Halkbank web
Ekonomi 02.10.2017 16:02 Güncelleme: 02.10.2017 16:33

​FAiz Nedir?

Fâiz, günümüzde daha çok "ödünç paranın getirisi", "paranın zaman değeri" ve "paranın kirası" şeklinde tanımlanmaktadır. Nitekim bugün fâiz uygulamaları büyük oranda para borçlarında gerçekleştirilmektedir. Halbuki İslam hukûkunda fâiz, yalnızca para borçlarına özgü değildir. Belli nitelikleri haiz ürünlerin borç verilmesi ya da alım satımında fâiz olabileceği değerlendirilmektedir.
​FAiz Nedir?

Gülay YÜCEL

İslâm hukûkunda fâiz konusunu şöyle şemalaştırabiliriz:

Fâiz, Kur’ân’da açıkça yasaklanmış ancak tanımlanmamıştır. Hz. Peygamber’e (aleyhisselâm) nispetle aktarılan haberlerde ise fâiz hakkında oldukça malumat bulunmaktadır3. Ancak bu hadisler çoğu zaman İslâm âlimlerinin farklı yorumlarına izin vermiştir. Yani delâletleri zannîdir.

Kur’ân’da yasaklanan fâiz, câhiliye fâizidir. Buna borç fâizi de denilir. Mislî (piyasada standart bulunan) bir varlık (para, altın, buğday, nohut, kağıt, kumaş, yumurta) borç verilip fazlalık şartı koşulursa câhiliye fâizi gerçekleşir.Buna göre 1000 TL verip belli bir vâdede 1500 TL istemek ya da 100 kg. buğday verip belli bir vâdede 120 kg. buğday istemek fâizli bir işlem olmaktadır.

Herhangi bir sebeple oluşmuş vâdeli borcun vâdesinin uzatılıp borcun artırılması da câhiliye fâizi doğurur. Buna göre 3 aylık bir çek karşılığı mal satıldığında müşteri malın mâliki olmakta ve satıcıya teslim edilen çek “nakit borcun belgesi” hükmünü almaktadır. Dolayısıyla satıcı elindeki çekin vâdesini uzatıp borcu artırdığında nakit bir varlığı daha fazlasıyla değiştirmiş olmaktadır. İslâm hukukçuları bu işlemi de fâizli muâmele saymaktadırlar.

Kıyemî (piyasada standart bulunmayan ve birimleri arasında farklılık olan) varlıkların (hayvan, arsa, araç, daire, dükkan, el işi halı, mücevherat) değişiminde ise fâiz gerçekleşmez. Buna göre bir başkasının aracını belli bir dönem için kullanıp dönem sonunda hem aracı teslim edip hem de bir miktar ödeme yapmak fâiz değil kira olarak değerlendirilir.

İslâmiyet’te câhiliye fâizi dışında bir de alışveriş fâizi vardır. Bu fâiz türü câhiliye fâizine alım satım yoluyla gidilmesin diye yasaklanmıştır. Hz. Peygamber’den (aleyhisselâm) nakledilen “altı mal hadisi” İslâm mezheplerinin alım satım fâizi konusundaki temel dayanağıdır. Bu hadisin farklı rivayetlerini bir araya getirdiğimizde şu anlam çıkmaktadır:

Altın altın karşılığı, gümüş gümüş karşılığı, buğday buğday karşılığı, arpa arpa karşılığı, hurma hurma karşılığı ve tuz tuz karşılığı alım satımı4 yapılacaksa peşin ve aynı miktarda mübâdele edilmelidir. Kim fazla verir ya da fazlalık isterse fâize düşmüş olur. Fâiz alan ile veren aynıdır. Eğer mübâdele edilen varlıkların cinsleri değişirse peşin olmak kaydıyla mübâdele olabilir.

Hadiste altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzun fâiz oluşmasına uygun (ribevî) mallar olduğu ifade edilmiştir. Bunların sayılması söz konusu malların Hz. Peygamber (aleyhisselâm) döneminde hem para olarak kullanılmaları5hem de “birbirlerinin yerine geçebilmeleri” sebebiyledir 6. Yani bugün itibariyle nasıl DOLAR ile TL birbirinin yerine geçebiliyorsa o gün itibariyle buğday ve arpa da birbirinin yerine geçebilmekte idi. Alım satımlar daha çok trampa şeklinde olduğu için büyük oranda mal para sistemi gereği buğday, arpa, hurma ve tuz, para gibi de kullanılmakta idi. Dolayısıyla bunların birbiriyle (buğdayın arpayla, tuzun buğdayla, hurmanın arpayla vs.) mübâdelelerinde para değişiminde öngörülen şartlar aranmıştır. Yani değişim alım satım niyeti ile yapılacak ise peşin olmak kaydı konulmuştur. Bununla birlikte mübâdele sırasında buğday arpadan daha az ya da daha çok olabilir.

İslâm hukukçuları fâizin bu altı ürünle ortak niteliğe (fâiz illeti) sahip başka ürünlerde de olup olamayacağını tartışmış ve âlimlerin çoğunluğu fâizin yalnızca bu altı mala özgü olmadığını ifade etmiştir. Ancak onlar da fâizin gerçekleşmesine sebep olan bu ortak niteliğin tespitinde görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Hanefî ve Hanbelîler’e göre alışveriş fâizinin illeti cins ve ölçü-tartı birliği, Şâfiîler’e göre gıda ve para olmak ve Mâlikîler’e göre ise saklanabilen gıda ve para olmaktır.

Erken dönem İslâm âlimleri ortak nitelik taşımayan fâize uygun malların karşılıklı fazlalıklı ve vâdeli mübâdelesinin câiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Örneğin altın verip buğday almak, gümüş verip arpa almak böyledir. Zira bedellerden biri paradır ya da tartılarak mübâdele edilir; diğeri ise ölçüyle mübâdele edilir. Günümüzde de para karşılığı emtia alımları peşin ya da vâdeli olabilir. Bu durumda kesinlikle fâiz oluşmaz. Malın maliyeti ile fiyatı arasındaki fark satıcının meşrû kârı kabul edilir.

Erken dönem İslâm âlimleri fâize uygun bir malın kendi cinsiyle iki bedelden biri vâdeli olmak üzere mübâdelesinin câiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Örneğin eşit bile olsa altın ile altın alım satımının peşin olması gerekir demişlerdir. Bu işlem borç verme amacıyla yapılırsa peşinlik şartı önemsizleşir. Buna göre bir başkasına 100 gr. altın borç verip 100 gr. altın vâdeli olarak tahsil edilebilir. Zira, burada amaç ticâret yoluyla kâr değil menfaatsiz borç vermek yoluyla iyilik yapmaktır. Şekil-4: Alışveriş Faizinin Peşin veya Vadeli Olarak Ortaya Çıkışı. olması gerekir demişlerdir. Bu işlem borç verme amacıyla yapılırsa peşinlik şartı önemsizleşir. Buna göre bir başkasına 100 gr. altın borç verip 100 gr. altın vâdeli olarak tahsil edilebilir. Zira, burada amaç ticaret yoluyla kâr değil menfaatsiz borç vermek yoluyla iyilik yapmaktır.

Erken dönem İslâm âlimleri arasında fâize uygun bir malın kendi cinsiyle peşin ancak fazlalıklı satılmasının câiz olmadığı yolunda yaygın görüş bulunmaktadır. Örneğin altın verip altın alınırken, buğday verip buğday alırken iki bedelin gramı veya ölçüsü aynı olmalıdır. Halbuki Abdullah b. Abbâs ve bazı sahâbîler (radıyallâhuanhüm) fâizin vâdeli işlemlerde olacağını; peşin işlemlerde fâiz olmayacağını belirtmişlerdir. Buna göre peşin mübâdele var ise bedellerin fazla olmasında fâiz oluşmaz. Yani 14 ayar altın ile 22 ayar altını peşin ve fazlalıklı değiştirmek fâize yol açmaz. Burada vâde söz konusu olursa fâizden bahsedilebilir.

Fâize uygun bir malın kendi cinsiyle ya da aynı ortak niteliği taşıyan başka bir malla değişiminde karşılıklı teslim tesellüm gerçekleşmeden tarafların ayrılmasının câiz olmadığında da erken dönem İslâm hukukçuları ittifak etmişlerdir. Örneğin altın verip gümüş alınıyorsa ya da buğday verip arpa alınıyorsa bedeller karşılıklı alınıp verilmelidir. Bugün itibariyle gümüşün para vasfı kalmadığından yani bakır, krom, demir gibi tamamen bir emtiaya dönüştüğünden altın ile aynı kategoride değerlendirilemez. Bu sebeple gümüşün altın karşılığı vâdeli satımı mümkündür. Buğday, arpa, hurma ve tuz ise Hz. Peygamber (aleyhisselâm) döneminde hem mal para olarak kullanıldıkları ve hem de birbirlerinin yerine geçebilir oldukları için peşinlik kaydı düşülmüştür. Yani para mübâdelelerinde aranan şartlar bunların değişiminde de aranmıştır. Fakat bugün itibariyle trampa yoluyla alım satım olmadığından ve bu mallar tıpkı diğer mallar gibi farklı farklı görüldüğünden birbirleriyle mübâdelelerinde peşinlik şartı aranamaz.

Erken dönem İslâm âlimleri değişimi yapılan fâize uygun malların cinsleri farklı ise peşin olmak kaydıyla fazlalığın câiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Örneğin bir ölçek buğday verip iki ölçek arpa almak böyledir. Yukarıda arzettiğimiz üzere artık birbirinin yerine geçmeyen ve para gibi kullanılmayan malların vâdeli değişiminde fâiz oluştuğu söylenemez.

Netice itibariyle mislî veya kıyemî bir malı peşin ya da belli bir vâdeyle para karşılığı mübâdele edersek hiçbir fâiz illetinde ortak olmayan iki varlığı değiştirdiğimiz için fâiz oluşmaz ve alınan ücret malın bedeli olur. Malın mâliyeti ile fiyatı arasındaki fark ise fâiz değil meşrû kâr sayılır. Örneğin üretimi ya da sahip olunuşu 10.000 TL’ye mal olmuş bir emtianın peşin 11.000 TL’ye ya da 3 ay vâdeli 11.500 TL’ye satılması halinde maliyetin üzerine kazanılan miktar fâiz değil kârdır. Piyasada standart var olmayan bir malın kullanım hakkı belli bir vâdeye kadar belli bir fiyat karşılığı devredildiği takdirde alınan ücret fâiz değil kira olur. Örneğin bir arabayı kullanması için 1 aylığına verdiğimiz şahıstan araba ile birlikte 500 TL istersek bu fazlalık fâiz değil kira olarak değerlendirilir.

Ayrıntılı bilgi için www.katilimbankaciligi.com

Fâiz Meşrû mudur?

Güncelleme: 30 Haziran 2015/Sayfa: Fâiz İslâm hukûkuna göre fâiz meşrû değildir. Fâiz hem Kur’ân-ı Kerîm hem de Sünnet’te açık ve sert bir dille yasaklanmıştır. Birkaç örneği şöylece sunabiliriz: “Fâiz yiyenler, (mezarlarından) şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bunun nedeni, onların, “alım satım da fâiz gibidir” demesidir. Halbuki Allah alım-satımı helal, fâizi ise haram kılmıştır”.7

“Şayet fâiz hakkında söylenenleri yapmazsanız, Allah ve Rasûlü tarafından (fâizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, anaparanız sizindir. Ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz”.8

“Resûlullah fâiz alana, verene, yazana ve şahitlerine lanet etmiştir. Bunların hepsi aynıdır”9. Fâizin meşrû olmadığı o kadar sert ve keskin ifade edilmiştir ki bu konu artık tartışmaya ve yoruma açık değildir. Fâizin meşrû olduğunu iddia etmek İslâm dininin kesin bir hükmünü reddetmek anlamına gelir.

7. el-Bakara (2), 275.

8. el-Bakara (2), 279.

9. İbn Mâce el-Kazvînî, Sünen, I-II, (thk. Muhammed Fuâd Abdulbâki), Dâr İhyâi’l-Kütübi’l- Arabiyye, II, 764.

Teverruk Nedir?

Nakit bulmak amacıyla bir şahıstan vâdeli olarak alınan malı bir başka şahsa peşin satmaya “teverruk satışı” denilir.

Teverruk satışının mekruh ya da haram olduğunu söyleyenler kadar mübah olduğunu söyleyenler de vardır. Teverruğu onaylamayanlar burada sıkıntıya düşmüş bir kimseye mal satmanın söz konusu olduğunu; bunun da Resûlullah (aleyhisselâm) tarafından yasaklandığını ifade etmişlerdir. Zira borç verme gücüne sahip olan kişi karşısındakine borç vermekten imtina edip önce onu zor duruma düşürmekte; sonra da ona taksitle mal satmaktadır. Bu ise zora düşmüş kişiyi istismar etmektir demektedirler. İbnü’l-Kayyım meseleyi özetle şöyle açıklar: “Ahmed b. Hanbel’den bu meselede iki görüş nakledilmiştir. Mekruh olduğunu söylediği görüşte burada zor durumda kalmış kişiye mal satımı olduğunu ileri sürmüştür. Zira bunu sadece zor durumda kalanlar yapmaktadır. Üstadımız İbn Teymiye de fâizin haram kılınma gerekçesinin teverruk satışında mevcut olduğu düşüncesiyle bu şekilde alım satım yapmayı câiz görmemiştir. Ona göre bu satışta sadece bir malı alıp zararına satma külfeti söz konusudur. Şeriat ise küçük zararları haram kılıp daha büyüklerini mübah addetmez”43.

Teverruk satışının câiz olduğunu söyleyenler ise alım satım akidlerinin mala ulaşmak ya da malın karşılığına ulaşmak için yapıldığını; her iki amacın da dinen geçerli (meşrû) kabul edildiğini ileri sürmüşlerdir. Yani bir malı satın almak ya malı kullanmak amacıyla yapılır ya da malı satıp parasına ulaşmak amacıyla yapılır. Ticâret budur. Ayrıca insanların finansman açığı yaşamaları doğaldır ve her zaman fâizsiz borç verecek kimse bulunamamaktadır. O halde nakit sıkıntısı yaşayan bir kimsenin piyasadan taksitle aldığı bir malı yine piyasada peşin satması doğal karşılanmalıdır.

Teverruk satışı bireysel ya da kollektif fetvalara da konu olmuştur:

Muhammed b. Sâlih el-Useymîn insanların ihtiyacını ve karz verenlerin azlığını nazar-ı itibara alarak şu şartlarla teverruk satışının dinen mübah olduğuna hükmetmiştir:

Teverruk satışı yapacak kişi paraya ihtiyaç duymalıdır. Eğer muhtaç değilse bu işlem câiz olmaz.

Karz ya da selem gibi tamamen mübah bir yolla ihtiyaç duyduğu finansmana ulaşamamalıdır. Eğer mübah yollarla ulaşma imkanı varsa teverruk câiz olmaz.

Teverruk akdi içinde faize benzer şartlar olmamalıdır.

Kişi malı kendi uhdesine almadan satmamalıdır.

Kuveyt Türk Katılım Bankası Danışma Kurulu ise âdet haline getirilmeden teverruk satışından istifade edilebileceğine karar vermiştir. Buna göre banka piyasadan bir malı peşin alıp müşteriye taksitle satacak; sonra müşteriden aldığı vekaletle onun adına malı piyasada peşin satıp bedelini müşteriye verecektir.

Hayreddin Karaman da teverruk satışı hakkında olumlu kanaat serdetmiş ve şöyle demiştir: “Arada bir malın gerçek manada alım ve satımı bulunduktan sonra mesele murâbaha uygulamasının bir çeşidi olur; buna da câiz dememek için sebep yoktur”.

43. İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmü’l-muvakkîn, I-IV, (thk. Muhammed Abdusselâm İbrâhim), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1991, III, 135.

Enflasyon Farkı Fâiz midir?

Enflasyon farkı, paranın alım gücündeki kaybı gösterir. Yüzlerce ürünün toplum tarafından alım satım ağırlıklarına göre değerlendirilip binlerce işyerinden alınan örneklere bakılarak fiyatlarındaki değişikliklerin hesaplanmasıyla enflasyon tespit edilir. Enflasyon, talebin ya da maliyetin artmasından kaynaklanır. Yani ya piyasadaki talep arza göre fazla olduğu için ya da ürünlerin maliyeti arttığı için fiyatlarda artış gözlenir. Devletin para basarak açığını kapatma yolunu tercih etmesi de piyasada talebi artırdığı için enflasyona sebep olmaktadır.

Enflasyon farkı paranın değer kaybı olduğu için borç ilişkilerinde borçludan talep edilmesi fâiz olarak değerlendirilemez. Borç verilirken enflasyon farkının alınacağı ifade edilmiş olsun olmasın enflasyon farkı alacaklının hakkıdır. Zira alacaklı borç vermiş ve borçlusuna iyilikte bulunmuştur. Verdiği borcu aynıyla geri alma hakkı vardır. Ancak borç verilen ülkede enflasyon var ise söz konusu borcun aynı rakamla geri alınması aslında eksik alınması anlamına gelir. Zira borç verilen meblağın alım gücü ile tahsil edilen meblağın alım gücü aynı değildir. Bugünkü kağıt para sisteminde ise paranın üzerindeki rakamlar değil paranın alım gücü önemlidir. Örneğin 2000 yılında 40.000 TL bedelle bir ev alınabilirken 2008 yılında 40.000 TL ile ev alabilmek artık imkansızlaşmıştır.

Enflasyon farkı talep edilirken yüzlerce üründen müteşekkil bir ürün grubunun fiyatındaki değişimin dikkate alınması haksızlık olmaması adına en uygun yöntemdir. Yani sadece bir ürünün fiyatındaki değişime bakılması taraflardan birinin haksızlığa maruz kalmasına sebep olabilir. Ayrıca alacaklı tespit edilen ürünün fiyatının aşırı arttığı dönemde borcunu geri almak isterken borçlu malın bedelinin düştüğü zamanı beklemek isteyebilir. Bu da taraflar arasında anlaşmazlıklar çıkmasına sebep olur.

Enflasyon hesaplaması mümkün olan en hassas ölçülerle yapılmasına rağmen alacaklının ya da borçlunun bir miktar kâr ya da zararı söz konusu olabilir. Örneğin alacaklı ya da borçlu adına yalnızca mutfak enflasyonu önem arzederken enflasyon hesabına başka ürünlerinde katılması sebebiyle enflasyon hesabı daha düşük ya da daha yüksek çıkmış olabilir. Buradaki kısmî izâfî haksızlık dinen önemsizdir. Çünkü bu tür alacak verecek ilişkilerinde tam hakkı tespit etmek imkânsızdır. İslâm imkânsızla mükellef tutmamıştır. Tarafların helalleşmesi yeterli sayılır.

Murâbaha Nedir?

Klasik fıkıhta murâbaha malın mâliyetinin müşteriye bildirilmesi ve üzerine kâr eklenerek satılmasıdır. Yani müşteri satın aldığı mal sebebiyle satıcıya ne kadar kâr verdiğini bilmektedir. Ancak Türkiye’de uygulanan murâbahanın klasik fıkıhtaki vâdeli satıma tekâbül ettiği de bazı İslâm hukukçularınca ifâde edilmiştir. Bu durumda müşteriye malın mâliyetinin tam olarak açıklanma zorunluluğu olmamaktadır. Bugün katılım bankalarının asıl para kazanma yöntemi murâbahadır. Daha çok peşin alınan malın vâdeli kârlı satımı şeklinde işlemektedir. Malın satıcıdan banka adına alınması sırasında, banka müşterisi bankayı vekâleten temsil etmektedir. Mal ile ilgili evrakların müşteri adına tanzim edilmesi ise İslâm hukûku açısından önemsizdir. Zira İslâm hukûkunda evrakların müşteri adına düzenlenmesi şartı bulunmamaktadır.

Buna göre murâbahanın aşamaları şöyledir:

Müşteri almak istediği malı bulur. Satıcıyla akit yapmaz. Katılım bankasından vekâlet almış ise akit yapabilir.

Katılım bankasına malı almak üzere başvurur.

Katılım bankası malın alım satıma uygun olup olmadığını ve müşterinin ödeme kabiliyetini araştırır.

Katılım bankası kurumsal işlemlerde satıcıya sipariş formu gönderir. Müşterisine malı alması için vekâlet verir. Bireysel işlemlerde bu vekâlet şubedeki personel, SMS mesajı ya da MİM (Müşteri İletişim Merkezi) yoluyla verilir.

Katılım bankası malın alındığına dair evraklar ulaşınca satıcıya ödeme yapar.

Katılım bankası malı müşterisine taksitli bedelle satar.

Katılım bankaları murâbaha yapabilmek için şu noktalara dikkat etmektedirler:

Ortada alınıp satılacak bir mal ya da hak var mıdır?

Eğer alım satım yapılacak bir mal ya da hak yok ise katılım bankası nakit borç verip fazlasıyla tahsil edemez. Zira bu durumda fâizcilik yapmış olur. Bu bakımdan katılım bankaları murâbahasını yapmadıkları bir malla ilgili vergileri, cezaları, devlet okul harçlarını, noter masraflarını vs. 85 murâbahaya konu yapmazlar. Müşterinin nakit sıkıntısı dinen muteber bir gerekçeye dayanıyorsa ve nakit sıkıntısı aşılmadığı takdirde müşteri adına büyük zararlar söz konusu olacak ise teverruk yoluyla işlem yapılması uygun görülmektedir.

Alınıp satılacak mal ya da hak dinen satıma uygun mudur?

Eğer müşterinin katılım bankasından talep ettiği mal dinen alım satıma uygun değilse murâbaha yapılamaz. Bu bakımdan içki, sigara, kumar malzemeleri, müstehcen yayınlar vs. murâbahaya konu olamazlar.

Alınıp satılacak mal taksitle satıma uygun mudur?

Murâbaha vâdeli satımdır. Dolayısıyla alınıp satılacak malın vâdeli satıma uygun olması gerekir. Paraların ve para hükmündeki varlıkların ise vâdeli satımı kâr değil fâiz doğurur. Bu bakımdan katılım bankaları döviz murâbahası yapmazlar. Altın konusunda ise İslâm hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır. Külçe altın ile çeyrek, yarım, tam altını para sayıp işlenmiş altını, hurda altını ve altın tozunu mal sayan görüşe göre bu tür mal kabul edilen altınlar murâbahaya konu olabilmektedir. Bu görüşe göre gümüş para vasfını tamamen kaybetmiştir. Bazı katılım bankaları ise altın ve gümüşü tamamen para saydıkları için bunların murâbahasını yapmazlar.

Alıcı ile satıcı kendi aralarında sözleşme yapmışlar mı?

Sözleşmesi bitmiş işlemlere katılım bankası dahil olamaz. Çünkü ortada satıcıdan alınıp müşteriye satılacak mal kalmamış demektir. Bu sebeple esas faturası kesilmiş, sözleşmesi imzalanmış, ruhsatı/tapusu devrolmuş, peşinatı verilmiş işlemlere katılım bankası dahil olamaz. Kaporanın malın mülkiyetini devreden bir ödeme olup olmadığı ise tartışmalıdır. Bazı katılım bankaları kaporayı mülkiyeti devreden bir ödeme saymayan görüşle amel ederken bazı katılım bankaları kapora ödenmiş ise murâbaha yapmamaktadır.

İşlem sahte midir?

Katılım bankası gerçek işlemlere yardımcı olabilir. Sahte işlemlerle finansman sağlamak isteyenlerle çalışamaz. Bu bakımdan akrabalar, eşler, ortaklar, grup firmaları arasındaki murâbaha taleplerine ilk etapta olumsuz yaklaşırlar. Yine satıcıya ödenen para muvâzaa hissi verecek şekilde alıcıya ödenmiş ise katılım bankaları böylesi müşterilere karşı da dikkatli davranırlar.

Fâizli bankalar bunların hiçbirine dikkat etmez. Dolayısıyla katılım bankacılığında uygulanan murâbaha ile fâizli bankacılıktaki krediler kesinlikle farklıdır.