Yeni hükümetimiz hayırlı uğurlu olsun.
UZAKLARDAYIM
Kendime uzak herkese daha da uzak diyarlardayım. Bir süre yokum dostlar. Siz beni en iyisi gönlünüzde arayın, bakın bakalım ben neredeyim? Bulutlardan da yükseklere erişilmeyen yerlere gitmek ve kaybolmak üzere gidiyorum. Tekrar kendimi bulacağım. Bu arayışta tek başına değilim. Eşlikçim kılavuzum kalbim, yazılarım ve uzaktan baktığım canım ülkem olacak. Ne olursa olsun, nasipse tekrar döneceğim. Yenilenmiş kalbim ve ruhumla, dingin düşüncelerim ve berrak bakışlarımla tekrar aranızda olacağım. Gitmek, ara sıra kaybolmak gökyüzünde, kaçmak kalabalıklardan ve yabancı olmak başka yerlerde sular durulsun diye bir ihtiyaç. Nefes alışverişimiz düzelsin ve yine dostları özleyelim, çay, kahve içelim muhabbet sohbet edelim. Ama şimdilik kısa bir ara, bana müsaade. Lakin yoruldum ama bir o kadar da heyecandan yoruldu kalbim. Uzaklarda aramayın beni siz, yine de gönüllerde yer etmişsem sizinleyim. Dua edelim birbirimize yakında buluşalım. Uzakları yakîn eyleyelim.
KONUK YAZAR
ELİF SABIR
Damlasında deryayı bulanlar
Kâinattaki her şey,
bir başka şeyde,
başka başka tezahürlerle
var olabiliyordu.
Deniz, kayalar sayesinde sesini tercüme imkânı buluyor,
Kuşlar, uçuşların keyfini güneşin sunduğu renklerde süzülürken yaşıyordu.
Kim bilir ne anlatıyordu dümenler kaptanlara?
Kıyılar, açıkların özlemiyle ne zamandır yanıp tutuşmaktaydılar mesela?
Bunca tezâhür, tefekküre davet ederken tecellinin noksanlığından bahis açılabilir miydi dersiniz? Hangi cân, cânân addettiğini toprakla buluştururken esas firak edenin kendisi olduğunun idrakindeydi? Göğsünü ufukların nidasına açan kişi, hangi siperi korunma aracı olarak tayin ederse etsin korunmasına tevfiki sipersizlikten buluyordu. Siperler tabiatına muvafık hareket etmemek pahasına tecellinin ebedi darbelerine râm olmuşken siperi taklide yeltenmek taklitlerin en muteberiydi belki de…
Her idrak, kaçışların hizmet ettiği vuslatlara nişan dikmeliydi! Attığımız ok, hedefine saplandığında dökülen kanlara ah ü vah edeceğimize aşk temreninin buluştuğu candaki ilahi sesine kulak kesilmeliydik.
“Bu benim başıma neden geldi?” Sorusu, isyana değil bir uyanışa hizmet etmeliydi. Çıktığımız “yaşamak” adlı seferin heybetli adımları Yunus’un diliyle konuşup;
“Gözüm içinde sensin bile bakan
Eğer sen bakmasan yolum görünmez”
Derken de yolumuzda kandil görevi görmeli ve daha emin adımlarla ilerlemeliydi başlangıç noktasına…
Ve dahası, görünenin ardındaki mânâya dikkat kesilen tüm idrakler için mücbir addedilenler, yerini teslimiyetin rehavetle karıştırılmayanına bırakmalıydı!
Kıyılar, açıklardakilerin tek kurtuluşu addedilmişken Nâbî’nin asırlar öncesinden ses verdiği;
“Müstağrık-ı hakikat, meyl-i kenârı neyler?”
mısrasındaki hikmetle buluşmalıydı “olmazsa olmazlar”ın insanı…
Hakikate dalanların gözü sahili arar mıydı sahiden? Oysa hakikat, bağrına kıyıyı da açığı da basacak kudretteydi. Ancak bizler bazı kurtuluşların bünyesinde barındırdığı hapis tuzağını da görmezden gelip zuhur edeni ıskalamıştık. Zaten hakikat denizinde bir kurtuluş addedilen sahil, denizin kendisi değilse hakikate riya gölgesi düşmez miydi?
İstiğnalar, feragatleri bağrına basmadan o yüce istinatgaha yani gönle yerleşemiyordu. Sonsuz feragatleri gönlümüzde yeşerteceğimiz nice firakla, vuslata dahil olmayanları yolumuzdan ayıklayabilmek dahi bir hamd ve şükür sebebiydi.
Tefrik yani ayırt etme, farkı görme mühim bir hadiseydi. Bütünü kavramak için zerreden haberdar olmak icap ederdi. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edebilmek aynı zamanda büyük olanın anlamak için küçük olanı idrak etmenin veyahut tam tersinin gereğini de izah ederdi.
“Damlasında deryayı bulan gelsin bu meydana”
Diyen Niyazi-i Mısrî’nin dizelerinde vücut bulan da temyiz edebilmenin değerine işaret ediyordu şüphesiz. Deryasında kaybolanları kınarken damlasında boğulanlara suç isnat ederken evvela kendi serencamımıza bir bakalım. Zira tefrik ve temyiz kudreti her insana bahşedilse dahi bu ihsana müyesser olmak dahi bir uyanışın eseri olsa gerek.
“Ruhunu cisminden ayırmayı biliyor. Bu büyük bir hüner ve kâfi bir fazilettir.” diyen Ahmet Haşim ile “Kalıbın toprağa girerse canın göklere ağar. Hırkan yırtılırsa meraklanma, canına yokluk yok senin!” diyen Hazret, tefrik ettikleriyle aynı şeye işaret ederek ölümsüz olanı temyiz etmemiş miydi dersiniz?
Ve bir şeyi başka şeylerden ayırt edebilmenin hizmet ettiklerine nazar kılıp son söz kabilinden diyoruz ki;
“Farkı görmek, var oluşun ortak zeminini de görmektir.”
Sait Başer
DIŞ DÜNYADAN
Hazırlayan: Mürvet KARA
İfade ve inanç özgürlüğü her yerde
Okullarda kıyafet serbestliği konuşulurken gözden kaçan önemli bir nokta var. Giyim kuşam şeklimizin kültür dünyamızı yansıttığını unutuyoruz çoğu zaman. Oysa bir insan seçtiği kıyafetle dış dünyadaki insanlarda bırakacağı imajı belirliyor. Bu tercih bir şapka, bir başörtüsü veya bir kuş tüyü olabilir.
BBC’nin bir haberine göre; Kızılderili bir lise öğrencisi mezuniyet töreninde kutsal kartal tüyünü takmasına izin verilmediği için Oklahoma bölgesine dava açtı. Broken Arrow Devlet Okulları’nın mezuniyet töreni sırasında din ve ifade özgürlüğü haklarını ihlal ettiği iddia ediliyor. Okulun iki öğretmeni öğrenciyi şapkasındaki ‘süsü’ çıkarması için uyarmakla kalmıyor bununla beraber kartal tüyünü çekiştiriyor. Okul yetkilileri konuyla alakalı henüz medyaya açıklama yapmadı. Okula dava açan öğrenci, 3 yaşından beri kullandığı kartal tüyünün kendisi için hem kültürel hem de manevi değerinin olduğunu ve iki öğretmeninden 50 bin dolar tazminat talep ettiğini söylüyor.
İfade ve din hürriyeti insanların haklarından olsa da geçmişten bugüne çokça ihlal edilmiştir. Kızılderililer, siyahiler, Türkler, Müslümanlar gibi pek çok grup bu ayrımcılığa maruz kalıyor. Bir öğrencinin manevi değerlerini temsil eden kutsal eşyalarını üzerinde taşımak istemesi oldukça doğal bir durumdur. Okullarda kıyafet serbestliği konuşulurken bunun bir ayağı da kültürel kimlikler, inançlar ve bunların ifadesi olmalı. Dünyada bu konular zaman zaman konuşulsa da farklı dinlere ve kültürlere saygı duyma noktasında henüz iyi bir yere gelinmiş değil. Özellikle bugün özgürlükler diyarı olarak bildiğimiz Batı’nın buna neden hazır olamadığı ise başlı başına bir soru işareti.
ARTI EKSİ
Hazırlayan: Mürvet KARA
Seçim dönemlerinde insanların siyasi tercihleri üzerinden ayrıştığını gözlemliyorum. Bu seçim döneminde de insanların bir yarısı diğer yarısına kin besler gibi davrandı. Oysa biz hep birlikte yaşıyoruz bu ülkede. Ülkemizde karışıklıklar yaşandığında tüm negatiflikleri unutarak tek yürek oluyoruz. Sokaklarımızda, meydanlarımızda bombalar patladığında hepimiz yas tutuyoruz. Ya da bir maden faciası yaşandığında hep beraber üzülüyoruz. Çok yakın bir zamanda yaşadığımız depremi düşünelim. Depremzedelere kullanacakları oya bakarak mı yardım ettik? Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele dönemlerinde olduğu gibi yeniden tek yürek haline gelmeliyiz. Türk vatandaşları kullandıkları oyu memleketinin geleceğini düşünerek atıyor. Suret-i haktan görünenler ile vatandaşın samimiyeti arasında fark olduğunu unutmamak gerekiyor.
PERİSKOP
Hazırlayan: Mürvet KARA
Düşünce özgürlüğüne gölge düşüren veri ticareti
Geçtiğimiz yıl Instagram, Facebook ve WhatsApp Meta adında tek bir şirkette toparlanmıştı. Meta şimdi de Avrupa Birliği’nin veri hassasiyeti dolayısıyla gündeme geliyor. Avrupa Birliği’ndeki kullanıcıların verilerinin ABD’ye aktarılmasından dolayı Meta’ya 1,3 milyar dolar para cezası kesildi. Para cezasına ek olarak şirket, kullanıcı verilerini ABD’ye aktarmayı durdurmak zorunda kaldı. İrlanda Veri Koruma Komisyonu’nun kestiği ceza aynı zamanda verilerin korunması adına şirketlere verilen en büyük ceza olarak kayda geçti. Avrupa Birliği şirkete verileri aktarmayı durdurması için beş ay süre tanıdı. Meta ise veri transferi gerçekleştiren pek çok şirket olduğu için alınan kararın adaletsiz olduğunu bu nedenle karara itiraz edeceklerini kamuoyuna duyurdu. Teknoloji şirketlerinin insanların verilerini toplayıp satarak reklamcılık faaliyetlerine etki ettikleri biliniyor. Sosyal medyadaki verilerimiz önümüze çıkan bir reklamın şekillendirilmesi için kullanılıyor. Bu da en doğal taleplerimizden biri olan mahremiyetimize ve karar alma özgürlüğümüze gölge düşürüyor. Günümüzde düşünce ve ifade özgürlüğümüz düşüncelerimizin yönlendirilmesi ile engelleniyor.