Eğitim 19.04.2019 09:30 Güncelleme: 19.04.2019 09:34

İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Kadir Canatan: Akademisyenler az okuyor

"Akademik camiada kimse kimsenin kitabını okumuyor. Hatta akademisyenler az okuyor diyebiliriz. Bu camianın entelektüel bir camia olduğu söylenemez. Mesela "Beyan Sosyolojisi" ve bunun uygulaması olarak "Beyan ve Beden" diye iki kitap yazdım. Yeni bir sosyoloji öneriyorum. En azından bu önerinin tartışılmasını istiyorum. Ama şu ana kadar kimse okuyup geri dönüş yapmadı. Okuyan bir iki kişi oldu, akademik camia dışından. Onlar da ne yapmak istediğimi anlamamışlar."
İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Kadir Canatan: Akademisyenler az okuyor

Süleyman DOĞAN

Prof.Dr.Kadir Canatan otuz yılını Hollanda’da geçirmiş akademik disipline sahip, eleştirel düşünce saikı bir aydın portesi çiziyor. Kendisini gıyabi olarak yazılarından çeyrek asırdan beri tanıyorum. Ancak vicahi olarak on kusur yıldan beri tanıma imkanı bulduğum Profesör Canatan ilk etapta soğuk gibi dursa da onu yakından tanıyınca ne kadar içten ve samimi olduğunu görürsünüz. Kadir Hoca çalışkan, üretken, velut kalem ve kelam sahibi nevi şahsına münhasır biridir. Olay ve olguları sosyolojik bir tartıdan geçirerek tartışmasından hoşlanan ve özellikle yeni yorumlar getirmesini seven biri olarak kendini gösterir. Fikirlerin söylerken, yorumunu yaparken birileri alınacak bunu veya şunu söylemeyeyim kaygısına kapılmadan hür bir şekilde kanaatini belirtmekten çekinmeyen bir yapıdadır. Bu yönüyle takdire şayan bir tavır gösterir. Akademik çalışma alanı sosyoloji ve sosyal antropoloji üzerine özellikle çalışmaları olan Prof.Dr.Kadir Canatan halen İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır. Canatan ile söyleşimiz yazdığı kitaplar ve gündemdeki konular üzerine yoğunlaştı. Siz aziz okurları Profesör Canatan ile yaptığım söyleşi ile baş başa bırakıyorum.

- 2018 yıl gördüğüm kadarıyla sizin için bereketli bir yıl oldu. Beşten fazla kitabınız bu yıl çıktı. Neyi hedeflediniz?

Geçtiğimiz yaz ayında dekanlık görevimi bıraktım ve ufak tefek çalışmalarla sonuçlandırılacak kitap çalışmalarına ağırlık verdim. Beyan yayınlarında 3 adet felsefe dizisinden kitabım çıktı. 2 adet Mana yayınlarından cep kitap formatında yayınım oldu. Bir de Açılım Kitap’tan hocama ait bir kitabın çevirisi çıktı. Hedefim kendi alanımızda boşlukları doldurmak. Bilimsel çalışmalar yanında popüler yayınlarla da farklı toplum kesimlerine ulaşmak istiyorum. Amacım çok yayın yapmak değil, nitelikli ve bir ihtiyacı karşılamaya yönelik yayın yapmaktır.

- Kitaplarınızı kategorize ederseniz hangi konuları ve hangi metotlarla ele aldınız?

Felsefe dizisinde üç konuyu ele aldım. İnsan felsefesi, eğitim felsefesi ve din felsefesi. Bu dizi inşallah devam edecektir. Amacım, her konuda felsefemiz olduğu göstermektir. Bir format oluşturmaya çalışıyorum. İlk önce alanın temel kavramları ve problemlerini ele alıyorum. Sonra düşünce tarihinde hızlı bir okuma ve özetleme yapıyorum. Konuyla ilgili olarak birikimi yansıtıyorum. Sonra biz bu konuda ne söylememiz lazım sorusunu sorarak hem klasik hem de çağdaş düşünürlerimiz üzerinden kendi felsefemize yönelik çıkarımlar yapıyorum ve bunları kitabın son bölümünde maddeler halinde sıralıyorum. Bu şekilde bu kitabı okuyan bir kişi hem konuyla ilgili genel fikirleri ve akımları öğreniyorum hem de bizim felsefemizin ne olduğunu öğreniyor. ‘Felsefemiz yok!’ - Bu dizi kitapları yazmanız nereden kaynaklandı? Bu diziyi başlatmamın nedeni, sürekli tartışmalarımızda “Bu konuda felsefemiz yok” gibi bir sonuca gidiyor olmamız. Bu beni rahatsız etti ve burada bir boşluk olduğunu hissederek bu diziye başladım. Mana yayınlarında çıkan iki küçük cep kitabın biri, antisemitizm konusunda Müslümanların pozisyonunu ele alıyor. Bu tartışma Türkiye’den ziyade Batı dünyasında yapılıyor. Müslümanların antisemitik olduğuna dair bir iddia var. Ben bunu ciddiye aldım ve bu iddianın gerçek olup olmadığını sorguladım. Diğer çalışma da başka inançtan kişilere İslam’la ilgili meseleler hakkında entelektüel anlamda bir bilgi veriyor. Bu da yurtdışında edindiğim tecrübelerden hareketle yazdığım ve belirli bir ihtiyacı karşılayacağına inandığım bir çalışma. Bu kitapçığı İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi dillere çevirip Avrupa piyasasına sunmak istiyoruz. n Kitaplardaki ana hedef kitlenizi nedir? Ben ana kitleyi gençler olarak görüyorum. Onun için akademik olmaktan sakınıyorum. En azından popüler kitaplarda böyle bir çekincem var. Ama konuya ilgili duyan herkes bu kitaplarda kendine ait bir şeyler bulabilir. ‘Maalesef Okumuyoruz!'

- Türk toplumunun okuduğuna inanıyor musunuz?

Ne yazık ki Türk toplumu okumuyor. Şifahi kültür hakim durumda. Ya biri diğerine anlatacak ya da bir medya yoluyla izleme olacak. Gelişmiş toplumlar sıcak medya izliyor, bizim gibi toplumlar ise soğuk medya izliyor. Kitap sıcak medyaya ait bir konu. Televizyon ise soğuk medya olarak biliniyor. Fakat benim inadına yazmamın iki nedeni var. Birincisi sorumluluğumu yerine getirmek. Bu konuda Katip Çelebi gibi düşünüyorum. O kitabına yazdığı önsözde diyor ki: “Biliyorum bu kitabı kimse okumayacak ve bir sonuç çıkarmayacak. Ama ben kendi sorumluluğumu yerine getirmek için yazıyorum.” İkincisi de zamana yatırım yapmak. Nurettin Topçu, herkes anlasın diye 20 kadar kitap yazmıştır. O çok felsefi ve kalıcı eserler de yazabilirdi ve biz bugün onlardan faydalanabilirdik. Ben ciddi ve okunmayan kitaplar da yazmak istiyorum. Belki gelecek nesiller okur. - Kitaplarınız akademik camiada nasıl değerlendiriliyor, onların okunduğunu düşünüyor musunuz? Akademik camiada kimse kimsenin kitabını okumuyor. Bu camianın entelektüel bir camia olduğu söylenemez. Mesela “Beyan Sosyolojisi” ve bunun uygulaması olarak “Beyan ve Beden” diye iki kitap yazdım. Yeni bir sosyoloji öneriyorum. En azından bu önerinin tartışılmasını istiyorum. Ama şu ana kadar kimse okuyup geri dönüş yapmadı. Okuyan bir iki kişi oldu, akademik camia dışından. Onlar da ne yapmak istediğimi anlamamışlar.

- Uzun yıllar yurtdışında kaldınız, Batı ile bizim aramızda bariz farklılıklar ve benzerlikler nelerdir ve neden kaynaklanmaktadır?

Eğitim alanında bariz farklılıklar var. Onlar bilgi aktarımına değil, bilginin özümsenmesine ve içselleştirilmesine yönelik bir çalışma içindeler. Muhakemeyi geliştiriyorlar. Biz ise bilgi aktarıp ezberletmeyi sağlıyoruz. Avrupa’da orta okul çocuğu ile tartışmalar yapabilirsiniz, ama biz burada üniversite öğrencisiyle makul-mantıklı bir tartışma yapamıyoruz. Çocuk konseptimiz farklı. Bizde hep güdülen ve geç bağımsızlaşan gençler var, onlar ise 18 yaşına gelmiş bir çocuğu gönül rahatlığıyla evden gönderebiliyorlar. Çocukların sürekli peşinden koşmak bize özgü bir şey.

- Neden böyle oluyor?

Eğitim de dâhil daha genel bir şey söylemek gerekirse onlarda kurumsallaşma bizde ise kişiselleştirme esastır. Batı dünyası her sorunu kurumsal olarak çözüyor, biz ise kişilere bırakıyoruz. Bu çok önemli bir farklılık ve üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekir. ‘İnsan fenomeni!’

- Bir akademisyen olarak bugünkü toplamsal yapıyı nasıl görüyorsunuz? Toplum dediğimiz fenomen tıpkı insan gibi. Nasıl insanın bir bedeni ve ruhu varsa toplumun da bir bedeni ve ruhu var. Toplumun bedenine yapı, ruhuna ise kültür ya da zihniyet diyoruz. Bizde toplumsal yapı, yani ilişkiler ve pozisyonlar var ama bunların içeriği boş ve ruhsuz. Toplum ruhunu kaybettiği için mekanik bir şekilde işliyor. Diyelim ki trafik de insanlar kuralları ihlal ediyor, bunun üstüne daha fazla cezalar vererek gidiyoruz. Çünkü eğitim ve ahlak konusunda sınıfta kalmışız. Topluma ve insana içerden değil dışardan müdahale ediyoruz.

- Türkiye’deki toplumsal yapı ileriye dönük ümit veya ümitsizlik veriyor mu?

Ümitli olmak zorundayız ama ben çok da ümitli değilim. Toplum olarak bazı şeyleri sıfırdan ele almalı ve yeniden düşünmeliyiz. Klişeleri ve ezberleri tartışmaya açmalıyız. Az ama özlü işler yapmalıyız. Nicelik değil niteliğe önem vermeliyiz. Ne olduğumuzu ve ne olmak istediğimizi, bu ikisi arasındaki mesafenin ne kadar olduğunun farkına varmalıyız.

- Kadınların Türk toplum yapısı içerisinde rolünü ve statüsünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınlar erkeklere kıyasla bana daha fazla ümit veriyor. Onlar bir şeyler olmak ve yapmak için çırpınıyorlar. Kadınlarımıza gereken değeri vermiyoruz. Onların adına konuşuyoruz. Onların nasıl bir aile ve nasıl bir toplum tahayyül ettiklerini sormuyoruz. Evimizin düzeni ve çocuklarımızın terbiyesi onlara ait. Evimiz çok düzenli ama sokaklarımız düzensiz, çünkü kamuda erkekler var. Onlar kendilerini bir düzen ve disipline tabi görmüyorlar. Eğer her gün evi toparlamak zorunda kalsalar daha düzenli ve tertipli olabilirler. Çocuklarımızın eğitimi konusunda anne-baba arasında uzlaşma yok. Çok yaz-bozlar oluyor. Anne bir şey söylüyor, baba farklı bir şey söylüyor. Çocuk bu tutarsızlıklarla yetişiyor ve sonunda nasıl bir gençlik geliyor diye soruyoruz.

‘Lider çok önemli’
- Türkiye’nin geleceği konusunda iyimser mi yoksa kötümser misiniz?

Genellikle kötümserim ama bu beni bunalıma itmiyor. Değişmenin zaman içinde olacağına inanıyorum. Her şeye süreçsel bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bizde liderlik çok önemli. Değişme ve iyileşme liderlerden başlamalı diye düşünüyorum. Toplumsal, pedagojik, entelektüel ve siyasal liderlik tutarlı, dürüst ve ilkeli olursa Türk toplumunun hızla değişeceğine inanıyorum. Kaynaklarımızı çok kötü kullanıyoruz, daha derli toplu bir ekonomiye ihtiyacımız var. Beklentilerin yükseltilmesi doğru değil. Bizi yok edecek olan tüketim kültürüdür. Tüketim kültürüne ve israfa karşı savaş açmalıyız. Çok tüketmeyi ve harcamayı değil, az tüketmeyi ve biriktirmeyi erdem haline getirmeliyiz.

- Türk siyasi örgütlenmesinin doğru ve yerinde bir durumda olduğunu söyleyebilir misiniz?

Ben toplumda değerlerin adil paylaşılmasından yanayım. Adalet ana ilke olunca bilgi, zenginlik ve gücün adil dağılımının toplumu geliştireceğine inanıyorum. Türkiye’de eğitim ve başka kanallar üzerinden bilgi dağıtılabiliyor ama zenginlik ve güç belirli ellerde toplanıyor. Bunları dağıtacak ekonomik ve siyasal bir örgütlenmeye geçmemiz lazım. Türkiye oldum olası merkeziyetçi ve tekelcidir. Parlamenter sistemden katılımcı demokratik bir sisteme geçmeliydik ama Türkiye başkanlık sistemine geçiş yaparak bir tercihte bulundu. Ben bunun uygulamalı olarak denenmesi gerektiğini düşünüyorum. İlerde değerlendirilmesi yapılmalıdır.

- Üniversiteler, Türk toplumuna sizce ne gibi değer üretiyor ve katıyor?

Üniversitenin birkaç işlevi var. Bilgi üretmek, bilgi aktarmak ve bilgiyi işlevsel kılmak.. Bunlardan sadece bilgiyi aktarma, yani eğitim ön planda görünüyor. Diğer işlevleri çok kısıtlı. Üniversite ile sektörler ve siyaset arasındaki ilişki çok az. Sektörler ve siyaset, üniversiteden bağımsız olarak işliyor. Oysa politikanın bilgi temelinde üretilmesi gerekiyor. Bizde böyle bir kültür yok. Batıda bir alanda politika izlenir, bunun ne kadar etkili olup olmadığını üniversiteler araştırır ve süreçsel olarak izlerler. Türkiye’de kurumlar arası koordinasyon sağlanamıyor. Etkileşim ve geribildirim süreçleri çalışmıyor.. Günübirlik bir politika var ve çok yaz-bozlar oluyor. Bu şekilde birikimsel bir gelişme olmuyor.

Kimdir?

Prof.Dr. Kadir Canatan 1960 yılında Nevşehir-Hacıbektaş’a bağlı bir köyde doğdu ve ilkokulu bu köyde okudu. Ortaokulu Kırşehir-Mucur’da, liseyi de Ankara Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Sonra aile birleşimi çerçevesinde yurtdışına gitti. 30 yıla yakın kaldığı Hollanda’da yüksekokul ve üniversite eğitimimi yaptı. Önce sosyal hizmet, sonra sosyoloji ve kültürel antropoloji okudu. Erasmus Üniversitesinde sosyoloji doktorasını aldı. Bir süre üniversite ve araştırma kurumlarında çalıştıktan sonra 2005 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. Önce Balıkesir Üniversitesi sosyoloji bölümünde, sonra da Yıldız Teknik Üniversitesi sosyoloji bölümünde 9 yıl kadar görev yaptı. Emekli olduktan sonra halen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmaktadır.