5953 sayılı basın iş kanunda Türkiye'de yayımlanan süreli yayınlar, haber ajansları, fotoğraf ajanslarında ücret karşılığı çalışan her türlü fikir ve sanat işçisine gazeteci denilmektedir.

5953 sayılı basın iş kanunda Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, haber ajansları, fotoğraf ajanslarında ücret karşılığı çalışan her türlü fikir ve sanat işçisine gazeteci denilmektedir. Peki nedir bu fikir işçiliği? Bugün gazeteci olarak görev yapan ve fikir işçiliği tanımı içine dahil olmuş çalışanların bu tanım üzerinde düşünüyorlar mı? Ya da çalıştıkları gazete fikir açısından çalışanlarına nasıl bir misyon çiziyor? Bir gazeteci fikri olduğu için falanca gazetede çalışırken fikirlerinden dolayı (Elbette vatana kastedecek ve ahlaka aykırı davranış gösterenler hariç. Çünkü her şeyde niyet esastır) eleştiriliyorlar mı? En basit davranış modeli olan soru sorma, sorgulama ve fikir inşaa etme hakları olduklarını biliyorlar mı? Bilmeleri de yetmiyor günümüzde fikir üreten gerçek fikir işçileri takdir ediliyor mu? Yoksa birilerinin borozanı olmadıktan sonra sığınacak bir yeri olmayan gazetecilerden miyiz? Soruları üst üste koyduk mu gökyüzüne uzanır, biliyorum.

Fikrin çilesi

Gazetecilik salt haberi kopyala yapıştır değildir. Gazetecilik, olayın fikir ile yoğrulup işlenmesi meselesidir. Sırdan gibi gördüğümüz her gün ekranlara gazetelere verilen haberler dahil bunların veriliş şekli o kurumun fikrini ortaya koyar. O haberi olduğu gibi vermek ki bu bile tartışılır çünkü herkes aynı yere bakar ama herkes başka şeyi görür. Algıyı nereye çekmek istediğinize bağlı olarak durum değişir. Ancak günümüzde algı tek yerden yönetiliyor. Belirli haberleri acı, kan, gözyaşı ile soslayarak vermek habercilik oldu. Aynı haberi başka türlü görmek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla da her şey aynı oldu. Aynı olmak da bir başka tarafını görmeyi engelleyen ve fikir üretmeye mani olan yegane sıkıntıdır. Fikir çilesi çeken insanlar aynı olmaktan kaçarlar. Dolayısıyla böyle bir hassasiyetle gazeteciliğin yapılması toplumu da farklı ve zengin fikirlere yönlendirilmesi bakımından çok büyük yararı vardır.

Fikir taşımak

Çuvaldızı kendine batıramayan gazeteci mi olur demeyin. Oluyor. Gazetecilik fikir hammalığı veya fikir taşıyıcılığı değildir. Sürekli falanca adamı bunu demiş veya o fikrin o ideolojinin bayraktarlığını yaparak farklılaşamayız. Farklı fikirlere yer verme iddiasıyla yola çıkan medya gruplarının tüm elemanları bugün hemen hemen hepsi aynı sloganı atıyor veya attırıyor. Kendi fikri olmayanlar ancak başkalarının fikri ile var olma çabasıyla didinip dururlar. O kadar ki neredeyse artık o fikirleri kendi ürettiğini sanacak kadar komik duruma da düşerler. Yaşanmayan fikrin söylemi kimseyi etkilemez. Tedavülden kalkmış fikirler sözlüğüne dönen beyinler sayfalar dolusu laf salatası yayımlıyorlar. Haberciliğin bir fikri olması gerektiğini söyledik. Objektif gazeteciliği örnek alarak yola çıkabilirsiniz ve uygulayabilirsiniz, bu da bir seçenektir. Ama en büyük fikirsizliği bugün medya kurumlarımızın neredeyse hepsi yaşıyor. Aynıyı tekrar etmek hastalığının içinden çıkamamak. Aynı format TV programları, aynı konuklar, aynı sloganlar, aynı stüdyolar, aynı çekingeler, aynı sözler.

Fikir misyonerliği yapılmasın

Gerçek fikir işçileri fikrin misyonerliğini yapmazlar. Yani birilerinin ideolojileri ve menfaatlerini içinde saklanmış türlü hile ve göz boyama taktiği ile fikir yaymazlar. Fikir misyonerlik anlayışı içinde olacak bir şey değildir. Fikir ufuk açıcı olmalı. Başka insanların kendi içlerindeki potansiyeli ortaya çıkarmalı. Fikir insanları aynılaştırmaktan uzak olmalı. Fikir insanları bölmemeli. Fikir kalplere hitap etmeli. Fikir ikna etmek için söylenmez, fikir insanlığa söylenir. Aynı zamanda fikirler var eskirler, fikirler var o devre aittirler ve yeni fikirler üretilmesine her zaman fırsat verilmeli. Bir haberi haber yapan metnin içindeki fikrin zenginliğidir. Bir olayı habere dökme kararı onu işleme, yorumlama şekli bizim gazeteciliğimizi belirler. Ya kalıcı olursunuz ya da bir süre sonra unutulursunuz.

KURUMLARA DERT ANLATMAK

Bizde İSKİ, İGDAŞ ve benzeri kurumlara derdinizi anlatamazsınız. Yine yazacağım bakalım bir şey değişecek mi? 8 senedir oturduğum dairede kombi sorunu nedeniyle gereksiz doğal gaz ve su sarfiyatı yani israfı var. Benimle birlikte apartmandaki üç daire aynı sorunu yaşıyor. İSKİ’ye sosyal medyadan mesaj attım. Bana tesisatçı çağırıp sorunu çözebilirsiniz diyor. Ben yineliyorum. Eski tesisat, eski kombi nedeniyle yaşanan bu israfın çözüm taraftarı olması için ev sahiplerine yeni bir yönetmelikle bir yaptırım uygulanması lazım. Üstelik bu sorun Küçük Çamlıca mahallesinde neredeyse bütün apartman sakinlerinde var. Çünkü mahalle eski, evler eski. Son yönetmeliğin uygulanması için kiracının çıkıp yeni kiracının girmesi lazım. Bu saçmalığın çözülmesi su ve doğal gaz israfının önüne geçilmesi için yoğuşmalı kombiye geçilmesi ve ev tesisatının tamamıyla değiştirilmesi gerekiyor. Tüm mahallede yaşanan bu sıkıntının israfa katkısı yadsınamaz. İSKİ’nin, İGDAŞ’ın ve ilgili bakanlıkların acil konuya el atması lazım. Daha nasıl anlatabilirim ben de şaşırdım. Bu tür gözden kaçan belki de çok yerde olan vaka dolayısıyla israf çok büyük. Küçük gibi görünen bu önemli sorunla ilgilenmeyi düşünür müsünüz sayın yetkililer?

BÜYÜMEK GÜZELDİR

fr1706

Büyümek güzeldir. Her yaşın güzelliği ayrıdır. İnsanız, doğarız, büyürüz, üreriz ve ölürüz. Bunca evrede çok şeyler yaşar ve hissederiz. Bir küçük kız annesi gibi olmak için can atar. Annesinin kaşını, gözünü, dudağını boyamasını, giyinmesini, süslenmesini adeta büyük bir hayranlıkla izler. Onun güzelleşmesini ister ve kendisinin de anne olacağı günü düşler. Çocukluk masumiyet demektir. Çocuğun yaptığı çoğu şeyi masumiyet içinde görürüz. Çocuğa deli demeyiz. Masumiyet güzel şey deriz. Aynı şeyi büyük biri yapsa ne deriz? Değil mi? İşte çocuk çocukluğunu yaşamalı. Büyümüş de küçülmüş gibi yapmamalı. Bazı ebeveynler çocuklarını maskara eder. Çocuk kaşını boyamış çok mu? Büyük gibi konuşmasını ister. Yemesi içmesi adam gibi olsun ister. Oysa çocuktur o. Hele hele kız çocuğu. Yarının annesi. Geleceğin güzel kadını. İçinde ne güzel şeyler besler. Büyütür içinde bir mutluluk fidanı; önce annesinden gördüğü tebessümle eker onu kalbine. Sonra büyüdükçe çocuk, filizlenir her anne gülüşünde ektiği fidan. Bir gün gelir gülüşünde annesi olur. Bir gün gelir içinde büyüttüğü fidan kocaman ağaç olur ve büyük gövdesiyle herkesi etrafında toplar. Büyümek güzeldir. İçinde güzellikleri büyütenler; sevgi, hoşgörü, anlayış ve niceleri masumiyetiyle büyümüş bir çocukta filizlenir. Neydi? Annesinin gülüşünü aynada görür, masumiyetiyle büyüyen çocuklar.

SEVİLAY ACAR

KOKUYLA HABERLEŞME

Mutfak masasının başına yazmak için oturduğum bir an, kapı açıldı ve içeri girdi.

-Bana süt verir misin anne?

-Elbette canım.

Tezgâha doğru ilerledim. Sütünü bardağına koydum ve ona uzattım. Küçücük elleriyle bardağını alıp odasına gitti. Yazmak için masaya oturduğumda henüz bir kelime bile yazılmamış bembeyaz boş kağıdımın tam ortasına kurşun kalemle çizilmiş kalp resmiyle karşılaştım. Şaşırdım önce, sanırım sırtımı dönüp tezgâha yanaştığımda hızla karalamış olmalı. Gülümsedim ve kağıdın üzerine acemice çizilmiş kalp resmini uzun uzun seyrettim. “Ne yazsam acaba?” diye düşünürken, şimdi bir kalbin etrafında geziniyor kelimelerim. Kalbim şekerlenmiş bir şekilde masa başında otururken, bir taraftan da az önce yaptığım kekin pişmesini bekliyorum. Arada bir kabarmasını izliyorum kekimin. Sıcaklıktan oluşan çatlakların, irili ufaklı yarıkların arasından sızan kakaonun aldığı yol daha da güzelleştiriyor keki. Bizi düşünüyorum, insanın yolculuğunu... Farklılıkların bir araya gelerek oluşturduğu tüm güzellikleri, her birimizin dünya hamuruna kattığı özelliklerimizi, farkedelim ya da etmeyelim, tanıyalım ya da tanımayalım; bize, oluşumuza hizmet eden tüm dokunuşları... Yaralarımıza, çatlaklarımıza sızan tecrübeyi, deneyimi... Aynı güneşin altında farklı hayallerle nefes alıp verişimizi...

Kek kokusu yavaş yavaş dağılırken kokunun varacağı yeri heyecanla bekliyorum. Bu kokuyu oldum olası çok seviyorum. Kokunun evin tüm odalarına dağılmasını, evdekilerin kokuyu takip edip mutlulukla mutfağa doğru çekilmelerini, “mis gibi koktu” diyerek odalardan çıkmalarını... Kızımın az önce yaptığı gibi, çaktırmadan ve aniden evin her köşesine kokudan bir kalp çizmeyi...

Kokuların ve tadların anlara ışınlama gücü var. “Yuva kokusu” diyebilirim kek kokusuna. Huzuru hızla yayan, rutini dağıtan, insanın içindeki havayı değiştiren, bir anı neşeye dönüştüren bir yuva kokusu. İnsanın ruhuna sinen kokulu bir aksiyon gibi gelir bana kek yapmak. Birbirinden farklı malzemelerin birbirine karışarak lezzetli bir bütünü oluşturduğu bir hayat mesajı gibi.

Biraz müzik karıştırıyorum yaptığım kekin içine ve mutlaka da bir dua. Fair Ground Atraction’un “Whipsers” adlı şarkısıyla karışıyor bugünkü kek kokusu. Ana davetli bir misafir olarak fısıltıyla yerini alıyor kekin içinde.

“Sanırım gökyüzündeki ışıklardan geçeceğim,

Hepimizin aynı olduğunu söylüyorlar... “

Çocukluğu bugüne teyelleyen, gözlerimize mutluluğu oya gibi işleyen, mutluluğun ipini anılarımıza dolayıp bıraktığımızda etrafında dönerek tüm anılara dokunan bir topaç etkisi gibi giderek dağılıyor koku. Dağıldıkça tüm yaşlara bulaşıyor ve o an bir geçit açılıyor sanki; komşuda pişen bir payın da bize düştüğü hatırlı anılar dünyasına doğru.

Çocukları sokaktan, yaşlıları geçmişten, eşleri dalgınlıktan eve çağıran neşeli bir huzur sesi bu koku... Bir arada olduğumuz, yan yana durduğumuz, gözlerimizin ekranı değil de, konuşanın dudaklarını takip ettiği bir dönemin kokusu... Ailenin odalardan çıkması ve birbiriyle iletişim kurması için elektrik kesintisine ihtiyaç duymadığı bir zamanın kokusu... Evde, güvende, huzurda olduğunu anlatan lezzetli bir tarifin kuşaktan kuşağa ulaşması için hafızada korunduğu sırlı bir koku...

Şimdilik gökyüzünün ışıklarından geçemiyorum ama kek kokusunun içinden geçip, ışık hızıyla varıyorum çocukluk dönemime. Hepimizin aynı olduğunu hissettiren bir koku bu. Mutfaktan tüm odalara, oradan apartmana, apartmandan tüm mahalleye ve çocukluğun semtlerine ulaştıran el yapımı bir araç.

Şarkıyla birlikte kekim pişiyor ve yazım da bitiyor.

Notalarla ve kek kokusuyla alelacele bir kalp çiziyorum anın tam ortasına. Kızımın kalbinden yola çıktığım ve çaktırmadan “bir zamanlar” diye başladığım - yaşlandım galiba - kek kokulu yazım artık servise hazır.

Şimdi kokunun notasını herkesin aynı olduğu ve birbirini hissettiği anlara ayarlıyorum. Kim bilir, belki kek kokusuyla dağıtırız, evrene yayılan “tek yaşam, tek oda” yalnızlığını. “Kokuyla haberleşme” olsun bu yazının başlığı. Ne zaman unutursa insan çocuk gözlerini ve çocuklar ne zaman umutsuz, yalnız hissederse kendilerini, kek kokusuyla evlerinin yolunu bulabilsinler diye.

ŞÜHEDA SADAKAT YALNIZ ÖLDÜ

İrlandalı bir aileye Sinead O’Conner olarak doğdu ve Şüheda Sadakat olarak öldü. Dünya basını vefat haberini duyurdu ama en çok da bizim medyada yazıldı, çizildi. Fakat sormak istiyorum bu kadar Müslüman olması ilgimizi çekmişti de neden onunla bir röportaj yapan gazete, medya kurumu olmadı? Şimdi haber bulmuş mağribi gibi üstüne atlandı. Ölünce badem gözlü oldu misali herkes haber yaptı. Ama başlıklar ilginç. Müslüman olarak mı gömülecek? Ya da işte son kertede Müslümanlığa geçişini öven başlıklar sayfaları doldurdu. Oysa ilk Müslüman olduğu haberi duyulunca bizim medya rahmetli için ‘bakalım burdan da nereye dönecek’ gibi yorumlar yapıldı. Bir yıl önce evladının intiharı ile sarsılan öncesinde de ruhsal çalkantılar yaşayan şarkıcı belli ki İslamiyette huzuru aradığını düşünerek Müslüman oldu. Son dönem fotoğraflarına baktığımda ağır bir üzüntü ve yalnızlık yaşadığı hissediliyor. Yanında kimler vardı? Ya da Müslümanlardan kimler vardı? Müslüman olarak bizler diğer din kardeşlerimize karşı sorumluyuz. İçimde yüreğimi burkan bir Şüheda var. Eğer hayatına dokunamadıysak ve mesleğimizin de sorumluluğunu yerine getiremediysek yazık bize. İnşallah ahirette huzur bulur.

ARTI

Davranışlarımız örnek olsun

Sosyal medyada ‘böyle esnaf desteklenmeli’ haberinde bir lokanta sahibinin tabaklara yemek koyması esnasındaki güler yüzlü hali ve ağzından hiç eksik etmediği duaları insanı umutlandırıyor, hayata bağlıyor. TV’lerde bu tür insanlar bulup çıkarılmalı. Örnek olarak gösterilmeli. Lokantanın sahibinin fakir çocuklara 1 lira karşılığında tabağı tıka basa doldurmasını da açıklıyor. Soran kişi 1 liraya bu tabak çok değil mi diye soruyor. Lokanta sahibi çok güzel açıklıyor. Dilenmeyi değil çalışıp para kazanmaları gerektiğini öğrenmeleri için onlara bu yöntemi uyguluyorum diyor. Yani hem sorumluluk açılıyor hem de aslında tabağı tıka basa doldurarak cömertliği de öğretmiş oluyor. Ne güzel bir insan ve ne güzel bir davranış.

EKSİ

Haberlerde etik değerler

Devletin kanalında yurt dışına ait bile olsa bir piyango haberi vermek etik olarak bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir. Habercilik anlayışı içinde devletin kanalında milli ve yerli haberler içerisinde bu anlayışın yeri olmamalı. Falanca ülkede biri şu kadar para piyango kazanmış. Bunun kime ne faydası olacak? Bu haberi neden yaparız? Habercilikteki anlayışımızın temeli ne olmalı bunları tekrar değerlendirmeliyiz?

CUMA TATİLİ

Cuma tatil olsun mu olmasın mı konusu geçen haftalarda tartışıldı, halen de tartışılıyor. Aslında cuma saatinde birçok kurum cuma namazı için ara verip tekrar işine dönüyor. Kamu kurumları dahil hepsi cuma tatilini o aralıkta yapıyor. Cuma tatil yapıp pazar günü okulları bütün kamu kurumlarını açacak mıyız? Dünya ile olan entegrasyonumuzu nasıl çözeceğiz gibi bir sürü konu var. Allah’ın ayetineki cuma vaktinin değerli kılınmasının en önemli noktası zaten erkeklerin ve hatta kadınlar da dahil sosyal ve ekonomik, siyasi olarak birçok meseleyi halledebilmek için bir araya gelip çözüm üretmeleri içindir. Amaç birlik olmak ve müslümanların cem ederek kendi sorunlarına ve dünyanın sorunlarına çözüm getirme konusunda yapıcı adımlar atmaları içindir. Maksat bencillikten kurtulup toplumsal düşünmektir. Eğer böyle olacaksa cumanın hemen tatil olmasını isteriz. Zaten İslam aleminin üstün gelmesi esastır. Öyle olsaydı biz şu anda tüm dünya ile birlikte beraber cuma günü tatil yapıyorduk.