Röportaj 01.02.2021 08:00 Güncelleme: 01.02.2021 08:06

'Ruhuma ekilen tohumlar GDO'suzmuş'

Sanat camiasında önemli isimler hatta ustalar vardır. Sanatını icra eder, popüler olur zamanı gelince de bir şekilde ya kendi isteği ile ya da sektör şartları gereği popülaritesini kaybedip geride kalır.
'Ruhuma ekilen tohumlar GDO'suzmuş'

Şafak GÜVEN

Öyle bir isim düşünün ki 70’liyıllarda zirveye bir çıkıyor bir daha da inmiyor. Şarkıları, sesi, oyunculuğu her zaman gündem. Bugün iyi bir reyting almış hangi filme baksanız o, tekrarları dönen hangi diziye baksanız o… Şimdi dijital dünyada gençlerin de büyük ustası…

Bu hafta YeniBirlik’teki konuğum kiminin Işıl ablası, kiminin hayranı olduğu çok önemli bir değer; Işıl Yücesoy.

Işıl Yücesoy diye bir yerde isminiz geçse sesi mi, oyunculuğu mu, duruşu mu hangisini konuşsak bilemiyoruz. Bunun yanı sıra kendini güncelleyen bir usta var hep karşımızda. Bunu sosyal medyadaki yaptığınız işlerde de görüyoruz. Hangi Işıl Yücesoy’u konuşsak? ????

Bir kere çok zarifsiniz çok teşekkür ederim sözlerinizle beni onurlandırıyorsunuz. Işıl Yücesoy bu yukarda saydığınız her özelliği kendi bünyesinde toparlamaya çalışan ve kendi yaşam biçimi içine koymaya prensip edinen bir sanatçı. Bunların hepsi aslına bakarsanız beni ben yapan ögeler. Bir tanesini bile benden çekerseniz eksik kalırım.

Yaşamım boyunca yeni olan her şeye hep merakla baktım. İlgimi çektiyse ve işime yarayacaksa mutlaka ve mutlaka onu öğrenmeye çalıştım. Yaşam artık o kadar farklı bir yere gidiyor ki ve o kadar hızlı geçiyor ki zaman eğer teknolojiye ayak uyduramazsanız eski bildiğiniz metotlarla yaptığınız işi yürütmenize imkan yok. Eğer insanların hayatında sosyal medya çok etkinse ve onu kullanarak daha net ve çabuk dinleyicinize, seyircinize ulaşabiliyorsanız o yolu öğrenmek zorundasınız. Ben de hep yeniliğe meraklı bir kadın olarak sosyal medyayı çok aktif kullanıyorum. Her sayfamı yaptığım işleri göz önüne sermek, daha geniş kitlelere ulaşabilmek için adeta bir duvar gazetesi olarak kullanıyorum; ayrıca bana yorum yazan, beni eleştiren ya da kutlayan bütün kişilere tek tek cevap vermeye çalışıyorum. Onlarla yakından ilişki kurmak müthiş hoşuma gidiyor. Hem etkiyi ve tepkiyi anında alıyorum hem de bana olan ilgilerinden dolayı teşekkür ediyorum. Bir kahvenin 40 yıl hatırı olduğunu öğrenmiş bir nesilden geldiğim için de bana yazan insanlara önem veriyorum ve mutlaka cevap veriyorum.                          

“İdare edilmekten nefret eden bir kadınım”

78 yılında kendi plak şirketinizi kurup son 45’liğinizi (plak) kendi firmanızdan çıkarmanızın sebebi neydi?

Ben hayatım boyunca birileri tarafından idare edilmekten nefret eden bir kadınım. Bu çocukluğumda da böyleydi daha sonra da böyle. Hele şimdi, bu yaşlarımda sadece kendi istediğimi yapmakla yükümlü hissediyorum kendimi. İnandığım, yapmayı istediğim ne varsa aklıma düştüğü an yapıyorum ama başarılı olsun, ama başarısız. Ortaya konulan şeyin tüm sorumluluğunun ben de olmasını seviyorum günahıyla sevabıyla.

Yıllara meydan okuyan “Ya Seninle Ya Sensiz” şarkısını yaptığım zaman plak şirketim “Tarzınızı değiştiriyorsunuz Işıl” dedi. “Siz buna karışamazsınız” dedim. “O zaman ben de basamayacağım plağınızı” diye cevap verdi.  “Peki” dedim borca harca girdim ve kendime Orient Plak şirketini kurdum. Daha sonraki yıllarda iflas ettim; ama olsun “Ya Seninle Ya Sensiz” i çıkardım. Haftasında da ülkede dilden dile dolaşmaya başladı şarkı. Neredeyse 45 yıldır da hala beni sırtında taşıyor. Bu vesileyle kendi inadıma, sevgili Selami Şahin’e, Ahmet Selçuk İlkan’a ve Norayr Demirci’ye bir kere daha teşekkür ediyorum bana inandıkları ve güvendikleri için. 

Lise yıllarınızın sonunda voleybola devam etmeyip oyunculuk kariyerine başlamasaydınız acaba nasıl bir Işıl Yücesoy’la karşılaşırdık?

O yıllar genç yıllar, insanın kafasının hayaller içinde uçuştuğu yıllar, gerçekleri tam anlamıyla göremediği yıllar; ama benim şansım etrafımda sanatçı bir ailemin olmasıydı. Çok demokrat insanlardı. Benim bir gün ağacın dibine düşeceğimi biliyorlardı eğer o devrede üstüme gelselerdi,  istedikleri şeyleri bana empoze etmeye kalksalardı biliyorlardı ki tam tersini yapacağım. Sonunda çocukluğumdan beri içinde bulunduğum sanat, doğal olarak beni içine çekti ve yolumu bulmamı sağladı. Bazen ben de kendi kendime sorarım sanatçı olmasaydım ne olurdum acaba diye bunun cevabını hiç veremedim demek ki yetişmem sırasında ruhuma ekilen tohumlar GDO’suzmuş .                     

Spor hayatından sonra oyunculuk, sonrasında şarkıcılık, gazinolar, gece kulüpleri... Şimdi dönüp baktığınızda hayatınızın hangi dönemi sizin için “of be ne zamanlardı” olurdu?

Bütün zamanlar. Hepsi benim hayatım, benim yaşadığım günlerim. Acılarım, sevinçlerim, başarılarım ya da başarısızlıklarım hepsi benim. Hiçbiri birbirinden ayrılamaz. Aslına bakarsanız bu oradan oraya evrilmek benim maymun iştahlılığımdan  gelmiyor. Sadece labirentleri sevmiyorum, o labirent içinde kaybolmayı sevmiyorum. Tekdüze bir hayat, hiçbir risk almadan yaşanan bir hayat bana çok yavan ve çok boşa geçirilmiş olarak geliyor. Belki bu yüzden şarkı söylerken, tiyatro yaptım. Tiyatro yaparken, dizi yaptım; ama yaptığım her meslek birbirleriyle hep bağlantılıydı. Hiçbirine ihanet etmedim. Yanından yöresinden mutlaka bir tanesine  dokundum; çünkü hepsi sözden hareket ediyordu; çünkü hepsi insandan, insan duygularından hareket ediyordu. O daldan o dala gitmem beni daha da zenginleştiriyordu bir evvel bıraktığım şapkamı daha güvenli, daha bilerek takmama neden oluyordu ve her yenilik benim ruhumu da yeniliyordu. Bana yeni heyecanlar veriyordu. Heyecansız bir hayat düşünemem.             

O zaman bir de “ah be” kısmını sorayım. İster pişmanlığınız ister yanlış bir seçim olsun. Ne derdiniz?

Hiç keşkelerim olmadı hayatta size dediğim gibi ne istediysem onu yaptım ve bütün günahını sevabını da kendim yüklendim.

Şu an baktığımda usta ve emektar isimlerin ya sosyal medya ile alakası yok ya da “amaan anlamayız geçti bizden o işler” havasında. Ama siz yeni jenerasyonla çok aktifsiniz ve sesli tbt’ler ile de bunu ortaya koyuyorsunuz. Nasıl gidiyor youtube ve sosyal medya dünyası?

Yepyeni deneyimler içindeyim, hep arama halindeyim; nasıl yaklaşırsam etki bırakırım, ne söylersem ilgi çekerim.. Eğer hayata bir proje gibi bakmazsanız ve onu inci oyası gibi işlemeye çalışmazsanız inanın çabuk göçersiniz. Ne demek benden geçti ne demek, anlamayız biz o işlerden demek beynimin katiyetle kabullenmediği cümleler bunlar. Teknoloji bilmiyor olabiliriz; ama öğrenebiliriz, bir hocaya bakar iş. Peki gençler bizim yaşadıklarımızı, edindiğimiz deneyimleri biliyorlar mı ona hoca falan da çare bulamaz. İşin eğitimi yok   yaşamak lazım ve yaşadığın şeyi imbikten geçirmek lazım örneğin; ya artık geldim gidiyorum bir sürü anım var birikmiş bunları insanlarla paylaşayım dedim ilk önce Instagram‘da başlayan macera yavaş yavaş perşembe günleri tbt’ye  dönüştü. Resimlerle başlayan yolculuk bana çok yavan gelmeye başladı dedim ki ben bunları niye sesli anlatmıyorum bir iki  tane o şekilde çıktı YouTube’da. O da bana eksik geldi. Niye insanların gözünün içine baka baka bunları anlatmıyorum dedim ve galiba bir ilki yerine getirdim Sesli TBT.  Bu burada kalmayacak.  Hayalim yeterince anı topladığım zaman bir kitap oluşacak fotoğraflarıyla, belgeleriyle. Ömrüm yeterse yapacağım bu işi.                     

Online tiyatro hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanatın, tiyatronun özellikle sahnenin sanalı olur mu?

Yorumsuz.

Ne diyebilirim ki şartlar arkadaşlarımızı buralara getiriyor belki de başarılı olurlar ilerde, belki de böyle bir yöntem başlar bilemem.. Bu devre, bu pandemi süreci insanımızı teker teker survivor yaptı. Çocuklar deniyorlar kim bilir belki de tutar. Medeniyet denen tek dişli canavar nelere alışmamıza neden olmadı ki. Güzelim plakları bir kenara bıraktık, dijital ortamda şarkılar çıkartıyoruz. Güzelim kitapları bir yana bıraktık, sesli kitapları dinliyoruz . Ben teknoloji sayesinde evimde kurduğum stüdyodan Çekmeköy’de oturan aranjörümün arasında kurulmuş olan  bir programla şarkı söylüyorum, kayıt yapıyorum. Bunları rüyamda görseydim asla inanamazdım. Mübalağa bir sanattır; ama artık bu kadar da olmaz derdim; ama oluyor, yapıyorum. Daha  neler göreceğiz bilmiyorum onun için yapılan her şeyi ya da yapılmaya çalışılan her şeye dikkatle bakmak lazım.  Belki de yaşam oraya evriliyor. Ama benim inancım tiyatro göz göze yapılan bir şeydir, tiyatro seyirciyle oyuncunun arasında inanılmaz bir köprünün gidip geldiği bir yerdir. Tiyatro oyuncuyla, seyircinin aynı anda nefesini tuttuğu aynı anda nefes aldığı bir sanat dalıdır.

Yeni nesil her şeyin sanal olabileceğine ve hatta sanatın bu yeni halinin daha erişilebilir olduğunu savunuyor. Sizce haklılar mı?

Bilemiyorum ki. Erişilir olmak sadece seyredilebilmek değildir. Bizzat gezdiğiniz bir müzeyle, sanal olarak gezdiğiniz müze arasında bana göre dağlar var. Biri kültürünüzü arttırır. Biri dünyaya bakış açınızı ve görgünüzü.

Belki olabilir. Yeni nesil her şeye kolayca erişmek istiyor, hemen elinin altında olsun her şey istiyor, o kadar ki telefonlarına mesaj yazarken bile sesli harfleri atıyorlar selam yazacaklarsa slm diyorlar, bunlar burada yürür onlara ritim kazandırır; ama sanal alemde seyredilen bir sanat olayı bana göre bir gün mutlaka anlayacaklar; çünkü eksik kalmış hissedeceklerdir ve daha da tehlikelisi dünyaya, insana, aşka da sanal alemin istediği gibi bakmaya başlayacaklardır.

Tekrar tekrar izlemekten bıkmadığım bir Çemberimde Gül Oya dönemi var. Oradaki Işıl Yücesoy oyunculuğuyla, sesiyle projenin amirallerinden biriydi. Tekrarları hala çok izleniyor. Tekrar böyle bir dizi gelebilir mi?

Gelmez. İlk yapılan her şey her zaman ilktir. İkinci de sadece ikincidir. Çemberimde Gül Oya yakın tarihe ilk kez bu kadar yakından bakan bir diziydi. Genç olanlar büyüklerinin anlattıkları ve onlara masal gibi gelen şeyleri gözleriyle gördüler ekranlardan. Büyüklerse yaşadıkları o acı günleri tekrar yaşadılar. O yıllar, o çalkantılı yıllar çok acılar çektirdi analara, babalara bütün bir ülkeye.. Yangın yeriydi memleket insanların bütün hayatı televizyon başında bugün kaç ölümüz var, kaç yaralımız var diye beklemekle geçti. Bu olayları olduğunca gerçek; dekoruyla, kostümüyle, tarihsel süreciyle irdelemiş, ilk kez sözünü etmeye cesaret etmiş ve suyun yüzüne çıkartmış bir dizidir Çemberimde Gül Oya. Diğer yapılanlar sadece taklit olurlar.                 

Çağan Irmak sizden vazgeçemiyor. Bu bağın temelinde ne var ve nasıl kuruldu?

Çünkü ben de ondan vazgeçmiyorum. Adını ne koyarsanız koyun; ana evlat, abla kardeş, aynı noktaya bakabilen iki sanatçı, hiç konuşmadan anlaşabilen ve birbirine güvenen, karşılıklı beklentilerini ezber yapmış iki aynı yolun yolcusuyuz biz. O kadar ki. “Unutursam Fısılda” da  ben senaryoyu bile okumadan “Evet” dedim; çünkü biliyordum ki eğer Çağan Irmak; “Bu rolü Işıl Yücesoy oynamalı” diyorsa, bu çok düşünülerek verilmiş bir karardır. Işıl da; “Çağan çağırıyorsa benim için en hayırlısını düşünmüştür” diyordur. Ve ben yaşadıkça da bu böyle olacak.

Netflix hayatımıza girdiğinden beri televizyon izlemez olduk. Artık Türk dizileri yurt dışına satış gayesiyle yapılır oldu. Siz Netflix ve bunun gibi kurulan ve çoğalan dijital platformlara nasıl bakıyorsunuz?

İtiraf etmeliyim ki bir seyirci olarak benim hayatımı çok renklendiriyor. Keşke daha çoğalsalar. Çeşitlilik kadar güzel bir şey yoktur. Ayrıca gördüğüm kadarıyla bizim oyuncularımız için de ciddi bir kazanç kapısı.

Pandemide insanlar evde kendi ekmeklerini yapmayı öğrendi, yeni yeni hobiler buldu kendilerine. Siz bu süreçte neler yaşadınız? Farklı bir hobi ya da beceriye merak saldınız mı?

Yok, ben çalışmaktan hobilerime zaman ayıramadım. Hobi pek çare olamaz da; ama yapmış olduğum projeler akıl sağlığımı korumama neden oldu.

Yeni single'ınız 'İzninle' yi "Çok kuvvetli bir gitme isteğine rağmen, çok naif bir kalma duygusu hissettiriyor" diye anlatmışsınız. Şarkıyla buluşma, okumaya karar verme ve müzikseverlere sunma hikayenizi sizden dinleyebilir miyiz?

İzninle üzerinde çok çalıştığım, yapmak istediğim, hayalim olan bir tiyatro çalışması için hazırlandı; fakat o proje bazı nedenlerden dolayı kalınca sevgili Hakan Eren bu şarkının ziyan olmasını istemedi; “Biz bunu single olarak çıkaralım” dedi, ne de iyi yaptı. Sevgili Saadettin Dayıoğlu’nun bu şarkısına aşık olmuştum zaten.. Klip çekimi sırasında hiç öyle özel bir şeyler yapılmadı gene sevgili Hakan’ın fikriyle; “Ablacığım, gel oyunculuğunla şarkıyı birleştirelim sen şarkıyı söyleme sadece gözlerinle anlat” dedi. Doğru bir seçimdi ve her şey kendiliğinden gelişti. Sanıyorum dinleyicime geçti bu duygularımız, sevdiler şarkıyı .   

Her şey normale döndüğünde ilk ne yapmak istiyorsunuz ve neyin özlemini çekiyorsunuz?

Amerika’da yaşayan kızım ve damadımın yanına gitmek istiyorum. Artık çok da özlemleri kaldırabilecek bir yaşta değilim. Pandemi olsun olmasın eğer uçak kalkıyorsa mart ayında Allah izin verirse Amerika’dayım, şu andaki tek hayalim bu.. Onlara kavuşmak. 14 gün kendimi karantinaya almak ve sonra onlara sarılmak.