Röportaj 22.01.2018 15:09 Güncelleme: 22.01.2018 15:24

​'İşte o an her şey yeniden başladı'

"Benim hayatımda; yenilikçiliğin, aldığım yenilikçi kararların önemini anlatan en güzel cümlelerden biri budur. Sıfırdan başladığım 37 yıllık girişimcilik hayatımda, yenilikçi düşünce sistemi ve bu doğrultuda alınan kararlar, hayata geçirdiğimiz iş fikirlerinden pazarlama stratejilerine, yarattığımız katma değerden kurduğumuz işlere kadar tüm iş hayatımın temelini oluşturdu.
​'İşte o an her şey yeniden başladı'

Aslı ÜSTÜNKAYA

“Benim hayatımda; yenilikçiliğin, aldığım yenilikçi kararların önemini anlatan en güzel cümlelerden biri budur. Sıfırdan başladığım 37 yıllık girişimcilik hayatımda, yenilikçi düşünce sistemi ve bu doğrultuda alınan kararlar, hayata geçirdiğimiz iş fikirlerinden pazarlama stratejilerine, yarattığımız katma değerden kurduğumuz işlere kadar tüm iş hayatımın temelini oluşturdu.

Bazen bana ‘Nasıl yenilikçi olunur?’ diye soruyorlar. Doğrusunu isterseniz, reçetesi ya da ilacı yok. Hayata öyle bakar, öyle yaşarsınız. Yenilikçilik bir hayat tarzıdır, vizyon meselesidir. Tepeden, en alt kademelere kadar, etkileşimli olarak yayılır. Ama aynı zamanda risk alma cesareti, özgüven, sebat ve disiplindir.

Biraz maceraperest ruhlu, riski seven insanlar daha çok girişimci olabiliyor. Yoksa hiç riski sevmeyen, sakin hayatı seven, düzenli bir yaşamdan hoşlanan bir insanın girişimci olması çok zor.

Yenilikçi olursanız, hangi yaşta, hangi koşulda olursanız olun, ‘neden olmasın?’ diyerek her şeye yeniden başlarsınız. Tüm hücrelerinizde, yüreğinizde hisseder, uyurken bile bunu planlarsınız. Zamanla kimsenin görmediğini görmek, kimsenin yapmadığını yapmak, bilinmeyeni, hayatı kolaylaştıran her şeyi düşünmek üzerine bir düşünce sistemine sahip olursunuz. Ve arkası zaten kendiliğinden gelir.

Benim hayatımda, yenilikçi düşünce sistemimde, her zaman değer ve istihdam yaratma vardır. Üretmek, değer yaratmak, ülkeye yarar sağlamak, benim için yaşamı daha anlamlı kılar...

Ve altın kural: Hayat; ödülü hak edene verir, hak etmeyenden alır.” 

Bu kararlı ve anlamlı sözlerin sahibi iş adamı Emin Hitay.. 

Ege Üniversitesi’nde öğrenciyken iş hayatına atılır.. Devlet memurluğu ve özel sektör deneyiminin ardından henüz 22 yaşındayken girişimci olmaya karar vererek ilk şirketini kurar. Emin Hitay bugün yatırım sermayesi alanında ülkenin önde gelen girişimcilerinden biri olarak adını zirveye yazdırmış biri.. YeniBirlik için anlattı..

Başarıyı hedef mi belirler?

Hedefsiz olmamalı insan. Bir insanın her yaşta bir hedefinin mutlaka olması lazım. Eğerki bir hedefiniz varsa bu sizin yaşamınızı bile uzatabilir. Bazen gazetelerde okuyorsunuz, engelli çocuğu olan bir anne, çocuğunu kaybediyor, bir bakıyorsunuz ondan sonra anne de vefat ediyor. Çünkü amacı, hedefi o çocuğuna bakmak. Ben ölürsem önceden, çocuğum ne olur düşüncesi o anneyi daha uzun bile yaşatabiliyor. Dolayısıyla her zaman hedeflerinizin olması lazım. İş hayatında da hedeflerimizin olması gerekiyor. Benim her zaman hedeflerim vardı. Hatta hedeflerimi cep telefonumda sabahın saat altısında her gün görürüm, çünkü takvimimi açıyorum, görürüm ve yazıyorum. Büyük hedeflerimi yazarım. Büyük hedeflere ulaşmak için onu küçük parçalara ayırıyorum. Yani parçalara ayırarak yemek gibi … Bu sayede o büyük hedefler gözümü korkutmuyor. O küçük parçalardaki hedeflere ulaştıktan sonra motive oluyorum, diğer parçaları yapmak amacında. Dolayısıyla böylelikle büyük hedeflere ulaşma imkanınız oluyor. Yoksa çok kocaman hedefler koyarsanız, hepsini bir anda bitireceğim diye düşünürseniz, önünüze gelen engeller nedeniyle motivasyonunuz kırılabilir ve vazgeçebilirsiniz. Dolayısıyla mutlaka hedefinizin olması lazım, ama sebat da göstermek lazım, hedeflerimize ulaşmak için, bunu bitirmek için, hedefe ulaşmak için mutlaka sebat göstermemiz gerekiyor.

Siz hedeflerinize ulaştınız mı? 

Hedefler biterse ölürüz. Hedeflerin bitmemesi lazım. Ölene kadar hedefimiz var. Ulaştıkça daha büyüğünü koyacaksınız. Dolayısıyla hedefler bitmez, bitmemesi lazım. 

Kimler girişimci olmalı, kimler uzak durmalı? 

Bir kere risk almayan, risk almayı sevmeyen insanlar girişimci olamaz. Biraz maceraperest ruhlu, riski seven insanlar daha çok girişimci olabiliyor. Yoksa hiç riski sevmeyen, sakin hayatı seven, düzenli bir yaşamdan hoşlanan bir insanın girişimci olması çok zor. Yani, bu aslında girişimcilik, öğreniliyor mu, doğuştan mıdır tam olarak bilinen bir şey değil aslında. Ama bana göre, girişimcilik ruhu doğuştan. İnsanın içinde var bu. İçinde olmadan olmuyor. 

Sizin devlet memurluğu geçmişiniz var. Birkaç iş adamında da görüyoruz biz bunu ama geçmişinde devlet memurluğu olan iş adamları son derece başarılı oluyorlar. Sırrı nedir?

Şimdi aslında benim devlet memurluğu derken şöyle: Ege Üniversitesi İşletme Fakültesinde okurken babamı kaybedince çalışmak zorundaydım. Dolayısıyla Ege Üniversitesi Bilgi İşlem Merkezinde Sistem Operatörü olarak çalıştım. Dolayısıyla devlet memuru oldum ama o değil başka bir işte olabilirdi. 657 sayılı devlet memuru kanununa bağlı olarak 3 yıl çalıştım. Orada programlama dillerini de öğrendim. Daha sonra 1 sene programcılık yaptım, İstanbul’a gelip bilgisayar programcılığı yaptım. 22 yaşında da ilk şirketimi kurdum ve iş hayatına atıldım. O gün bugündür kendi işimin patronuyum. Yani 1980 yılından bu yana... 38 yıl ciddi bir süre, çoğu girişimcilerin yaşından büyük. 

İş dünyasına nasıl hazırlanmalı, özellikle bu işe yeni soyunanlar nasıl hazırlanmalı, neler yapmalı?

Bir kere, bu hazırlık en başta kafada olması lazım. Yani o girişimi yaparken, planlamak gerekiyor, onun ötesinde düşündükleri hizmet veya ürün neyse onun gerçekten piyasada satılabilir bir ürün veya hizmet olduğuna inanmaları ve bunu araştırmaları gerekiyor. Benim tavsiyem şu; İnsanlar konuşsunlar, fikrimi çalar falan diye çekinmesinler. Çünkü çoğu insanda aynı fikri düşünmüştür, aynı şeyleri düşünmüştür ama gerçekleştirememiştir. Önemli olan vizyon değil execution (icraat). Yani bir vizyonunuz vardır, bir hayaliniz vardır, düşünceniz vardır, fikriniz vardır ama önemli olan onu hayata geçirmektir. Dolayısıyla benim fikrimi çalar falan diye düşünmesin, bol bol etrafıyla konuşsun. İnsanlar diyorlarki, ben şunu yapacağım, bunu yaparsam acayip hit bir ürün olur, hizmet olur, ben bunu çok satarım. Ama pazara çıktığı zaman çok farklı olabiliyor. Bakıyorlarki istedikleri gibi gitmiyor. Veyahut da çok daha normal satılabilecek bir ürün olarak düşündükleri bir ürün veya hizmet inanılmaz derecede popüler olabiliyor, satılabiliyor, yüksek oranlarda satılabiliyor. Dolayısıyla bunu baştan çok keskin bir şekilde kestirmek mümkün değil. 

Bugün üniversiteye başlayacak olsanız ne yapardınız?

Önce okulu bitirirdik. O günün şartlarında ne uygun, benim keseme ne uygun, ben ne yapabilirim, piyasada neler daha trend, nelerin geleceği var, onları gözlemlerdim, onu yapmaya çalışırdım. Yani ben 80 yılında başladığım zaman işe benim sermayem yoktu. Dolayısıyla ben sermayesiz bir iş kurdum. Bir tanıdığımızdan outsource (dışarıdan verilen - alınan hizmet - temin) bir iş alarak onun tekstil ile ilgili bir takım işlerini alarak ona fason olarak bir takım işler yaparak para kazanmaya başladım, o günlerden bugünlere geldik. Çok şükür şu anda şirketlerimizde 1000 civarında çalışam var, Türkiye’de ve Endonezya’da yatırımlarımız var.

“Markalaşmak zaman istiyor”

Endonezya ile devam edebilir miyiz?

Endonezya ile şöyle başlayayım. Nereden başladı Endonezya ilgisi? 2006 yılında Mehmet Ali Şahin’in 

başkanlığında... Mehmet Ali Şahin o zaman spordan sorumlu devlet bakanıydı, onun başkanlığında bir DEİK heyeti Endonezya’yı ziyaret etti. Ben de DEİK üyesiyim. Endonezya’ya ben hiç gitmemiştim. Uzakdoğu’ya gittik ama hep turistik seyahatler yapıyoruz. Bir de iş adamı gözlüğü ile orayı göreyim istedim. 2006 yılının Ekim ayında gittik. Endonezyalı iş adamları ile toplanıldı, görüşmeler yapıldı. Oranın ticaret bakanı bizi ağırladı. Sigarayı bırakalı 5 sene oldu. Ancak o zaman sigara içiyordum, fuayeye çıktım, çakmağım yok, dışardaki bir Endonezyalıdan çakmak istedim. Orada sigara içerek üst üste sohbet ettik. Bana fahri konsolosluk teklif etti. Böyle bir Endonezya macerası başladı bende. 2008’de de resmi olarak fahri konsolos oldum. 2013’de İstanbul’da konsolosluklarını açtıkları için benim fahri konsolosluğum düştü. Fakat bırakmak istemediler. Şu anda halen Antalya’nın Endonezya fahri konsolosu olarak devam ediyorum. Ondan sonra gide-gele Endonezya’ya sonunda 2010 yılında onların başkanları da Türkiye’yi ziyaret etti. O ara ben jeotermal yatırımı yapmak amacıyla kendisi ile görüştüm. Beni yatırım ajansı başkanı ile tanıştırdı, Gita Wirjawan. Daha sonra ticaret bakanı oldu, şu anda da gayet samimi ilişkilerimin olduğu bir arkadaşım. Çok değerli bir insandır kendisi. Böylelikle 2011 yılının Ocak ayında başladık, şimdi Ocak 2018, 7 senedir orada iş yapıyoruz. Şimdiye kadar lisanslarımızı aldık, yatırımlarımıza başladık, bayağı uzun vadeli yatırımlarımız olacak. 

Siz Türkiye’nin en önemli girişimcilerinden birisiniz. İnovasyondan söz edelim. Türkiye ne yapmalı? Ar-Ge ve inovasyon özelinde neler konuşabiliriz?

Türkiye’de baktığımız zaman, Türkiye’nin geçmişine ve bugününe baktığınız zaman fark var. Yani 

Ar-Ge çalışmaları çok arttı Türkiye’de.  Çok büyük bazı şirketlerin dışında Ar-Ge harcamaları yok gibi bir şeydi. Ama şu anda devlet de buna önem veriyor, teşvik ediyor. Ar-Ge harcamaları arttı. Özel şirketlerin de arttı, devletin de  arttı. Teşvikler de arttı. Dolayısıyla iyi bir yolda gidiyoruz bence. Gidişat iyi. Ar-Ge harcamaları arttığı zaman katma değeri daha yüksek ürünler, teknolojik ürünler ortaya çıkarma imkanınız var. Bugün mesela biz savunma sanayinde ciddi bir şekilde görmeye başladık. İthal ettiğimiz ürünleri kendimiz yapabilmeye başladık. Bunlar çok önemli. Özellikle İHA’lar mesela. İHA’lar sayesinde başarı oranında ciddi bir artış oldu. Bir de stratejik bir ürün bu. Size vermedikleri zaman, siz işte o İHA’larınız olmadığı takdirde göremiyorsunuz kimin ne yaptığını. Dolayısıyla bunlarda çok önemli şeyler. Herhangi bir malı paranızı verip alırsınız ama, savunma sanayi ürünlerini paranız olsa dahi size vermeyebilirler. Dolayısıyla şu anda o alanda yapılan yatırımları ben çok takdirle karşılıyorum. Başarılı bir şekilde de ilerleniyor. 

İnovasyon aslında var olan bir şeyin bir ürüne veya bir hizmete üzerine tüy kondurmak gibi bir şeydir.   Çok basitçe öyle izah edelim. Var olan bir şey ama siz onu öyle bir hale getiriyorsunuz ki daha bir kullanılabilir, daha verimli hale getiriyorsunuz, başkalarının düşünmediği bir şekle sokuyorsunuz. Ve daha değerli hale geliyor. İnovasyon dediğimiz yenilikçilik dediğimiz bu. Yani bir şeyi keşfetmek değil, var olan birşeyi geliştirmek olarak diye düşünebiliriz. Bu tabiki ürünün değerini artırıyor. Bunun mutlaka olması lazım, bunu yaptığınız takdirde yine katma değeri daha yüksek hale getirebiliriz eldeki ürünleri.

Markalaşmak, marka yaratmak?

Marka yaratmak, markalaşmak, zaman isteyen bir şey. Öyle hemen, bakın dünyadaki markalara; işte tekstilde olsun veya teknolojik ürünler olsun bu markalar öyle bugünden yarına yaratılmamış. Çok uzun zamanlarda yaratılmış markalar. Ama tabii hemen bilişim sektörüne döndüğümüz zaman orada da çok kısa zamanda müthiş markaların hatta 100 yıllık 200 yıllık şirketlerin değerlerini geçen markaların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu da tabii o sektördeki boşluktan kaynaklanıyor. Örneğin bir arama motoru Google, geçmişi kaç yıllıktır? 20 yıl ya var ya yok. Ama dünyanın en değerli markalarından biri. Apple keza öyle. Apple daha eskidir tabii ki. Ama akıllı telefonlarla inanılmaz bir değer yarattılar. Teknoloji alanında markalaşmak, yarattığınız hizmet veya ürüne göre çok daha hızlı olma imkanına sahip. Bunun içinde pazarın büyüklüğü çok önemli. Amerika gibi bir pazarda eğer gerçekten iyi bir ürün çıkardıysanız, koskoca bir pazar var, alım gücü çok yüksek… Capita  

50 bin doları aştı Amerika’da. Nüfus da 300 milyonun üzerinde. 300 milyon ve 50 bin dolar…. capita olan bir ülkede alım gücü çok yüksek olduğu için bir ürün çıkardığınız zaman satma imkanınız fazla miktarda satma imkanınız çok yüksek. Dolayısıyla markaların oradan çıkması daha kolay olabiliyor. 

‘Yetişmiş beyinlerimizi kaçırmamalıyız’

Teknolojide Türkiye’ye ne önerirsiniz?

Yapılacak şeyler, trend olarak dünya nereye gidiyorsa o konularda teknolojik yatırımlar yapılması gerekiyor. Ama insan kaynaklarımızı da kaybetmememiz gerekiyor. Şu anda Türkiye’den giden yetişmiş beyinler de var. Bunları kaçırmamamız gerekiyor. Onların burada kalması gerekiyor. Bu insanların burada çalışması, burada bir değer üretmesi gerekiyor. Cazip teklifler geliyor ama burada da o cazip teklifler olmalı. Ortam yaratılmalı. Bunlar önemli. Çünkü çok değerli bilim adamlarımız var çok akıllı gençlerimiz de var. Aslında herşey var bizde. Yeterki değerlendirelim.