Vakıf Katılım web
Röportaj 25.08.2018 03:00

'Kula Kulluk Etmeye Karşıyım'

Herkes onu 'Çalışmaya Karşıyım' sözüyle tanıdı. Bazı replikleriyle milyonların sesi oldu. Çayını her yudumladığında gözlerinin içi gülen bir usta… Olacak O Kadar ile başlayan bir hayat serüveninde günümüze kadar televizyon ve sinema dünyasına büyük imzalar atmış bir isim… Müfit Can Saçıntı, yeni filmi Babamın Ceketi filmiyle seyirci ile buluşmaya hazırlanıyor.
'Kula Kulluk Etmeye Karşıyım'

Şafak GÜVEN

Etiler’de, arka taraflarda bir ara sokakta karşılıklı çay içerken, anlattıklarından attığımız kahkahalarla sessizliği bozulan bir sohbetti Müfit Can Saçıntı ile röportajımız. Tüm merak edilenleri içtenlikte YeniBirlik’e anlattı.

Gerçekten çalışmaya karşı mısınız?

Çalışmaya karşıyım ama başkası için çalışmaya. Doğada insandan başka bir başkası için çalışan bir canlı yok. Mesela kaplumbağa patron kaplumbağa için çalışmaz. Doğada başkası için menfaat karşılığında değil bir sevgi, güzel yüce değerler için.., Ben tabi ki çalışmaya karşıyım ama mecburum çalışıyorum. Mecbur olmadan da yapmaya çalıştığım şeyler var; buna keyif diyorum, zevk diyorum. Zevkle yaptığım işler oluyor. Yoksa çalışmaya karşı değilim kendim için, keyif için, güzel değerler için, yüce değerler için…Yani sevgilin sana bir bardak su getir dediğinde ne bir kullanılma ne bir kölelik, ben gönüllü köleliğe karşıyım. Kula kulluk etmeye karşıyım.

‘Öyle bir hayatı kimse bireysel yaşayamaz’

Mandıra Filozofunda ki gibi bir hayat mümkün mü?

Bu sistemde biraz sermaye gerekiyor. Biz bu sistemde bir hayalin filmini çektik ama gerçek olabilecek bir hayal. Bugününkü mü dersen bugünden yarına topluca mümkün değil. Bireysel imkanları olan ve tabi istiyorsan o hayatı yaşayabilir. Ama dediğim gibi filmde de arazi dedesinden kalma. Benim kendime ait bir dikili ağacım yok. Bir Mandıra Filozofu hayatı yaşayayım desem herhalde o arazi bir milyondan başlıyor, alabileceğimi de sanmıyorum ama biz alternatif yaşam biçimlerinin mümkün olacağını, mümkün olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Belki de bu kadar paranın, pulun, mülkün kölesi olmamak gerektiğini anlatmaya çalıştık biz. Yoksa böyle bir hayatı kimse bireysel yaşayamaz topluca da yaşayamaz.

Böyle birine denk geldiniz mi?

Bir gün orta yaşlı bir iş adamı yolda beni durdurdu dedi ki ‘Ben senin o filmi seyrettim, çok etkilendim. İhalelerim vardı büyük paralar kazandım, aynen filmdeki gibi bir arsa aldım. O hayatı yaşamaya çalıştım. Balık tutmaya başladım.’ dedi,  sonra abi, dedim, ‘Sonra çok sıkıldım geri döndüm.’ dadi.

Yönetmen koltuğunda olduğunuz Babamın Ceketi Ekim ayında vizyona girecek. Filmden bahseder misiniz?

Aslında koltuk takımı biliyorsun. Yönetmen koltuğu, senarist koltuğu, oyuncu koltuğu bir koltuğa on karpuz diye bir tabir mi vardı. Biz de çok koltuğa kendi karpuzlarımızı sığdırmaya çalışıyoruz. Bu da şimdi geldi aklıma. Çok dağıtıyorsun beni Şafak (Gülüyor)… Evlenmek isteyen işsiz bir gencin babasıyla çatışmasını anlatıyor. Parayla satın alınamayan sevgi, dostluk, aile sevgisi, genel anlamda sevgi ve bunu fark ediyor finalde gencimiz. Biz de bunu fark ettirmeye çalışıyoruz. Kısaca böyle özetleyebilirim.

Ayşen Gruda var, Erkan Can var. Onlarla çalışmak zor mu?

Çok keyifli şöyle söyleyeyim; tabi yaşın getirdiği kendine ait zorlukları var. Ama gayet maşallahı var sağlığı yerinde. Özellikle bilinci pırıl pırıl… İnanamazsın ve senin benim takip etmediğimiz kadar güncel gündemi takip ediyor. Mesela pek çok haberi Ayşen abladan öğrendim. Ülke meseleleri ile çok ilgili. Gelmişim bilmem kaç yaşına bana ne demiyor. Biz kendisiyle çalışmaktan çok keyif aldık. Ben bir tek Ayten Gruda’nın oynadığ rolü yazarken Ayşen Gruda’yı düşünmüştüm.

Sizin gerçekten filmle ilgili bir gişe inancınız var mı?

Kesin olarak Türkiye’de iki tarz var. Biri sanatsal dediğimiz festival filmleri. Bunlar sanatı öne çıkarıp seyirci tarafını önemsemiyor. Gişe sineması dediğimiz tarz da film üretenler işin sanat ve mesaj tarafını önemsemiyor. Güldürelim, ağlatalım, korkutalım da parayı bulalım mantığıyla hareket ediyorlar dersem herhalde ayıp etmiş olmam inşallah. Biz ikisinin de mümkün olduğunu savunuyoruz. Paradan ziyade ulaştığım insan sayısı ile ilgili bir derdim var. İkincisi, bu filmim gişe yaparsa sonraki filmime kapılar kolay açılır.

‘İnsan öleceğini bilen tek canlı’

Sizin için on bir parmak diyorlar. Hızlı yazarmışsınız.

Babam gerçekten on bir parmak. Bir elinde altı parmak var. Hatta adı da altı parmak. Arkadaşları bile soyadını bilmezdi. Altı parmak Muhittin diye tanırlardı.

Ekşi Sözlük’te baldızınız ‘Halen senaristliğe ve yöntmenliğe devam eden biricik eniştem Müfit. Yeğenim Duru bana göre bu adamın en büyük eseridir.’ diyor.

Hepimiz tabi bu dünyaya bir eser bırakmaya geliyoruz, bunlar derin konular. Bunun altında da ukalalık etmek istemiyorum. Tedex konuşmasında da anlattım. İnsan ölümlü olduğunun farkında olan tek canlı derler. Bunu biliyor bir acıya kapılıyor ve öleceği için ve ölümsüz olmak için buraya kalıcı bir eser bırakmak istiyor. Bu çok değişik şekillerde olabilir çünkü birisi bir isim bırakmak istiyor kimisi bir anıt bırakmak istiyor. Kimisi bir hayır kurumu bırakmak istiyor. Yazmanın altındaki motivasyon nedir? Bir tanesi budur belki. Ölümlüyüz, öleceğimizi biliyoruz, bu dünyada bizden bir şey kalsın istiyoruz. Bu motivasyonla yazıyorum. Sonra eşimin anne, benim de baba olacağımı öğrendiğim zaman bana bir durgunluk geldi. Dedim ki ‘Ya benim artık yazmama çizmeme gerek yok.’ Çünkü bu dünyaya bırakabileceğim en büyük eser geliyordu zaten. Gerçek anlamda bu duyguyu hissettim.

Mandıra Filozofu ara ara TV ekranlarında!

Yapılalı beş yıl oldu. Yanlış hatırlamıyorsam yirminci gösterimi… Yine ilk onun içinde. Senaryoyu yazarken şöyle bir yanılgı içindeydim ve hayal kırıklığı yaşıyordum. Senaryo yazarken ideal bir dünya içinde yazıyordum. Mekânlar ideal hayalimdeki gibi bütçen ideal. Sınırsız bütçe, sınırsız hayal… Atıyorum en güzel evi düşünüyorsun, en güzel manzarayı, en yetenekli oyuncuyu, en güzel hava koşullarını şimdi senaryo yazarken böyle. Ama bu pratikte mümkün mü? Sınırsız bütçe, sınırsız güzellikler, sınırsız her şey. Böyle olunca hiçbir zaman hayalindekinin yüzde yüzünü çekemezsin. Ben bunu baştan kabul ettiğim için mutluyum. Hemen hemen her filmimden de mutlu ayrıldım. Atıf Yılmaz’ın eski bir röportajında diyor ki ‘Hiçbir zaman istediğimin yüzde yüzünü çekemedim. Ne zaman yüzde elli birini çektimse o film başarılıdır.’ diyor. Ben bunu okudum rahatladım. Dedim ki ‘Koskoca usta yüzlerce film çekmiş ve bunu diyorsa ben kimim ki yüzde yüzünü çekebileyim.

Bir filmin hem senaristi hem yönetmeni olunca daha mı kolay oluyor iş?

Daha mutlu oluyorsun. Hayal ettiğin şeyi çekemesen de neyi neden çekemediğini biliyorsun. Yoksa benim bir filmi bir yönetmen çekse, diyelim hava koşulları yüzünden bazen bazı planları hakikaten eksik çekiyorsunuz. Türkiye’de zaman az. Ya da mekân hayal ettiğim mekân değil bir başka mekân ayarlanmış. Benim yazdığım senaryoda daire kapısı salona açılıyordu. Bulduğum evde uzun koridor var evde ona göre bir şeyleri değiştiriyorsun ama aynı filmi başka biri bu şekilde çekseydi ya abi niye böyle çektiniz diyebilirdim. Bir şeyi çekmenin çok açısı vardır, ama aslında bir açısı vardır. Yani ben ne anlatmak istediğimi biliyorsam on bir değişik açıdan aynı fincanı çekmeye gerek yok. Abi insanları yormaya gerek yok. Ne anlatmak istediğini biliyorsan fazlalıklardan kaçınırsın. Lüzumsuz numaralara gerek yok. Bunlar seyircinin işlemcisini yoran şeyler.

‘Levent Kırca ilk ustalarımdandır’

Baktığım zaman Seksenler, Emret Komutanım, Arka Sıradakiler hepsinde imzanız var. Ya senaristlik ya yönetmenlik, bir de Olacak O Kadar var herhalde, seksenaltı senesinde miydi?

Seksenaltı olacak O Kadarın ilk başlangıcı. Sonra ara verdi doksanlarda özel televizyonlarda başladı. Doksan senesinde ben yazar kadrosundaydım. Tabi TRT’de dört sene devam etmedi. Özel televizyonlarda başlayan macerasında ben de vardım.

Olacak O Kadar’la ilgili ne düşünüyorsunuz? Sanki bir projeden çok daha fazlası gibi bu ülkenin taşı toprağı oldu. Gözümüz televizyona iliştiğinde hep gördük Olacak O Kadar’ı.

İlk ustam değilse bile ilk ustalarımdan bir tanesi Levent Kırca’dır. Benim bugün yaptığım birçok işte onun bakış açısının, onun öğretisinin izleri vardır. Bu yüzden zaten bu toprakların çocuğuyum, o yüzden ne yaparsak yapalım nereye gidersek gidelim ayağımızın biri hep bu topraklardadır yani.

Peki Levent Kırca ile nasıl tanıştınız? Nasıl Olacak O Kadar’a dahil oldunuz?

Bir gazete ilanıyla oldu. İlan şuydu ‘Bir televizyon programı için yetiştirilmek üzere genç yazarlar aranıyor.’ Ondan sonra bir arkadaşımla kalktık gittik. Bu ilan bir hafta yayınlanmıştı büyük gazetelerde. Gittik… Levent abi kalabalıkta görünmek için masanın üzerine çıktı. Dedi ki ‘Şu andan itibaren hepiniz işe alındınız.’ Herkes tabi alkışladı. Dedim ki ‘Niye alkışlıyorsun sen salak mısın? Bin kişilik yazar kadrosu olan bir televizyon programı olur mu?’ dedim. ‘Bu işte bir tuhaflık var.’ dedim. Bunun yazar kadrosu bin kişiyse, bu nasıl bir program?’ dedim. Levent abi sanki duymuş gibi devam etti ‘Bakın, ben sizin hiç birinize git seçilmedin demeyeceğim ama yarın bir toplantı yapacağız ve göreceksiniz bir sonraki toplantıya yarınız gelecek. Sonraki toplantıya onun yarısı, biz dedi iki ay sonra kalanlarla yolumuza devam edeceğiz maaşla’  dedi. Tabi o iki ay öğrenme süreci bir üretim süreci oluyor. İnsanlar kendi kendini eliyor. Bu da bir yöntem olarak bilinsin diye anlatıyorum. ‘Vay ben ne kadar yetenekliydim, bin kişi arasından seçildim!’ değil. Aslolan eskilerin deyimiyle azmetmektir.

‘Tek başına mutlu olmak mümkün değil’

Peki Duru’nun ilerde bu işi yapmasını ister misiniz?

Ben Duru’nun mutlu olmasını istiyorum. Tıpkı bütün gençler gibi. Mutlu olsun, hayati bir tehlike varsa onu uyarırım. Yoksa onu mutlu edecek meslekleri yapmasını engellemek istemem. Duru şuan yazar olmak istiyor. Elimden geldiğince destek veririm, ama deseydi ki terzi olmak istiyorum o zaman da desteklerdim.  Biz de hata yaptık öğrendik. Bazen hata yapmak da keyiflidir yani.

İnsanlığa mesajınız var mı?

İnsanlığa mesajım. (Kahkaha) Tek bir mesaj hakkın olunca… Dünyaya bir kere geliyoruz, gerçek mutluluk da parada malda mülkte değil. Çok kasmasın kimse. Mutlu olmaya baksınlar mutlu olmanın da en güzel yolu mutlu etmekten geçiyor. Birini mutlu etmeden tek başına mutlu olmanın imkânı yok. Tek başına her türlü haltı yiyebilirsin tek başına mutlu olmak mümkün değil. O yüzden mutlu etmeye mutlu olmaya baksınlar. Bunu da şimdi uydurdum. Sen zorladın diye. (Kahkaha)