Röportaj 18.10.2021 07:00

'Meddah'ın şu anki ustası Cem Yılmaz'

Türk sinemasına, tiyatrosuna, edebiyatına kısacası sanatın birçok alanına 81-83 yıl hizmet eden, geliştiren efsane sanatçı Yılmaz Gruda, "esas çıkışım" dediği meddahın şu dönemki ustası olarak Cem Yılmaz'ı gördüğünü söyledi.
'Meddah'ın şu anki ustası Cem Yılmaz'

SEMA SEZEN

1930 doğumlu Türk Sanat Tarihi'nin çınarlarından Yılmaz Gruda, 1938-40 yıllarında başladığı sanat yaşamında nice unutulmaz olaylara tanıklık etti. Vahi Öz'ün teşvik etmesinden sonra ustalaşan Gruda, sinema, tiyatro, dizi oyunculuğunun yanı sıra şair, oyun yazarı ve çevirmen olarak sayısız esere dokundu. Anton Çehov'un eserlerini usta çevirisiyle sanatseverlere sundu. 350'ye yakın hatta belki aşkın sinema filmleriyle izleyenlere her duyguyu vermeyi başardı. Ben her ne kadar Yılmaz hocamla ilgili bilgiler yazmaya çalışsam da onunla ilgili hep anlatımım eksik kalır. Yazılara sığmaz o.. Bir efsanenin kendi yanıtlarını aktarmak en iyisi;

-Vahi Öz'ün teşviğinden sonra oyunculuk alanındaki deneyimler sonucunda birçok alanda başarının zirvesini yaşadığınızı söylemiştiniz. Sanat yaşamınız nasıl gelişti?

Babamla annem kültür farkından oluşan anlaşmazlıktan sonra birbirlerinden ayrıldılar. Babam ayrıldıktan sonra Ankara’ya geldi ve esnaf olduğu için 4-5 adet dükkân açtı. Bunlardan biri özellikle kahvaltılıklar üzerineydi ve Vahi Öz de gelip gidiyordu. Vahi Öz o dönem Ankara Radyosu'nda oyuncuydu. Ben de babama yardım ediyordum, o da görüyordu beni. Benim mimiklerimde bir şeyler gördü ki babama; "Hasan Bey, evladınızı verebilir misiniz, bir temsil için oynayacak" dedi. Babam "tabii" dedi. Gittik oynadık ablamla beraber. Oyunculuğa ilk adımı usta isim Vahi Öz ile attım. Bana ilk söylediği, "ses tellerini, gırtlağını, beynine aktar, beyninle görmeye çalış" oldu.

'OYUNCULUĞUMU VAHİ ÖZ KEŞFETTİ'

Vahi Öz, böylece bende bir oyunculuk potansiyeli görmüş oldu. Benim aktörlüğüm ise şöyle gelişti; şimdi o dönemde, bizim yaşadığımız 1930’larda büyük bir kültürel faaliyet var; eğitim faaliyeti var, 7-8 yaşındaki çocuklar okuma yazma öğreniyor, okumayla birlikte yazıyor çiziyor. Her neyse o dönemler kitap pek yayınlanmıyor, gazetelerde tefrikalar var ve bunun yanı sıra İslamiyet’in o yayılma dönemindeki Hz Ali, Hz Hamza gibi büyük savaş kahramanları en gözde kahramanlar. Babam da Hz Hamza’yı çok sevdi. Netice itibarı ile o okuyor, ben de okuyorum. Bakıyor bana ses fena değil.. Sonra bakıyor, okuma yazması da var bu çocuğun diyor. 7-8 yaşındayım ama okuyorum yazıyorum. Gidiyor sahaflara ne kadar Hz. Hamza, Hz. Ali kitabı varsa bir sadığa yığıyor önüme getiriyor. Bana "Borazan" diye sesleniyor. "Borazan her akşam bir tane Hz. Hamza okunacak" diyor. Hayır demem mümkün değildi. Babam herhangi bir hata karşısında perakende dövmezdi. Akşama çıraklarla beraber gelir, çıraklar beni falakaya yatırır, o da vururdu. Ama acımasızca değil, dengeli bir vuruşla bana ceza verirdi. Fakat her Allah’ın günü oku, oku ders çalışamıyorum, sokağa çıkıp oyun oynayamıyorum, geldiği saat belli değil. Ailede büyükler var, büyüklere diyorum, "Söyleyin babama ben oyun oynayacağım, ders çalışacağım hiç olmazsa 2-3 günde bir okuyayım", büyükler de beni haklı buluyordu. Bir babaanne var ki unutamayacağım bir babaanne.. "Hasan" ya da "Süleyman" diye bağırdığı zaman yer yerinden oynuyor, öylesine güçlü bir ses. Evin hakimi, egemeni.. Onun lafının dışına çıkmak mümkün değil. Babaannem babama "Yılmaz bir hafta okumayacak, Yılmaz üç gün okumayacak" dedikten sonra okumadık..

-Kaç yaşındaydınız?

10 civarında 1940’lı yıllarda.

"OKUMAZSAM FALAKA CEZASI VAR"

-Okumalar devam etti mi daha sonra?

Evet, ramazan bitti şeker bayramı var. Babam o akşam emir gönderiyor, diyor ki Yılmaz ne yapıp edip bize bir Hz. Hamza okuyacak. Eyvah okuyacak ama o güne kadarki Hz. Hamza kitaplarının hepsini götürdüm sattım. Evde Hz. Hamza kitabı yok. Korkunç.. Yandı gülüm keten helva.. Ee ne olacak şimdi? Allah'tan yazma kabiliyetim var. Okumazsam O falakayı düşünebiliyor musunuz?
Her neyse yazacağız, e kafamda 7-8 tane Hz. Hamza var, arkamızda bir sinema var, dakika başı girip çıkıyoruz ve oradaki kovboy filmlerinden kalma kimi aksiyonlar var kafamda.. Böylece anladım ki paçayı kurtaracağım. Neyse oturdum büyük bir gayretle Hz. Hamza kitabı yazdım. Tabii babam o kitabın evde olduğundan emin tabiatıyla.. Akşam oldu bütün aile, hanımlar, beyler toplandı. Haydi bakalım oku bir Hz. Hamza. Büyük bir salon var evde. Ben mümkün mertebe onlardan uzağım ki hani gördüğünde "matbaa değil bu sen mi yazdın" dayağı yememek için uzaktayım. Belli etmemek için ne yapabilirim onun peşindeyim. O heyecan içinde Vahi Öz’ün keşfi çerçevesi içinde birden bire Hz. Hamza’ya büründüm.. Allah Allah ev ayağa kalktı. Tabii kadınlar biraz daha romanın içerisinde, onlar aman evladım yapma falan diyorlar. Sonra çocuklar aileler, ev birbirine girdi. Okumama kaptırmışlar "Ya kâfir" diyerek kadınlar zılgıt çekiyor, evde kılıç olsa sokağa fırlayıp yeniden İslamiyet’i ilan edecekler o derece.
Neyse neticede bitti alkış kıyamet ev yıkılıyor, bravo, harikaydı..vs tabii ne bilsinler benim yazdığımı. Yine arada bir elde ufak tefek bulunduruyorum, ufak da yazıyorum ucundan. Hani isterse diye kıyıda köşede yazıyorum yine ne olur ne olmaz. Zaman geldi geçti Vahi Öz’ün keşfiyle bende bir aktörlük göründü. Hz. Hamza sayesinde de bende bir yazarlık damarı da çıktı ortaya.

"BİR CEKETLE GÜNDE ÜÇ FİLMDE YER ALIRDIK"

-Yeşilçam'ın o dönem yokluklar içinde varoluş mücadelesi verdiğini hep ustalardan dinleriz. Nasıl zorluklar vardı?

Büyük dayanışma içindeydi. Bir tane ceketi film çekimlerinde tüm oyuncu arkadaşlarımla ortaklaşa giyerdik. Bir tane ceketle günde 5-6 tane film sahnesi çekerdik. Şimdiki gibi çekim olanakları yok tabii. Bir sahne çekilirken hata yapma lüksün yok. Sahneyi hatasız bitirmek zorundasın, çünkü tekrarı yok. Yeşilçam yokluklar içinde savaşarak var oldu. Çekim kazaları oldu, ölümlerden dönüldü..

"SAHNEYİ TEKRAR ÇEKME LÜKSÜMÜZ YOKTU"

O dönemde film çok pahalıydı. "Oynayamadık, çekemedik tekrar et" diyemezdik. Çok pahalı, bir dakika bile geçirirsen yevmiyenden ödemek zorundasın. O nedenle sufleyi anında aldıkları için tiyatrocuların işi daha kolaydı. Bir sahnede oynayacak 4-5 kişinin suflesi birden verilirdi. Anında sufleyi alır ve hafızanda tutar, sıran gelince oynardın. Elbette tiyatro kökenli olduğum için avantajları fazlaydı. Aynı günde birkaç film çekilirdi ve seti arayıp bizi de çağırırlardı "Yarım saatliğine Yılmaz ağabeyi yollar mısın" diye.. Şimdi her türlü imkan var. Tekrar tekrar çekebilme rahatlığı var çünkü. Biz o dönemde bir günde iki, üç filmde oynuyorduk.

'ÇIKIŞIM MEDDAHLA OLDU'

-Türkiye'de ilk kez “Tek kişilik gösteri" olarak "Çağdaş Meddah”ı hem sahneye koyup hem oynamıştınız.
Birincisi, nereden aklınıza geldi? İkincisi, sizin yaptığınız o gösteriyle şimdiki "stand-up" dediğimiz gösterileri karşılaştırır mısınız?

O dönemde 'Geleneksel Türk Tiyatrosu’ydu. Gördüğüm kadarıyla Meddah dediğimiz olay övmekten geliyor, "metih"ten geliyor. O dönemdeki meddahlar kahvelerde masallar anlatırlardı. Türk klasikleri, Dede Korkut’lar, Kerem ile Aslı vs. saraylarda veya köşklerde köşk sahipleri methedilirdi. Halkın ihtiyacı vardı bir anlamda. Tabii bu meddahı birdenbire kahveye çekti. Adam çıkıyor, bir olayı anlatıyor kendine göre. Öylesine güzel anlatıyorlar ki. Ankara’da Devlet Tiyatrosu’nda oynuyorum. Ben de ne yapabilirim tek başıma dedim. Görüyordum ki geleneksel bağlamında farklı bir yaklaşım vardı. Hala da vardır ya. Bizim gelenekselden tiyatro yapılamaz deniyordu. Bunlara bakınca yapabileceğim tek şey "Meddah" gibiydi. Meddah aynı zamanda çok önemli. İçeriğini aktör yapıyor. Tek başına tek bir rolü alıp götürmüyorsun aynı zamanda. Meddah senden mutlaka ve mutlaka değişik konular çerçevesinde bazı şeyler sunmanı istiyor. Niye? O kahvedeki adamların hepsi çeşitli meşreplerdendi. Kimi o, kimi bu… Tutuyorlar "Ben askerdeyken, ben tıraş olurken, ben kahvede dolaşırken" falan diye birdenbire çeşitli örneklemeler giriyordu araya. Dediğim gibi adamlar ister istemez bunu yapıyorlardı o dönemde.

'Her okula Amerikalılar gönderildi'

Konumuza dönersek, ben ne yapabilirim diye düşünüyorum.. Elimizde bir şey yok. İngilizcem fena değildi. O dönemde her okula Amerikalılar gönderildi ve herkes bütün gün ingilizce konuşmak zorundaydı. Herkese büyük bir diktayla ingilizce öğretiyorlardı. Benim ingilizce temelim oradan yükseldi. Sonra ben koşturmaya başladım. Amerika Haberler Bürosu, İngiliz Haberler Bürosu vs. Onların arasında, hatırlamıyorum kaç sene oldu 58’ler falandı. 58’den önce de elime geçmişti ama… Baktım "Tütünün Zararları" diye bir oyun. İyi mi, tek başına bir oyun. Stand-up değil, oyun. Bu oyun olmaz, ne olur, bunun yanına bir şey daha katmak lazım. Tamam. Bunu oyun olarak ezberledim, bunun yanına ne katabilirim? İnsanların nelere doğru eğilimleri var daha çok? Sonradan bu eğilimlerin bir kabare yaklaşımı gerektirdiğini gördüm. Şarkılar, türküler, danslar gerekiyordu. Her meşrebi karşılayacak oyunlar gerekiyordu. Benim arayıp da bulduğum olay bu. Yani 58’de yaptığım iş bu. O dönemde Ankara Bulvar Caddesi’nin boydan boya karikatürize edilecek karmaşık bir yapısı vardı. Buradan bu yapının üzerine gidip meddahı zenginleştirdim. Benim çıkışım bu. Bunu yaptım.

'Meddahlığım benim geleneksele olan tutkumdan'

Ama sonradan bu yaklaşıma kabareden katkılar alıp, meddahı daha zengin bir hale getirdim. Gördüm ki bunlar spontane olarak daha da gelişti. Yani benim meddahlığım benim geleneksele olan tutkumdan kaynaklanmıştır. O günden bugüne şimdi herkes yapıyor. Ben kısa zamanda bıraktım.
Cem Yılmaz bu işin ustası. Bunu kabul etmek lazım. Bu işi çok iyi bilen bir adam. Çok da iyi araştırıyor. Benim tutumum bu, eğriye eğri doğruya doğru. Öylesine hızlı ve renkli anlatıyor ki “ya yetti artık” dedirtmiyor sana. Şu anki meddah ustalarından biri olarak görüyorum.

FOTOĞRAFLAR: EBRU TEKE