Vakıf Katılım web
Röportaj 06.05.2021 08:30 Güncelleme: 06.05.2021 10:55

B.B. ERZURUMSPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ YILMAZ VURAL: GOMES'E TOKADI NİYE ATMADIM?

"Allah o an beni sakinleştirdi. Ters davranabilirdim. Nazik oldum. Ama benim ülkemde bana kabadayılık yapamazlar. Sistem kökten değişmeli"
B.B. ERZURUMSPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ YILMAZ VURAL: GOMES'E TOKADI NİYE ATMADIM?

Adil YILDIZ

Yılmaz Vural ile Fenerbahçe-B.B.Erzurumspor maçında oyuna girmeyi reddeden Ricardo Gomes'le ilgili olayın perde arkasını YeniBirlik okurları için konuştuk.

Fenerbahçe maçından sonra Türkiye’ye çok önemli mesajlar verdiniz. Yabancı oyunculara karşı büyük bir serzenişiniz oldu. Bu sözleri biraz daha açabilir misiniz?

“FUTBOLCU FUTBOLCUDUR”

Biz karakterlerden bahsediyoruz. Futbolcunun yabancısı, Türkü, yaşlısı, genci gibi ayrımlar yapmak aslında çok doğru olmaz. Ama şu var ki; Türkiye Futbol Federasyonu ANA STATÜSÜ’nde şunu yazar… “Ülke gençliğine spor yaptırmak… Meslek sahibi yapmak… Dünya gençliği ile olan yarışta Türk gencini önde görmek.” Zaten bu böyle olmalı temelde. Ama şimdi bakıyoruz ülke gençliği futbolun içinde maalesef yok denecek kadar az…

“KULÜPLER AYAĞINA SIKIYOR”

Takımlarımıza bakıyorum; yabancı serbestliğini çok kötü yorumluyorlar. Kulüpler ayağına sıkıyorlar, onlara tanınmış bütün limitleri kullanıyorlar ve büyük problemler yaşıyorlar. Türk oyuncuların aylık maliyeti 1 milyonsa; yabancıların 6-7 milyon… Yani böyle de büyük bir ekonomik uçurum var. Böyle yokluk içerisinde daha tasarruflu davranılması gereken bir ortam var… Çünkü kulüplerin gelirleri ortada. Hepsinin ekonomik sorunları üst seviyede.

“DİLLERİ FARKLI KÜLTÜRLERİ FARKLI”

Bu kardeşlerimiz farklı bir dünyadan geliyor; farklı karakterler… İnanışları farklı, yaşam felsefeleri farklı, yetiştikleri ortam ve aileleri farklı… Gelip Türkiye’nin ortamına adapte olacak durumda değiller. Dolayısıyla problem yaşıyorlar. Kendi açılarından haklı olabilirler. Ama bir ülkeye geliyorlar, o ülkenin şartlarını bilmiyorlar. Dolayısıyla da takım olma şansı olmuyor.

Oysa futbol takım oyunudur.

“YABANCIYA İNANILMAZ AYRICALIK TANINIYOR”

Global dünyada yabancı-Türk diye bir ayrım olur mu? Ha ne oluyor? Dediğim şartlar yüzünden hazıra konuyorlar. Hazıra konarken de o hazırın da kötüsünü bulup getiriyorlar. Bizim çocuklarımız çok geri planda. Ülke için babaları şehit olan bizim çocuklarımız… Bu ülke için vergi veren bizim çocuklarımızın babaları… Ülke için her şeyi yapan insanlar dünyanın en lütuf mesleğini tutup da çok fazla sayıda yabancıya sunarsanız olmaz… Bu fırsatları biz yabancı gelsin faydalansın diye mi yaptık? Bu statları yabancı gelsin bizim oyuncularımızla yarışsın diye mi yaptık? Bu imkanları onlara sağlamak için mi yaptık?

“KAFATASÇI BİRİ DEĞİLİM”

Ben kafatasçı bir adam değilim… Ve Alman vatandaşlığım var. Yabancılığın ne olduğunu çok iyi bilen birisiyim. Bunu ben söylüyorsam daha dikkatli olmak lazım

Bıçak olayı öyle bir ortadan yarıyor ki… Yabancı ve Türk oyuncular olarak ikiye bölünüyor. Ekonomileriyle, davranışlarıyla bu oyunculara inanılmaz bir ayrıcalık tanımak durumunda kalıyorsunuz… Yani seçerken karakter seçmek gerekiyor. Yetenek de tabi ki önemli… Ne bileyim bir Alex’e, bir Hagi’ye, bir Popescu’ya kimse karşı olamaz. Türkiye’ye geldiler. Çok güzel görev yaptılar. Model oldular. Onları taklit eden bir sürü gencimiz ortaya çıktı. Futbola katkı yaptılar.  Bunlara karşı değiliz tabii ki… Ama dediğim gibi bizim takımımızın şu anda 27 kişilik kadromuzun 16’sı yabancı; 11’i Türk… Dolayısıyla denge çok değişik.

“İSTİKRAR KAYBOLDU”

Ben profesyonel bir hocayım. Takımların, rakiplerin ilk 11’lerini sayamıyorum. Ezberliyorum, ezberliyorum farklı bir tanesi oynuyor; yine ezberliyorum… Yani o kadar yabancılaştık ki olaya... Tabii ki aramızda olacaklar. Yabancı oyuncuya karşı olunur mu? demek ki… Yetişmemden tutun da bu hale gelmemde bana Almanların çok katkısı oldu. Onlara minnet borçluyum. Ama işin realitesine girince olay böyle değil tabi ki… Çok büyük problemler yaşıyoruz. 1 gün ödeme gecikiyor; UEFA’ya gidiyorlar. Türk oyuncusu bunu yapmaz; yapamaz… Hele bizim gibi çarpık bir düzeni olan futbol sisteminde Türk’ten yana tavır alıp da yabancıya bu kadar müsamaha gösterirsen o zaman antrenörlüğü bu kural alan arkadaşlar gelsin yapsın da görelim… Olamaz… Takım olamıyoruz bir türlü…

Bu dediklerinizi yaparken, futbol takımı inşa ederken yönetici, menajer, teknik direktör üçgeninde bu işlerin gelişmesi gerekmiyor mu?

“MENAJERİN İŞİ PARA KAZANMAK”

Menajerlik para kazanma işi… Onlar kendi açılarından haklı olabilirler. Size oyuncuyu öyle bir pazarlıyor ki; sanırsınız o oyuncuyu alınca takım uçacak… Çünkü para var işin içinde… Satma işi var işin içinde… Siz alan taraf olarak bu tezgaha düşmemeniz lazım. Sizin herkesi bilip, tanımanız lazım; izlemeniz lazım ki oyuncuya gidip, “Ben seni istiyorum; menajerin kim?” diyebilesiniz. Yoksa menajer bana bir oyuncuyu empoze ediyorsa orada taraf olmasından daha doğal bir şey olamaz…  Dolayısıyla ben seçeceğim ve soracağım; “Menajerin kim?”… Menajer gelip bana, “Bu oyuncuyu al” derse orada bir sıkıntı çıkar…

Sürdürülebilirlik neden olmuyor futbolda? Türkiye’de neden bu kadar çok teknik direktör ve oyuncu sirkülasyonu var? Bunun ana sebepleri nedir?

Şimdi futbol bir spor falan değil. Çok önemli sosyal bir olay… Sosyal bir olay olduğu için yöneten arkadaşların da bu tür ilişkileri oluşuyor. Türkiye’de maalesef sportif anlamda yöneticilik yapmak mümkün olmuyor. Yöneticilere de bir anlamda hak vermek lazım. Sistem böyle kurulmuş. Dolayısıyla yönetici arkadaşlarımız futbol yönetimini bilmiyorlar. Çünkü özel insanları yönetiyorsunuz. Bu insanların normal insan tepkileri vermediğini bilmeniz lazım. Yani her gün idman yaptıkları için sinir uçları çok uyarı halinde… Normal bir insanın yapmaması gereken şeyi bakıyorsunuz o yapıyor. Burada profesyonellerin yönetim tarzının içinde olması gerekiyor. Ama Türkiye bu tarz profesyonel insan yetiştiremiyor maalesef… Dolayısıyla nedir bu? Teknik patron… Patron diye size bir tabir takılmış… Ama siz bu patronluğu yapamıyorsunuz. Yapamıyorsunuz derken ben gittiğim her yerde Allaha çok şükür yaptım. Ama genel anlamda baktığınızda yöneticinin işi idari ve mali konuları düzenlemek… Türkiye bu konuda sınıfta kalmış durumda. Kulüplere bakın. Birkaç takım hariç ekonomik olarak kulüplerimiz dibi görmüş durumdalar… O zaman idari bir başarısızlık çıkıyor ortaya. Siz bunun yanında bir de teknik olarak işin içinde olmak isterseniz; bu bir hobi değil ki… Çok profesyonel bir iş… Süper Lig takımlarının 100-150 milyon lira geliri var. Siz bu geliri yönetemiyorsunuz. Bu geliri iyi yönetip, iyi bir takım oluşturmanız için işi profesyonellere bırakmanız gerekiyor. Ama ben yöneticilere şöyle hak veriyorum. Türkiye’de bu seviyede yetişen profesyonel insan da yok; yetiştiren kurum da yok. Yani baştan aşağı yeniden inşa edilmeli. Eğitim başta olmalı… Oyuncu yetiştirme… Antrenör yetiştirme… Yönetici yetiştirme… Bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor.

Size Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından Türkiye Futbol Federasyonu haricinde eğitim konusunda bir CEO’luk verilse; ilk yapacağınız hamle ne olurdu?

Eğitim… Hemen yurt dışından; Türkiye’de olmayan eğiticiler getirip kendi gençliğini, kendi antrenörünü, kendi yöneticisini, kendi hakemini yetiştiren bir yapı kurardım… Bu konuda büyük eksiklik var. Çünkü herkes kendi pratiğini deneyerek-yanılarak bir şeyler öğrenmeye çalışıyor. Çok zaman kaybediyoruz. Bir de güncel bilgi Türkiye’de yok. Türkiye araştırmıyor; hazıra konuyor. Dolayısıyla kimse size bu yeni bilgiyi vermiyor. Üzerinden 2-3 olimpiyat geçmiş antrenman bilgisini veriyorlar. Siz de sanıyorsunuz ki, “Ben rakiple yarışacağım…”. Mümkün değil. Siz taktik yapıyorsunuz; olmaz… O yüzden eğitim başta gelir ve onun organizasyonunu yapmak çok büyük önem arz ediyor. Bugün maçta ben Özgür diye genç bir çocuk oynattım. Harika top oynadı. Fenerbahçe’ye karşı gol de attı. Yani cesaretli de olmak lazım. Gençliğe güvenmek lazım. Dolayısıyla bütün bunlar bakıldığında önemli olan bir yere gelmek değil; o yere geldiğinizde size o yetkileri verdiklerinde yetkiyi etkin kullanmak… CEO’nun da etkin olması gerekiyor. Yukarılara sormaması gerekiyor. Bunun için bugün çok şükür eğitimimiz de var; tecrübemiz de var.

Bugün Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olsanız; ilk değiştireceğiniz olay nedir?

Çok şey… Bir kere taraflı tutumdan vazgeçilmesi gerekiyor.

Sizce taraflı mı davranılıyor?

Türkiye’nin en büyük sorunu güven… Federasyona güvenilmiyor, antrenöre güvenilmiyor, oyuncuya güvenilmiyor, yöneticiye güvenilmiyor. Kimsenin birbirine güveni yok. Bu güven oluşturulmalı. Yaşanmışlıklardan kaynaklanıyor bunlar. Yaşanmışlıklar; insanların birbirine olan güvenini yok etmiş. Ne derseniz deyin. Binlerce şey sayarım. Bu ortamın toparlanması lazım. Sihirli bir değnek gelip dokunacak ve herkes bir anda birbirine güvenecek. Yani bu ortamın oluşturulması lazım. Büyük takımlarımız başımızın tacı. Hepimiz birini tutuyoruz. Bugün bu işin matematiğini oluşturan etkenlerden birisi onlar. Taraf kazanmışlar. Başarılar kazanmışlar. Ama artık şunu bilsinler. Anadolu takımlarının yaşları yarım aşırı geçti… Yani onlar da yaşlandı artık. Yani büyük takımlar artık o havadan çıkmalı. Zarar veriyorlar. Hep onlardan yana karar alınması, onlardan yana karar alınması zarar veriyor. Artık bu gerçeği kabullensinler. Bu artık Türkiye’ye yayılmış. 1965 yılında başladı bu iş… 56 sene olmuş… 56 yaşına gelmiş; yarım aşırı geçmiş. Bu denge kurulursa; başarı sahada yaptıklarınızla ortaya çıkacaksa; o zaman ortam başka türlü bir hale gelir. Dünyanın her liginde var; büyük takımlara ayrıcalıklı davranılması…

8 tane altyapıdan oyuncuyu profesyonel yapma talimatı verdiniz. Fenerbahçe maçından sonra 55 numara oynayan Özer 19 yaşında sahaya sürdünüz. Bu teknik direktörün olaya bakışı mıdır?

Yanlış şu… Burada ben 15.5 yaşında Adanaspor’da oyuncu oynattım. Maça soktuğumda şaşkınlığından bizim kaleye koştu. Bir oyuncunun yaşı, ırkı önemli değil ki… Sahaya girdikten sonra performansı önemli… Siz iyiyiz diyorsanız, kanaat sahibi oluyorsanız böyle çocuklar da ortaya çıkıyor. Benim böyle yüzlerce gencin ortaya çıkmasına katkım olmuştur. Bir sürü isim verebilirim.

“FENERBAHÇE ŞAMPİYONLUĞU 7 YIL BEKLEMEZDİ”

Biz bu işi bırakmış değiliz. 2 maçımız var. Kazanmak için oynayacağız. 43 puan yaparsak ligde kalacağımızı düşünüyoruz. Onun için Kasımpaşa maçı ilk ayağı… Kasımpaşa da iyi takım. Ama evimizde oynuyoruz; kazanamazsak küme düşeriz. Bu son şansımızı kullanmak istiyoruz.

Futbolu Türkiye geneline yaymak gerekiyor. Doğuda da futbol var; aidiyet var.

Erzurum’da taraftarlara maç açık olsa; her maçı 20 bin kişiye oynardık. Yani oyuncunun motivasyonu; hocanın motivasyonu seyircidir… Seyirci tepkisi çok önemli. Onlar bizi ikna ediyor. Bu sessizlik maalesef taraftarı olan takımlara hiç yaramadı. Onların tek eğlencesi futbol… Doğuda çok fazla sosyal imkan yok. O bölgelerde futbolun olması; insanların heyecan yaşaması için çok önemli. Hayat sadece çalışmaktan ibaret değil ki… Bir de sosyal olacağınız bir ortam gerekli. Futbol da bunun için var…

Futbol son yıllarda endüstriyel bir hale geldi. Eski futbol ile şimdiki arasındaki farklar nelerdir?

Duygu yok… İnsanın iş dünyasını hareketlendirecek maalesef çok fazla araç bulamıyoruz. Sonuçta her şey ekonomiye dayanıyor. Oyuncuyu eskiden ekonomisiyle, coğrafyasıyla ikna edebilirken; şimdi yalnızca ekonomi ile ikna etmeye çalışıyorsunuz. İnsanın içindeki enerjiyi ortaya çıkartan iki durum vardır. Bunlardan bir tanesi ölüm korkusu; bir de çok iyi ikna edilmesi… İç dünyası harekete geçirilmemiş bir insan et yığınından farklı bir şey değildir… İstediği kadar yetenekli olsun. Dolayısıyla futbol duyguyu kaybetti. Bu duyguyu kaybederseniz olmaz.

55 yıldır bu işin içindesiniz. Artık Z kuşağı dediğimiz yeni nesile karşı duygu seliyle motivasyon yeterli kalmıyor mu? İlla para mı olmalı? Mekanik mi oldu?

Duygunun kaybolduğu yerde hiçbir şey olmuyor. İnsanız çünkü. Makine değiliz ki. Tepkiler duyguyla oluşuyor. Bunu kaybederseniz olmuyor…

Fenerbahçe maçında ilginç bir olay yaşadınız. Eğri gemi doğru sefer oldu. Bunu da etkin bir şekilde dile getirdiniz. İlk defa mı bununla karşılaşıyorsunuz?

Hayır… Yüzlerce kez karşılaştık. Gerekeni aramızdan ayırdık. Gerekeni affettik. Çünkü insani bir tepkiydi. Fakat akşamki olayın çok farklı bir boyutu var. Dolayısıyla kardeşimize karşı Allah bize bir sabır verdi. Yoksa farklı davranabilirdim. Benim yapımda bu var. Ama o ortamda en doğrusu oydu. Çok nazik davrandık… Oyuna girmesini rica ettim. Çok kabalaştı. Saçma sapan konuştu. Bu cesareti nereden buluyorlarsa? Burası Türkiye ve benim ülkem burası… Sen gelip bana kabadayılık yapamazsın. Ben senin antrenörünüm. Bu takımda 27 kişi var. Bu oyun 27 kişi ile oynanmıyor. Herkes performansına göre sahaya çıkıyor. Geçmişi onu buraya getirdi. Burası da onu yarına götürecek. Sen bugün iyi değilsen; yarın bir yere gidemezsin. Biz ne gördüysek onu uyguluyoruz. Genç çocuk da oynatıyoruz. Yabancı da oynatıyoruz; Türk de oynatıyoruz. Hoş bir davranış olmadı yaptığı…

Bana soruyorlar hocam niye üç büyüklerde sana fırsat vermiyorlar, ben de diyorum ki bilgi eksikliğim olduğu için mi değil. Üç büyüklerden birinde bir gün dahi forma giyemediğim için benimle çok istedikleri halde çalışamadılar yoksa benim bilgi eksikliğimden dolayı değil. Söyleyin Philip Cocu, Daum veya Hiddink benden fazla ne biliyordu?  Bu futbolu en az onlar kadar iyi bilirim. İnanın bana Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’tan hangisini çalıştırsam üçünü de şampiyon yapardım. Daha da iddialı söyleyim, benimle Fenerbahçe şampiyonluk için yedi yıl beklemezdi. Evet bu kadar net. 

“O TOKATI NİYE ATMADIM?”

Aslında bizim kültürümüzde “Tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” diye bir söz vardır. Yine haddini bilmeyene “sopa cennetten çıkma” diye bir terbiye edici kavram vardır Ricardo Gomes beni öyle bir tahrik etti ki anlatamam. “Don’t touch me!” Yani “Bana dokunma!” diyor. Aslında “Vur da gününü gör!” diye aba altında sopa gösteriyor. Benim ülkemde bana kabadayılık yapamazsın. O an Allah bana öyle bir sabır verdi ki, ancak o kadar olur. Herkes “eski Yılmaz olsa o tokadı vururdu” diyorlar, “Doğru vururdum ama kime Gomes’e değil. Evlat bildiğime vururdum. O tokadı vurmadım, niye biliyor musunuz? Tokadın da bir haysiyeti var. Ben uluslararası hukuku da öfke kontrolünü de gayet iyi bilen adamım. O tokadı vursam 6 aydan başlardı ve uluslararası alanda gündem olurdu ve SKANDAL diye yazılırdı. Değer mi hiç?

“TEK TARAFLI FESH GEREKÇESİDİR”

“Bir insan iyi niyetli olmalı, profesyonelsen gereğini yapmalısın. Parayı alamıyorum diye oynamak istemiyorsan buna saygı duyar ve Hak arayışına ben de destek olurum ama bu insan iyi niyetli değil. Bu hareket dünyanın neresinde olursa olsun, sabotajdır, hainliktir ve sözleşmeyi tek taraflı fesih gerekçesidir.”