Halkbank web
Ekonomi 11.10.2019 13:03 Güncelleme: 11.10.2019 13:47

Trump'ın ikinci tehdidi piyasaları neden sallamadı?

Türkiye 2018 Ağustos ayında tarihinin en büyük finansal saldırısını yaşadı. Bu saldırının boyutu ya da herhangi bir gelişmekte olan ülke ekonomisine vereceği zarar konusunda tüm ekonomi çevrelerinde mutabakat vardı.
Trump'ın ikinci tehdidi piyasaları neden sallamadı?

Gülay YÜCEL

2018 Ağustos’tan, 2019 Ekim’e: Ekonomide değişenler

“Sessiz devrimin kodları”

Trump’ın tweeti ile başlayan o süreçte yaşananlar uzun süre Türkiye’nin hafızasından çıkmayacak gibi duruyor. Bir tweet sonrasında 7’lerin üzerine gelen dolar, fırlayan faizler ve çakılan borsa…

Ekonomi yönetimi Rusya’nın bile birkaç yıl içinden çıkamadığı böyle bir türbülanstan bir yılda ülkeyi çıkardı. Ekonomi çevrelerinin “dipten dönüş” olarak adlandırdığı süreç taraflı tarafsız herkesin beklentilerinden erken oldu. Öyle ki, bu süreçte bir yanda özellikle sınır ötesinde devam eden tarihi terör operasyonları, diğer tarafta gündemi işgal eden seçimler olmasına rağmen bu dönüş ivmesi yakalandı.

Aradan 14 ay kadar bir süre geçtikten sonra Trump benzer bir tweet daha attı. Doğrudan doğruya bir kez daha Türkiye ekonomisini yok etmekle tehdit etti ve “Daha önce de yaptım” dedi. Daha önce yaptığını itiraf etmesi, bir yıldır ekonomide verilen mücadelenin boyutlarını ortaya koydu aslında. “Dış güçler” ifadesi ile karikatürize edilmeye çalışılan “Türkiye ekonomisine operasyonu” ete kemiğe büründürdü. Ancak bundan belki daha önemlisi, 14 ay sonra gelen bu tehdidin çok cüzi bir etkinin dışında piyasalarda endişeye, korkuya neden olmaması oldu. İşte bunun da nedeni, 14 ayda Türkiye ekonomisinin bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinin, kırılganlıkların azaltılmasının ötesinde, 14 aydır Türkiye ekonomisindeki büyük değişimden başka bir şey değil.

Peki 14 ayda neler değişti? Görünüşte, tüm ekonomi çevreleri “kur, enflasyon, faiz” konusu etrafında tartışmaları sürdürürken, arka planda, ağustos ayındaki gibi büyük bir operasyona maruz kalabilecek hiçbir ülkenin cesaret edemeyeceği, bir dönüşümün tohumları atıldı. Nasıl ki, savunma sanayiinde maruz kaldığımız art niyetli tavır bizi savunma sanayiinde devrim niteliğinde işler yapmaya itti, aynı şekilde küresel finans sistemi içerisinde maruz kaldıklarımız da sessiz bir devrimin hayata geçirilmesi için işaret fişeğini yakmamızı sağladı. Bu süreci sessiz devrim olarak nitelendirmemizin nedeni, ekonomide milli bağımsızlığa giden yolun taşlarının döşenmesiydi.

Ağustos 2018’de, doğrudan Türk ekonomisini hedef alan girişimlerin ardından verilen karar, çok büyük bir mücadelenin ana omurgasını oluşturuyordu. Ekonomik olarak hiçbir saldırıda diz çökmemenin yolu iki şeyi kendinizin belirlemesinden geçiyor, kurunuzun ve faizinizin piyasa dışı yöntemlerle, art niyetli saldırı ve spekülasyonlarla belirlenmemesinden, yani korunmasından.

O iki şeyi bizim içeride kendimiz belirleyebilmemiz ya da birilerinin manipüle etmesinden korumamız için verilen mücadele, atılan adımlar Türkiye ekonomisindeki değişimi hatta sessiz bir devrimi ortaya koyuyor.

İşte bu sessiz devrimin öne çıkan alanları:

SWAP PİYASASI: Ağustos ayından sonra piyasalarda hatta ülke gündeminde en fazla konuşulan konuların başında SWAP meselesi geldi. Türkiye çok defa ekonomik türbülanslar hatta krizler yaşamasına rağmen SWAP meselesini ilk kez duymuştuk. Her yerde insanlar SWAP’ın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Çünkü ilk kez bir şey denenmiş ve Türk Lirası’nın “art niyetli” bir şekilde değer kaybetmesine oynayanların sahası olan SWAP’a müdahale edilmişti. Ellerinde TL olmadan TL’yi açığa satarak manipülasyon girişiminde olanlar açıkta yakalanmış ve belki de tarihte ilk defa böyle bir hamleye ceza kesilmişti.

Benzer hamle mart ayında bir kez daha yapıldığında Türk Lirası’na seçime 4 gün kala büyük değer kaybettirmeye çalışanlar bir günde adeta ateş tutmuş gibi yanmışlardı.

SWAP piyasasını bilenler bilir. Finans sistemi için önemlidir. Ancak, “kirli swap” alanında ilk kez Türkiye bir meydan okuma cesaretine girerken, kaynaklarımın bana aktardığı şu sonucu elde etti: “Artık Türk Lirası üzerinde manüplasyona giriştiklerinde canlarının ne kadar yanacağını biliyorlar”.

2018 yılı Ağustos ayında yurtdışı ile yapılan “kirli swap işlemleri” 180 milyar TL civarındayken 1 yıl içerisinde bu hacim üçte birine düşerek 60 milyar TL seviyesine getirildi. Yine aynı şekilde 500 milyar TL’yi bulan toplam yurtdışı swap hacmi bugün neredeyse bunun yarısına geriledi. 70 milyar TL civarında olan yurtiçi swap piyasası hacmi yalnızca bir yılda iki katını geçerek 150 milyar TL seviyesine geldi.

SWAP alanındaki mücadele sadece bu hamlelerle sınırlı kalmadı. SWAP işlemlerinin, Londra’da değil, BİST çatısı altında gerçekleşmesi için de çok kısa sürede adımlar atıldı. Artık TL SWAP’ları BİST çatısı altında gerçekleşmeye başladı ve önemli bir hacme ulaştı. İşte milli bağımsızlığın ilk ayağı olan “Türk Lirası işlemlerinin faizinin ülke içinde, piyasa koşullarında belirlenmesi adımı önemli ölçüde tamamlanmış oldu.”

Ayrıca BİST çatısı altında, uluslararası standartlarda bir TL referans faizi olan TLREF’in süreçleri de tamamlandı. Faiz riskini yönetmek için her yıl bankaların milyarlarca lira yurtdışına para çıkarmak durumunda kalmasının önüne geçilecek bir adım atıldı.

İşte SWAP alanındaki büyük hamlelerin arkasına gelen bu adım, “Kur’unu ve faizini kendi belirleyen ülke”, yani finansal milli bağımsızlığı garanti altına alan Türkiye idealine emin adımlarla ilerlendiğinin göstergesi oldu. Bu süreç başarı ile nihayete erecek görünüyor.

CARİ AÇIK MÜCADELESİ ve ÜRETİM ÖNCELİKLİ MODEL: Ağustos ayında bugüne belki birilerinin yönlendirmesi ile ekonomideki en büyük sorun kur, faiz, enflasyon olarak gündemde tutulmaya çalışılsa da, Türkiye’nin ekonomideki yegane prangası cari açık meselesidir. Borç ile kapatmaya çalıştığımız açığımız.

Berat Albayrak’ın ekonomideki meselelere bakış açısının ipucu olarak Enerji Bakanlığı dönemindeki politikalarına bakabiliriz. Milli Enerji ve Maden Politikası çatısı altında topladığı, daha sonra bakanlığın “Yeşil Kitabı” olarak kendisinden sonra gelen bakanlara bir “ülkü devamlılığı” olarak bıraktığı politika ve stratejilerin hizmet ettiği nihai amaç Türkiye’nin cari açığının en büyük nedeni olan enerjide dışa bağımlılığın azaltılması olmuştur.

Doğu Akdeniz’de doğalgaz aramacılığı için atılan tarihi adımlar, alınan iki sondaj gemisi, yerli üretim teşvikleri, sadece yenilenebilirden elektrik üretimi değil, yenilenebilir enerji teknolojilerinin Türkiye’de üretilmesini sağlayacak olan YEKA adımları, doğalgazda kaynak çeşitliliği ve arz güvenliği için devreye alınan yüzer LNG santralleri olan FSRU’lar, doğalgaz depolamada atılan tarihi adımlar, madenlerde katma değeri yüksek ürün üretimini önceleyen yeni model ve bize yeniden hatırlattığı “yerli kömür”… Tüm bunlar cari açığa karşı verilen büyük mücadelenin enerji alanındaki köşe taşlarını oluşturuyordu.

Türkiye bu yıl Cumhuriyet tarihi rekor cari fazla verdi. “Ekonomi küçülürken cari fazla verilir” diyenler elbette oluyor. Ancak bu sefer farklı bir durum söz konusu. 2019 yılını pozitif büyüme rakamı ile kapatmaya hazırlanıyoruz. 2008’dekinden de çok daha farklı bir noktadayız. O dönem veremediğimiz cari fazlayı bugün verebiliyorsak, terzi inceliği ile ihracatın artışını sağlarken ithalattaki düşüşü yönetebilme ile verebiliyoruz.

Son dönemde atılan adımlar, verilen destekler sanayiciyi, ihracatçıyı oldukça memnun ediyor. Bu destekler bir taraftan cari denge prensiplerine destek veriyor, bir taraftan piyasalarda canlanmayı sağlıyor, öte taraftan da kredi büyümesine ya da ekonomide ısınmaya neden olmuyor. Ölçülü ve hedef odaklı kredi politikaları birileri tarafından “her gün bir paket açıklanıyor” diyerek basit gösterilmeye çalışılsa da, Ekonomi Değer, KOBİ Destek ve İVME paketleri ile 100 milyarlarca TL sanayiciye düşük maliyetle kullandırıldı.

En zor dönemde açıklanan Yeni Ekonomi Programı içinde ilan edilen “İhracatı ve yüksek katma değerli ürün üretimini önceliklendiren yeni model” başarı ile uygulanmaya devam ediyor.

Yalnızca son 3 ayda ivme paketi ve Ekonomi Değer Kredileri kapsamında yerli üretimi teşvik için kamu bankaları tarafından 7 milyar TL kredi kullandırıldı. Kredilerin doğrudan sanayide katma değerli üretim ve ihracatçı öncelikli olarak verilmesi bile kendi içinde bir mesajı barındırıyor. O mesaj da YEP’te yer alan “değişim”.

2018-2021 OVP ilk defa YEP adı altında, ülkenin dengelenme, disiplin ve değişim üzerine gerçekçi bir yaklaşım makro hedefler belirlendi.

Devletin yatırım, harcamalarının ve teşviklerinin etkinlik analizleri ile verimlilik ön plana alınarak hazırlanan eylem planları ile değişim sürecinin temelleri atıldı. Seçim dönemine rağmen bütçe disiplininden taviz verilmediği gibi, “Tasarruf kamudan başlar” anlayışı ile tüm kamu kurumlarının bütçelerinde azaltıma gidildi. Tasarrufların artırılması, kaynakların verimli kullanılması ve sermaye piyasalarının derinliği konuları ekonomi yönetiminin hep öncelikli gündemi oldu. Bu alanda da birileri algıyı bozmaya çalışsa da başarıya adım adım ilerleniyor. Cari açık cari fazlaya dönüyor, Türk ekonomisinin en temel kırılganlığı ortadan kalkıyor.

DÜŞÜK FAİZ REKABETÇİ KUR: Yeni dönemin en önemli yaklaşımlarından birini de bu başlık oluşturuyor. Ağustos ayından bu yana ekonomideki algıyı yönetmeye çalışanların insanları tedirgin etmek için kullandıkları enstrümanların başında kur ve faiz geldi.

Atılan her adımdan sonra “Kur uçacak”, her saldırıdan sonra “Faiz yükseltilmeli” diyenlere pabuç bırakılmadan “Düşük Faiz, Rekabetçi Kur” stratejisi işletildi. Çünkü sorunlara çözüm belliydi. Daha çok üretmek için maliyetler düşmeli, ihracat ve doğrudan yatırımlar için kurun rekabetçi bir seviyede olması gerekliydi.

Bugün küresel finans sistemi, ticaret savaşları ile her gün farklı bir dalgalanma yaşarken, ülkeler ekonomi politikalarında önceliklerini resesyon ile mücadele olarak belirliyor. Çin parasının değerini devalüe ediyor, gelişmekte olan ülkeler faiz indirimlerini gündeme alıyor, gelişmiş ülkeler sanayi teşvikleri açıklıyor.

Bizde olduğu gibi, “kur uçar”, “böyle faiz indirilirse güven kaybolur”, “Bu teşvikler parasal genişleme ve enflasyon getirir” diye tartışanların sesi çıkmıyor.

Diğer tarafta birileri Türkiye’yi yeterince “sıkı para ve maliye politikası” uygulamamakla eleştirirken ve akıl verirken, Avrupa Merkez Bankası’nın ülkelere resesyondan çıkmak için yaptığı “Kamu harcamalarını artırın, teşvikleri/kredileri artırın” çağrılarını görmezden geliyorlar.

Herkes dünyaya hızla yaklaşan yeni bir ekonomik krize karşı adımlarını atıyor. Peki Türkiye ne yapıyor? Aslında “ne yapıyor”dan ziyade sorulması gereken, “Türkiye ne yaptı?” olmalı. Çünkü Türkiye yaklaşan küresel krize belki de en hazırlıklı ülke konumuna geldi. Çünkü Türkiye önlem setini 2019 Ağustos’ta değil, tam bir yıl önce 2018 Ağustos’ta devreye aldı.

Öyle ki, en zor günde piyasalara güven veren Yeni Ekonomi Programı, ekonomi ile sınırlı kalmayıp, ticaretten tarıma, adaletten sanayiye kadar her alanda atılacak adımları içeren Yapısal Dönüşüm Adımları ve ekonomi yönetimi anlayışındaki değişim dünyadan 1 yıl önce, hem de kimsenin kolay cesaret edemeyeceği kadar geniş bir yelpazede bir set devrede. Bugünkü ekonomi yönetiminin hayali olan “Varlık Fonu” gerçek manada dünyadaki örneklerine benzer bir yapıya kavuştu.

Büyümenin yeni hikaye alanı olacak olan katma değeri yüksek, teknolojik ve stratejik ürün üretiminde motor gücü olmaya hazırlanıyor. 2023’te 100 milyar dolar büyüklüğe ulaşması hedeflenen bu fon; değişimin, sağlıklı ve sürdürülebilir büyümenin altyapısını oluşturacak. Bundan sonrası daha kolay. Ekonomi güven endeksi, sanayi üretim endeksi gibi endeksler gösteriyor ki dipten dönüş başladı ve ivmelenerek devam ediyor. Daha adaletli bir vergi sistemi, vergide kayıt dışı ile sağlam bir mücadelenin başlangıcı, kayıt içine almak için devreye alınacak teknolojik çözümler ve denetimler yakın zamanda konuşmaya başlayacağımız diğer konular olacak.

İlk kez, Merkez Bankasının, BDDK’nın, SPK’nın, BİST’in, Bankalar Birliği’nin ve çok sayıda kıdemli bürokratın katılımı ile ekonominin tüm gündeminin güçlü bir katılım ve koordinasyon ile takip edilmesini sağlayan Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi’nin gündemi de olacak.

Yakın finans çevrelerini şimdiden heyecana sebep olan yeni Finansal Mimari başta olmak üzere çok sayıda sessiz devrimin hazırlığı tamamlanmak üzere. “Dolar 10 lira olacak, faizler uçacak, güven kayboldu yabancı para girişi duracak” diye ortalığı yakanların sesi kesildi. Korkutarak dolara yönlendirdikleri vatandaşlar dolarları bozduruyor. Bir taraftan kur, bir taraftan faiz, bir taraftan büyüme, bir taraftan enflasyon… Her alanda ayakları yere basan, günü değil geleceği kurtarmaya odaklanan politikalar devam ediyor.

Son olarak ikinci yılı açıklanan Yeni Ekonomi Programı da “yüksek katma değerli üretim” modeline dayanan bir ekonomik değişim modeli idealini ortaya koydu. Türkiye’nin sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme oranı olan yüzde 5, 3 yıl boyunca yıllık büyüme hedefi olarak belirlendi. Cari dengede, bütçe açığında ölçülü hedeflerle disiplinden taviz verilmeyeceği, ancak ekonomideki toparlanma ve büyüme hedefleri için bütçe imkanlarının kullanılacağı vurgulandı. Tarihin en büyük iki kur saldırısını yaşadığımız, 2 seçimin yapıldığı, küresel finans sisteminin ticaret savaşları ile türbülansa girdiği, Avrupa ekonomisinin küçülmesinin yaşandığı oldukça zor bir dönemde “Dengelenme” hedefi başarı ile uygulandı. Şimdi kazanımları koruyarak, ekonomide yeni bir başarı hikayesi yazmaya geldi. Bunu yazmak için de hiç kuşkusuz birlik ve beraberliği en güçlü şekilde tutarak, dayanışma ile, istişare ile, ortak akıl ile yürümek en büyük gücümüz olacak.