Röportaj 06.10.2020 08:50 Güncelleme: 06.10.2020 08:52

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu: Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi milli devlet

"Yüz yıllık planları Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde bozdu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin temelleri doğrudur. O temellerin, o felsefenin ne olduğuna bakalım. O felsefe ve temel şudur: Üniter devlet, ne olursa olsun üniter devlet, yani eyalet sistemi değil. Milli devlet, yani birden çok milletli değil, millet anlayışının ortak geçmiş ve geleceği birlikte inşa etme ülküsüne dayandıran kucaklayıcı bir milli devlet. "
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu: Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi milli devlet

Neşe BERBER

Baro seçimleri ile TBB genel kurulu, İçişleri Bakanlığı tarafından 1 Aralık'a kadar ertelendi. Baro seçimlerini, TBB seçimlerini, TBB’nin projelerini ve tüm merak edilenleri Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile Ankara’da konuştuk.

İçişleri Bakanlığı genelgesi ve ardından Yüksek Seçim Kurulu kararıyla tüm baroların genel kurulları ertelendi. Yorumunuz nedir?

Pandemi sebebiyle olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Daha önce benzerini yaşamadık. Hem ekonominin ve devletin çarklarını döndürmeye devam etmek hem vatandaşlarımızı korumak zorundayız. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu birkaç ay daha dişimizi sıkarsak en kötüsünü atlatacağımızı söylüyor. Bu nedenle İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun çok ayrıntılı bir tavsiye kararını esas alarak, ekonomiyi kilitlemeyecek, adliyeler, noterleri kısmen de olsa kapatmak, devlet dairelerinin çalışmasını askıya almak gibi devletin işleyişine ağır zarar verecek tedbirler yerine mümkün olduğu kadar, maske-mesafe-hijyen kurallarının ihlal edilmesi olası toplu etkinlikler yapılmaması yönünde bir genelge yayınladı. Dikkat buyurun, bu genelgede baro genel kurulu, sendika, siyasi parti vs yazmıyor. Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na dayanıyor bu genelge. Genelgeyi değerlendiren İl Hıfzısıhha Kurulları da genelgede sözü edilen etkinliklerin 1 Aralık 2020 tarihine kadar ertelenmesine karar verdi. Bu karar da yine aynı Kanun’un verdiği yetkiye dayanıyor. Ertelenmesine karar verilen etkinliklerden hakim güvencesinde yapılması gereken genel kurulların akibeti hakkında son sözü söyleme yetkisi Yüksek Seçim Kurulu’nda. Genelgenin ve İl Hıfzısıhha Kurulları’nın kararlarının yayınlanmasını takip eden ilk günlerde baro genel kurulları olduğu için konu, ilçe seçim kurullarına, oradan da ülke çapında tek uygulama olmasını teminen Yüksek Seçim Kurulu’na intikal etti. YSK, toplamda 130 bin avukatın genel kurullara katılması durumunda, Bilim Kurulu’nun uyardığı tehlikeleri de dikkate alarak kanaatimce, yani sayıları da göz önünde tutarak erteleme kararını nihai olarak verdi. YSK’nın halk sağlığı kaygılarını ön planda tuttuğunun ispatı da Kilis Barosu Genel Kurulu oldu sanıyorum. Kilis Barosu genel kurul tarihini 2 Ekim 2020 Cuma günü olarak belirlemiş. İl Hıfzısıhha Kurulu,  o sabah açıklanan İçişleri Genelgesi’ni görmemiş ve karar almamış. Genel kurul ve seçim yapıldı. YSK da toplantı yapıldığına, insanlar bir araya geldiğine ve bunu geri almak mümkün olmadığına göre genel kurulun ve seçimin geçerli olduğuna karar verdi. Katılım da yüzde 97 olunca, seçimin sağlık gerekçesiyle tekrarı yanlış olacaktı.

Bazıları diyorlar ki, ertelemenin sebebi Aralıkta yapılacak TBB Genel Kurulu. Sizin için bu ertelemenin yapıldığını söylüyor bu çevreler.

Yakında pandemiyi de Metin Feyzioğlu yüzümüze öksürerek yaydı diyebilir bu çevreler. Şaka bir yana, bu arkadaşlarımız Ağustos ayında toplanarak karşımıza bir aday çıkarmaya çalıştılar. Sonra fark ettiler ki daha kendileri seçilmemiş, yeni delegelerin kim olacağı belli değil. Yapılacak genel kurullardan sonra kimin baro başkanı, kimin delege olacağı belli değil ki? TBB’nin genel kuruluna kalmış şurada iki ay. Karşımda bir aday yok. Arkamda mücadelemizi takdir eden ama sesini yükseltmeyi her zamanki ağır duruşu ile gereksiz gören Anadolu’nun muazzam desteği… Ertelemenin sebebini merak edenler gazete okusunlar, televizyon seyretsinler, etrafla konuşsunlar. Türkiye pandemi ile mücadele ediyor. Şimdi ben bir soru sorayım izninizle. 65 yaş üstü veya kronik rahatsızlığı olan avukatların saatlerce sürecek genel kurul toplantılarına, ister istemez mesafe kuralının ihlal edileceği oy verme işlemlerine katılmaya zorlanması onları yaşam hakkı ve siyasi haklarını kullanma hakkı arasında bir seçim yapmak zorunda bırakmaz mı?  Bunları da düşünmek lazım değil mi? Bu ortamda seçmen iradesi sandığa doğru yansır mı? İnşallah hep birlikte atlatacağız bu pandemi belasını. Büyük çoğunluk görüyor biliyor neyin niçin yapıldığını.

Her yaptığınız olay oluyor, sizin her konuştuğunuzla ilgili mutlaka gündem oluşturuyorlar. Neden?

Ben hayatım boyunca doğru olduğuna inandığımı söyledim. Söylediğim sözün kime yarayacağı, kime yaramayacağı gibi bir kaygım olmadı. Türkiye’ye faydalı olsun, halkı aydınlatmaya yarasın, milletimin üstün menfaati adına olsun yeterli. Dolayısıyla ben siyasi particilik hiç yapmıyorum, yapmadım. Sözlerimin siyasi parti kaygısıyla ya da o pencereden okunması durumunda birileri muhakkak kızar, birileri de çok mutlu olur. Oysa doğruyu göstermek ya da doğru olduğuna inanan birinin sözlerini dinlemek şeklinde yaklaşılırsa herkes kendi kararını aydınlandıktan sonra verebilir. Demek istediğim şey şu; ben halkın, milletin gücüne inanıyorum. Ama bunun için milleti oluşturan fertlerin bilerek karar vermesi gerektiğine her zaman inandım. Körü körüne bir yaklaşımla değil de bilerek, sağduyuyla ortaya konulan yaklaşımın Türkiye'yi hep ileri taşıdığını düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün yola çıktığında milletine güvenmesi, milletini her konuda bilgilendirmesi gibi. Bizim rehberimiz her zaman için Atatürk'tür. Atatürk'ün yaptığını yapmaya, izlediği yolu izlemeye gayret ediyoruz. Bundan birileri rahatsız oluyorsa olur, kimin rahatsız olduğuna hiçbir zaman bakmadık.

 Daha önce siyasi duruş olarak sizi, farklı bir yerde konumlandırmışlardı.

Her zaman için devletin yanındayım. Her zaman için Türk Milleti'nin yanındayım. Bu sebeple sözlerimden konjonktüre göre bazıları mutlu olabilir, bazıları rahatsız olabilir. Devlet, hükümet, siyasi partiler ayrı kavram ve kurumlardır. Serin kanlı bir şekilde ve tarihin doğruladığı çizgide eğer değerlendirilecek olursa, söylediklerimin her zaman uyarıcı nitelikte olduğu anlaşılır diye düşünüyorum.

Şimdi bu kısmını birazcık sorguluyorum, çünkü en çok konuşulanlardan birisiniz bu anlamda. Diyorlar ki; Metin Feyzioğlu’nun bundan sonrası için bir siyasi hedefi var. Var mı gerçekten?

Yaptığım görevi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Vatanını en çok sevenin, en yüksek sesle slogan atan olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır. Bilgi sahibi olması gereken aydınların ve kanaat önderlerinin görevi, milli meselelerde, devleti yönetenleri ve Milletimizi doğru bilgilendirmektir. Milli duruş ve milli sorumluluk bunu gerektirir.

Adli yıl açılış konuşmanızı dinledim. Konuşmanızda Türkiye’ye karşı duranlara "Başaramayacaksınız" demiştiniz. Şu anda Türkiye'ye karşı oynanan oyun nedir?

Yüz sene önce Türkiye'ye Sevr Antlaşması dayatılmak istendi mi? Bu konuda bir tereddüdümüz var mı? Yok. Sevr Antlaşması bu topraklarda bir uydurma Ermenistan, bir sözde Kürdistan, Yunan, İtalyan, Fransız egemenliğinde bir bölge kurmaya kalktı mı? İstanbul’u ve Türk Boğazlarını çok uluslu bir yönetime vermeye yeltendi mi? Bu konularda bir tereddüt var mı? Anlaşmanın açık hükümleri bunlar. Demek ki yüz sene önce Türkiye acımasızca bölünmek istenmiş. 1. Dünya Savaşı'nın mağluplarından hiçbirine reva görülmeyen anavatanın parçalanması yolunda gidilmiş. Almanya'nın anavatanına dokunulmadı ama Türkiye'nin anavatanına dokunuldu. Yüz sene öncenin devlet aktörleri bize bu dayatmayı yapanlar hala dünya sahnesindeler. Peki devletlerin stratejileri, siyasetleri, on yıllık, yirmi yıllık mı? Yüz yıllık, iki yüz yıllık. Bizim de yüz yıllık siyasetimiz olmalı, bizim de iki yüz yıllık siyasetimiz olmalı. Türkiye'ye yönelik senaryoların, planların öyle on yıllık, yirmi yıllık olması mümkün değil. Renk değiştirir, görünüş değiştirir ama özünde bir değişiklik yok.

Diyorsunuz ki, o yüz yıl doldu, şimdi planlar mı harekete geçti?

Hep vardı o planlar hiçbir zaman askıya alınmadı ki, her boşlukta, her fırsatta o planlar dayatılır. Bunu bir veri olarak kenara koyuyorum. Biz İskandinavya gibi huzur içinde, hiç kimsenin toprağında artık gözünün olmadığı bir bölgede yaşamıyoruz. Biz Ortadoğu'nun kıyısındayız, enerji sahalarının ya içindeyiz ya ulaşım iletişim sahasının ortasında. Enerji sahalarını ve iletimini kontrol etme noktasındayız. Muazzam su kaynaklarımız var. Bu bölgenin emperyal güçler tarafından onların istediği gibi şekillendirilmesi, Türkiye şekillendirilmeden mümkün değil, bu kadar basit. O yüzden de bu planlar hiçbir zaman askıya alınmadı, Türkiye'ye yönelik, bölgeye yönelik. Nitekim daha önce 1. Dünya Savaşı sonunda Sykes-Picot anlaşması ile Ortadoğu'yu şekillendirme haritası belli. Şimdi onun üzerinden belli bir paylaşım yapılmak isteniyor. Türkiye'yi de buna dahil etmek isteyenler var. Her zaman için planlarında, hayallerinde, fantezilerinde Türkiye'nin paylaşılması, Türk Devleti'nin yönetiminin ele geçirilmesi vardır. Bunu söylemek paranoyaklık değil, tarihi ve bugünü okumaktır.

 Yüz yıllık planları bozmanın yolu nedir?

Yüz yıllık planları zaten Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bozdu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin temelleri doğrudur. O temellerin, o felsefenin ne olduğuna bakalım. O felsefe ve temel şudur: Üniter devlet, ne olursa olsun üniter devlet, yani eyalet sistemi değil. Milli devlet, yani birden çok milletli değil, millet anlayışının ortak geçmiş ve geleceği birlikte inşa etme ülküsüne dayandıran kucaklayıcı bir milli devlet. Mezhebe dayanan, etnisiteye dayanan, inanca dayanan millet anlayışı değil. Bu toprakları ben birlikte vatan yaptım, birlikte savundum ve birlikte geleceği de inşa edeceğim diyen, kucaklayıcı millet anlayışı. Bu Mustafa Kemal Atatürk'ün bize sunduğu milliyetçilik anlayışı, kuruluş felsefesinde bu var. Bu milliyetçilik anlayışını reddedersek devleti ayakta tutamayız, çünkü hiçbir devlet millet unsuru parçalanırsa ayakta kalamaz. Nitekim dikkat edin Türkiye’yi yıkmak isteyenler oraya saldırıyorlar, çok milletli bir yapıyı dayatmaya çalışıyorlar. Bu ülke çok milletli kurulmadı. Çok milletli Osmanlı'dan sonra tek milletli ama millet anlayışı herkesi kucaklayacak şekilde kuruldu. Nitekim bugün yeniden Suriye'yi inşa edelim, yeniden Irak'ı toparlayalım, Libya ne olacak diye iyi niyetli yapılan tartışmalarda yurt dışında yabancı akademik çevrelerde hep kucaklayıcı bir millet anlayışı getirilmeli diye tartışılıyor. Biz getirmişiz yüz sene önce, bunu sağından solundan yıpratmanın anlamı yok. Bunu yelpazenin bir tarafı da çok yıprattı, öbür tarafı da çok yıprattı. Siyasi yelpazenin iki uç kesimi de Cumhuriyetin kuruluşunda esas olan millet anlayışını ve milliyetçilik ilkesini itti. Ama marjinal anlayışlarla bir şey yapamazsınız, yapılanı koruyamazsınız, ileriye götüremezsiniz. Marjinal anlayışlar, marjinal yaklaşımlar yıkar, yapmaz. Ben yıkmada birlik olmak yerine yapmada birlik olmayı öneriyorum.

Seneleri hızla atlıyorum ve FETÖ saldırısına geliyorum Türkiye'ye yönelik. Neydi FETÖ saldırısı?

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yargı eliyle teslim almak. Neydi FETÖ saldırısı? Devletin kılcal damarlarına kadar girip, seçilmeden devleti yönetmekti ve burada bir ayrıntıya dikkat çekiyorum ısrarla, FETÖ'nün Türk Silahlı Kuvvetleri içinde en ağır saldırdığı, en ön sırada hedef yaptığı kitle ya da sınıf, Deniz Kuvvetleri'dir. Peki, soru çok basit, deniz kenarında olmayan bir başkenti deniz kuvvetleriyle nasıl ele geçireceksiniz? Silahlı darbenin başarıya ulaşması için başkentin ele geçirilmesi gerekir. Bu iki kere iki dört. Türkiye’de deniz kenarında bir şehri ele geçirmekle darbe yapamazsınız, başkentin ele geçirilmesi lazım. Deniz Kuvvetleri’nin silahlı gücü başkentte değil.

O zaman FETÖ ne için Deniz Kuvvetleri'ni hedef aldı?

Çok basit çünkü bu defa denizlerde bir Sevr dayatması ile karşı karşıyayız. Sevr hayalleri hiç askıya alınmadı ki… Deniz kuvvetlerimiz güçlü değilse, deniz kuvvetlerimiz bölge gücü değilse, devletimizin bölge gücü olması mümkün değil. Kıbrıs'ı savunamazsınız, Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğalgaz yataklarında söz sahibi olamazsınız. Bunları geçtim, Kuzey Irak'tan çıkarılan ve Suriye'nin kuzeyinden Akdeniz'e akıtılmak istenen petrolün emperyal güçler tarafından sömürülmesi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ve özellikle Deniz Kuvvetleri'nin çökertilmesini zorunlu kılar emperyaller açısından.

Şimdi çok ilginç bir şey söylüyorsunuz. Bugüne geldiğimizde şu anda Doğu Akdeniz'de denizlerde boy gösteriyoruz değil mi?

Ben niçin on senedir FETÖ ile mücadele ediyorum? Bu mücadelem sırasında kimi savunmuşum? Devleti savunmuşum. Kimi savunmuşum? Türk milletini savunmuşum. Demek ki hükümet karşıtlığı değilmiş, demek ki particilikle alakası yokmuş. Devleti savunmakmış. Ama hangi devleti? Anayasanın 2. maddesinde temel nitelikleri yazılı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini yansıtan devlet. Bir şey daha söyleyeyim. Siyasetin yapmak üzerine kurulması gerektiğini düşünüyorum bir vatandaş olarak, yıkmak üzerine değil. Neyi daha doğru yapabilirim? Bunun üzerine kurgulanmalı siyaset. Benimki bir siyasetçi söylemi değil, vatandaş talebi. Aynı zamanda bir hukukçu vatandaşın talebi. Aynı zamanda Türkiye'nin en güçlü meslek örgütlerinden birinin başındaki vatandaşın talebi ve yargının kurucu unsuru savunmanın temsilcisi vatandaşın talebi. Siyaset, her platformda, yapmak üzerine kurulmalı, yıkmak üstüne değil. Çünkü hepimizin devletimizden beklentisi var. Devlet vatandaş için olmalı. Yıkmak üzerine bir siyaset olursa kutuplaşırız birbirimize düşeriz, bundan hiçbirimiz de istifade etmeyiz. Dolayısıyla düşmanlık üzerine kurgulanmış iş birliklerini ya da ittifakları anlamam mümkün değil, kabullenmem de mümkün değil. Düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışı millete hizmet amaçlı olamaz.

Şimdi geçelim mi ikinci baronun kuruluş meselesine? İstanbul 2 nolu baronun kurulması için yetki belgesi verdi Barolar Birliği. Hatta burada Barolar Birliği başkan yardımcısı Avukat Hüseyin Özbek'in bir açıklaması oldu.

Anayasa'ya aykırılık iddiası, idarenin ve mahkemenin o kanunu görmezden gelmesine neden olamaz. Görevi kötüye kullanma diye bir suç var. Ben kanuna uymakla mükellefim, kanunun hoşuma gidip gitmemesine bakamam. Hiç kimseye de hoş görülmek ve beğenilmek gibi bir kaygım olmadığı için bu kanunu uygulamak zorundayım. Birileri, birilerine hoş görünmek, bir yerlere mesaj vermek için, Anayasa Mahkemesi'nin önündeki kanunu nasıl uygularsın diyor? Buna ne cevap vereyim! Anayasa Mahkemesi'nin önünde hali hazırda onlarca iptal davası var. O zaman hiçbirini uygulamasınlar, ‘Ben Anayasa Mahkemesi'ne başvurdum, sen bu kanunu uygulama’ desinler. Anayasa Mahkemesi'ne yürürlüğün durdurulması başvurusu da yapıldı ana muhalefet tarafından. Anayasa Mahkemesi apaçık bir Anayasaya aykırılık görseydi, apaçık bir geri dönülmezlik, telafisi mümkün olmayan bir zararla birlikte Anayasaya aykırılığın apaçık bir şekilde görüldüğünü düşünseydi zaten yürürlüğü durdururdu. O benim sorumluluğum değil ki, Anayasa Mahkemesi'nin sorumluluğu. Anayasa Mahkemesi yürürlüğü durdurmadı. O zaman ben bu kanunu uygulamak zorundayım. İptal edilir, gerekçesi ile birlikte Resmî Gazete'de yayınlanır, kararın gereği uygulanır. Şimdi bu düşünceyi kamuoyunda dile getirenler, yönetim kurulunun kendi içinde tartışmaları alenileştirenler, acaba yönetim kurulunda çoğunluk olsalardı, baroyu tescilleyemezsin diyebilirler miydi? Hiç sanmıyorum. Onlar da bilir Türk Ceza Kanunu’ndaki görevi kötüye kullanma maddesini, Medeni Kanun’daki haksız fiilin ne olduğunu. Çoğunlukta olmadıkları için keyfi davranabileceklerini düşünüyorlar. Nasılsa verdikleri oy karara dönüşmüyor, çoğunluğun hukuka uygun verdiği oy onları da sorumluluktan kurtarıyor. Bu arkadaşlarımız da verdikleri oyları ve karşı oy gerekçelerini basına göndererek siyasi prim elde ettiklerini düşünüyorlar. Zaten Anayasa Mahkemesi de iptal başvurusunu geçtiğimiz hafta reddetti. Şunu da söyleyeyim. ‘Feyzioğlu yönetim kurulunu acele ettiriyor, kanun iptal edilecek, Anayasa Mahkemesi kararı geçmişe yürümeyeceği için bu arada baroyu tescil ettirmeye çalışıyor’ diyordu bazıları. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını geçmişe yürümezliği o anlama gelmiyor. İptale kadarki hukuki işlemlerin geçerli olması demek o hüküm. Yani verilen bir disiplin cezasının, atılan bir imzanın geçerli olmasından söz ediyoruz. Kuruluş kanunu iptal edilir ise tüzel kişilik devam etmez. Sırf kendi siyasi propagandaları yapmak için hukuk kural ve ilkelerini de eğip büküyorlar. Hukuku bilmiyorlar ise vahim, bilip böyle yapıyorlarsa daha da vahim.

Türkiye Barolar Birliği'nin bazı barolarla Türkiye'nin çeşitli illerinde, çeşitli barolarında sorunlar yaşandığı gözüküyor. Bunlar için ne diyeceksiniz?

Hepsi aşılır. Çok bağırmak haklı olduğunu göstermez ya da çoğunlukta olduğunu da göstermez. Baro seçimlerine yönelik bir siyaset yaklaşımı var, doğru bulmuyorum bu yaklaşımı. Her şeyi konuşabiliriz, eleştirebiliriz birbirimizi ama gerçekler üzerinden konuşmalıyız ve mümkünse önce kendi aramızda konuşmalıyız. Öncelikle doğrular üzerinden konuşmalıyız, çarpıtarak değil. Bizim görevimiz siyasi parti siyaseti yapmak ya da siyasi partilerin siyasetine bir şekilde destek olmak değil. Meslektaşımıza destek olmak. Meslektaşımıza destek olmak için hiç kuşkusuz yargının en üstüyle de iyi ilişkileriniz olacak, iletişiminiz olacak, yanlışı ve doğruyu söyleyeceksiniz. Yürütmeyle de iyi iletişiminiz olacak, doğrusunu söyleyeceksiniz, yanlışını söyleyeceksiniz. Yasama ile de çok iyi ilişkiniz olacak, doğrusunu söyleyeceksiniz, yanlışını söyleyeceksiniz. Olmasını istediğinizi anlatacaksınız. İletişim kanalları kuracak ve açık tutacaksınız. Meslektaşımıza en iyi hizmet edebilmek, en kaliteli hizmeti verebilmek, derdine çözüm bulabilmek için de yasamanın, yürütmenin, yargının her düzeydeki en üstten aşağıdaki temsilcisine kadar, mümkün olan en iyi iletişimi kurmak gerekiyor. İletişimden söz ediyorum. Birbirimizi anlamaktan söz ediyorum. Ben onları anlayacağım, onlar beni anlayacak. Bulunduğunuz ilde vali ile bir irtibatınız, iletişiminiz yok. Başsavcıyla yok. Komisyon başkanıyla, ağır ceza reisi ile yok. İl emniyet müdürüyle bir irtibatınız yok. Ondan sonra meslektaşınız bir sorun yaşadığında çözmek için ulaşabileceğiniz hiç kimse yok. Böyle bir hizmet anlayışı, böyle bir idarecilik olabilir mi? Baro başkanının valiye de anında ulaşabilecek iletişimi ilk günden kurması lazım. İl Emniyet Müdürü ile de başsavcıyla da en sağlıklı iletişimi kurması lazım. Kavga dövüşle değil. Tweet atıp başsavcıdan bir şey istediğinizde başarma oranınız nedir? Başsavcının kahvesini içmeye gidip derdinizi anlattığınızda haklı isteğinizi söylediğinizde başarma oranınız nedir? Tweetle sadece belki alkış alıyorsunuz ama dert orada kalıyor. “Helal olsun ne büyük lafı etti ne sert girdi” diye alkış alıyorsunuz belki ama sorun çözülmüyor.

Şimdi yeni dönem projeler var mı? Hedefler var mı?

Dikkat ederseniz sizinle konuşurken devamlı ruhsat imzaladım. Bunlar sabah masama konan 450 ruhsatname. Yolları açık olsun genç meslektaşlarımın, hayırlı olsun. Bu arkadaşlarıma iş lazım, aş lazım ben bu derdin sorumluluğu altında çalışıyorum ve meslektaşlarımın asıl sorunları bunlar. Yani inanılmaz bir artış var. Şu anda 130 bin avukat var, belki daha fazla. 130 bin avukatın yaklaşık 100 bini aktif. 30 bini ya emekli olmuştur ya da çalışmasını yavaşlatmıştır. Bu yüz bin avukatın 55 bini 5 yılını doldurmamış. Bu şu demek: Kira sıkıntısı var. Faturalarını ödeme sıkıntısı var. Yanında çalışabileceği avukat sayısı da azalmış durumda. Sayı kontrolsüz artınca, oran bozulmuş. 25 bin stajyer avukat var. 130 bin avukatın 30 bini artık yavaş yavaş mesleği bırakmaya başlamışsa, 55 bini de 5 yılın altında ise, kaldı mı size yanında staj yapabileceğiniz sadece 45 bin avukat. Bu, stajyer avukat staj yapacak yeri kolay kolay bulamaz demek. Stajyer avukatların yaşam koşulları zor, çünkü kıdemli avukat sayısı az, stajyer avukat sayısı çok fazla dolayısıyla çok değerli de olsa stajyer avukat meslektaşım sayı çokluğunun arz talep dengesinin bozulmuş olması sebebiyle yer bulamaz. Emeğinin karşılığını da kolay kolay alamaz.

Siz peki ne yapacaksınız Önümüzdeki dönem için planlarınız nelerdir?

Bunları çözmemiz lazım. Bunlar sloganla çözülmez. Bunlar, orta ve uzun vadeli akılcı planlarla çözülür. Önemli adımlar attık, sınav getirdik. Bu sınav sayesinde 2020'de hukuk fakültesine kayıt olanlar artık 4 yıllarını bitirdiğinde giriş sınavını başaramazsa avukatlık stajına başlayamayacak. Sınav geldiğinde sisteme, oto kontrol de sağlayacak. Üniversite sınavında 190 bininci sıradan sonrası için kontenjan elverişli olsa dahi baraj vardı, o 190 bin bu sene 125 bine çekildi. Bu sene vakıf üniversitelerinin kontenjanının üçte biri dolmadı hemen sonuç aldık. İnşallah önümüzdeki sene 100 bine iner. Şimdi sınavı ve sıralamayı birleştirdiğimizde çok ciddi bir etkinin oluşacağını, yeni kayıtların azalacağını sanıyorum. Ayrıca hukuk fakültelerinin birleşmesi ve daha kaliteli bir eğitim -öğretim düzeyine yükselmesi de olasıdır. Sayın Cumhurbaşkanımız iradesini ortaya koymasa idi sınav gelmezdi, Adalet Bakanımız takip etmeseydi olmazdı. YÖK Başkanımız aynı düşüncede olmasa idi hazırlıklar bitmezdi. Biz istemesek ve takipçisi olmasak bir yerlerde takılırdı bu projeler. Hepimiz birlikte çalıştık, getirdik, oldu. Kim kazandı? Ülke kazandı, millet kazandı, meslektaş kazandı.

Önümüzdeki dönemde neler planlıyoruz? Baştan sona katkı verdiğimiz son derece önemsediğimiz ve desteklediğimiz e-duruşma Ankara'da şu anda bir mahkemede uygulanıyor. Sayın Adalet Bakanımız pandemiden birkaç hafta önce müjdelemişti. Sonra İnsan Hakları Eylem Planı var. Bu da çok önemli bir proje. Türkiye Barolar Birliği de pek çok başlıkta planın kurucu unsurlarından. Türkiye'nin insan hakları uygulamalarının kapasitesini yükseltmemiz lazım. Anayasa'nın 2. maddesindeki Devlet'ten söz ediyorsak, o Devlet vatandaş içindir. Devletin muhakkak surette İnsan Hakları Eylem Planı'nı hayata geçirmesi lazım. Bunun için de ben hukukçu kalitesinin yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Benim dile getirdiğim, hukuk fakültesini bitirenlerin hâkim, savcı ya da avukat adaylığından önce 2 yıl yüksek lisans yapması. Hem bilgilerini arttırsınlar hem tecrübe kazansınlar. Almanya'daki birinci devlet sınavı ikinci devlet sınavı gibi. Türkiye'de hukuk fakültesi olan her üniversitede değil, YÖK tarafından belirlenecek üniversitelerde, avukat, savcı olmak isteyenlere yönelik özel yüksek lisans programları açılabilir. Bu da Fransa örneği. Sonra hâkim yardımcılığı gelmeli. Yüksek lisansını bitirip hâkim adaylığına girenler belli süre belki orada staj yaptıktan sonra hâkim olmalı. Bu kadar hızlı, bu kadar kolay hâkim olunmaz. Hayat tecrübesi olmayanın kanunları çok iyi bilse de hüküm vermede zaafı olur.

İnsan Hakları Eylem Planı'nda bir başka hedefimiz daha var. Yeni nesil insan haklarını gündeme taşımak ve vatandaşımızın daha genç yaşta, çocuk yaşta bunu içselleştirmesini sağlamak. Örneğin sağlıklı bir çevrede yaşamak gibi. Hayvan hakları gibi.

Önümüzdeki dönemdeki projelerden biri de avukatların emeklilik statüleri. Muhakkak suretle iyileştirilmeli. Bugün 30 yıl çalışıp emekli olan bir avukat 1800 TL para alıyor. Bizim kendi içimizde bir formülü zorlamamız lazım. Yani SGK'nın sırtına yeni bir yük getirmeden çözebiliriz. Türkiye Barolar Birliği olarak bir projemiz var. Noterlerin avukat vekaletnamelerinden aldığı bir değerli kâğıt vergisi vardır. Biz avukatlara verilen vekaletnamelerden alınan değerli kâğıt vergisinin, bizim Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Fonu’na aktarılmasını talep ediyoruz ve bu sadece avukatın emekliliğinde kullanılsın istiyoruz. İlave emeklilik ödeneği vermek istiyoruz. Bakın sisteme hiçbir yük getirmiyoruz. Zaten avukatlık vekaletnamesinden alınıyor bu. Noterlerin çalışma alanlarına da girmiyoruz, onlarla bir çatışma alanına da girmiyoruz. Hazine’ye aktarılan değerli kâğıt vergisi bize aktarılsın.