Röportaj 28.07.2018 08:00 Güncelleme: 07.08.2018 13:04

'Türk Halk Müziği Yürek İster'

Avustralya'da soprano bir Türk kızı. Avustralya'da doğup büyüdü ama "Anne sütü" dediği Türk Halk Müziğini de Avustralyalılara aşık etti. Öyle ki Avustralyalı dinleyiciler Türk Halk Müziğini Ayşe Göknur Şanal'dan dinlediğinde gözleri doluyor. Opera sanatçısı Ayşe Göknur Şanal, sanat yaşamı hakkında YeniBirlik'e konuştu.
'Türk Halk Müziği Yürek İster'

Sema SEZEN

Su gibi bir soprano ve Türk Halk Müziğini Avustralya’nın yanı sıra dünyaya da sunuyor. Türkiye’ye duyduğu özlemi Türk Halk Müziğiyle gidermeye çalışıyor belki de.. Türk kökenli Avustralyalı opera sanatçısı Ayşe Göknur Şanal, hakkında merak edilenleri anlattı.

Sanat yaşamınıza nasıl başladınız?

Bizim ailemiz sanatla içli dışlı. Değişik sanatlarla, güzel sanatlar ve performans sanatıyla; müzikle ilgilenen bir aile. Onun için çocukluğumdan bu yana biz hep her tarzda müzik dinleyen bir aileydik. Tabii bunun önderliği annemden geliyor. Kaynağı annem ama onun yanı sıra ailede birçok müzisyen fertlerimiz var. Beni aşılayan annemdi. Bize her tarz müzikten, Batı Klasik Müziği, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziğinden eserler dinletirdi annem plakta, gramafonda.Ben her tarzda müzik söyledim. Ergenlik çağında bir caz orkestrasıyla da söylüyordum.

Operaya nasıl başladınız?

Opera şöyle oldu, lise son sınıfta burs kazanarak şan derslerine başladım. Yani genel olarak ses derslerine başladım. Bu deneyimde de öğretmenim benim sesimin şana daha uygun olduğunu belirtti. Gerçekten eğitim alarak ben de bunu fark ettim ve zaten ben ayrımcılık yapmıyordum. Kendi sesimin tonu güçlü yani ranjı. Sopranoyum. Bunların hepsi benim sanatta hangi yola çıkmam gerektiğini belirtti. Organik bir şekilde diyeceğim.

“Avustralyalılar Türk Halk Müziğinde duygulanıyorlar”

Türk Halk Müziğini operayla yorumluyorsunuz. Avustralya’da bu tarzı nasıl buldular?

Türk Halk Müziği’ni şan terbiyesi almış bir sesle yorumluyorum ama bu demek değil ki tarzını değiştiriyorum. Çünkü ben şahsen elimden geldiğince özünü koruyarak, süslemelerini koruyarak yorumluyorum. Diğer Türk Halk Müziği sanatçılarını çok dinliyorum. Türk Halk Müziği yürek isteyen bir tarz. Hayatta deneyim isteyen bir şey. Köklü bir tarz, onun için bunun üstünde ben çok araştırma yapıyorum ve çok sevdiğimiz değerli sanatçılarımızı dinliyorum. Onların iç dünyasını anlamaya çalışıyorum. Bu çok önemli samimiyet çok önemli Türk Halk Müziği’nde. Bu şekilde icra ediyorum yorumlarımı. Evet, Avusturalya’da Türk Halk Müziği sunumunu genel olarak çok beğeniyorlar. Ben orada sadece, ilk önce Avusturalyalı seyirciye, dinleyiciye hitap ediyorum. Bunu yaptıkça tabii oradaki Türk toplumunun dikkatini çekti benim çalışmalarım. Onlar da artık sağolsunlar çok destek vermeye başladılar ve geliyorlar konserlerime. Bu şekilde benim sanat hayatım daha da zenginleşmiş oldu. Türk Halk Müziği atadan anavatandan gelen bir şey. Anne sütü gibi geliyor bana bu müzik, Türk Halk Müziği. Toprak çektikçe daha çok istiyorum kendi müziğimizi yurt dışına tanıtmayı. Evet çok seviyorlar çok değişik buluyorlar aksak ritimleri, çeyrek tonları yani melodileri çok seviyorlar. Avusturalyalı seyirciler gerçekten duygulanıyorlar Türk Halk Müziği’ni duydukları zaman. Kulağa değişik gelse de dili anlamasalar bile hissediyorlar o derinliği. Ben birçok Avusturalyalı gördüm gözleri dolmuş, gözleri yaşlanmış bir şekilde tabii bu da beni duygulandırıyor çünkü aramızda çok büyük bir bağ oluşuyor ve ne denir; duygulu bir paylaşım, deneyim yaşıyoruz birlikte.

Bu yorumunuzu dünyaya duyurmak için planladığınız bir proje var mı?

Benim çok amaçlı, çok gayeli bir vizyonum yok ben genelde çok plan yapan bir sanatçı değilim. Ben daha çok anı yaşayan birisiyim onun için planlarımı yaparım. Mesela bir yıl sonra konserlerim var, onlar da takvime yazılmış şeyler ama ben hep önümdekine odaklanırım. Ama şöyle tabii benim hayallerim var mesela bir konserde sadece Karadeniz ezgilerini sunmak ki seyirci tanıyabilsin o tarzı. Karadeniz kültürünü, oradaki insanların yaşamını, duygularını..
Bu projeler geliştikçe, derinleştikçe, seyircimi de aynı şekilde eğitmek isterim bölge bölge. Bunun yanı sırada Silifke. Silifke benim için çok önemli çünkü Silifke annemin memleketi, Mersin Anamur oralar benim için çok önemli, çünkü annem benim için çok önemli ve oranın türküleri pek duyulmamış bir şekilde. Şu anda Silifke yöresinin türküleri çok az duyulmuş ezgiler bunları da tanıtmak isterim seyircilerime, halkıma. Türkiye’de ve Avustralya’da ve tabii diğer ülkelerde de öyle bir hayallerim var ama tohumları atıp sonra gerçek organik bir şekilde akıntıya bırakırım ben. Her şey akıntıda öyle olunca daha hoş oluyor. Daha muhabbetli oluyor. Ben sanatımı aşkla, muhabbetle, anla icra etmek istiyorum.

‘Her operacı kendi tekniğini yaratır’

Türk opera sanatçılarından kimleri beğeniyorsunuz?

Ben coğrafyadan ve şartlardan dolayı Türkiye’deki opera ortamından uzak kaldım ama yakın zamanlarda da ilgilenmeye başladım. Bu esnada da Opera Ve Bale Genel Müdürü tenör Murat Karahan dikkatimi çekti. Kendisi verizmo söylüyor. Verizmo bir opera tarzı. Genel olarak söyleyeyim; Puccini söyleyen birisi. Puccini ve Verdi söyleyen bir sanatçı ve gerçekten sanatını çok güzel bir şekilde icra ediyor. Benim dikkatimi çeken şey şu; Ben de aynı tarzda söylediğim için fah deniliyor. İşte benim daha çok ses tarzım verizmo stiline uyduğu için de tabii onu dinlemekten zevk alıyorum. Ama evet ben daha yeni yeni başladım Türkiye’deki opera sanatçıları hakkında bilgi toplamaya.

Opera ana sanat dalında ilerlerken eski sanatçılardan kimlerden teknik almaya çalıştınız?

Şan sanatçılarının çok dikkatli olması lazım. Başkalarının tekniğini benimsememesi lazım. Biz eğitim alırken kendi vücudumuzdan tekniğimizi geliştiriyoruz, çünkü herkesin vücudu değişik, herkesin ses telleri değişik, herkesin kas yapımı değişik, onun için teknik gelişirken ve duygusal psikolojik durumumuzda değişik olduğu için bunların hepsi kendimizden gelişmesi lazım. Başkasının tekniğini maalesef kendimizde uygulayamıyoruz. Bu imkansız bir şey çünkü ne oluyor sesi yapaylaştırıyor ve zorluyor. Sesi zorladığı anda ses yorulur ve ses büyük bir hasar görür onun için öğretmenlerimiz, hocalarımız yönlendirir bizi.
Kendimizin kendi vücudumuzun ses tellerinin farkına varmamız için bu şekilde teknik oluşuyor ve işte yüzümüzdeki rezonans yerleri.. Bunları nasıl buluruz? Yavaş yavaş bir şekilde kendi vücudumun farkına vararak, buna çok büyük bir hassaslık göstererek tekniğimi ilerletiyorum.

Bu alanda sevdiğiniz sanatçılar kim?

Benim çok sevdiğim ve bana çok uzun vadede mentöllük yapan Dame Jan Sadlent. Avutralyalı bir sopranomuz vardı. Kendisi çok yakın bir zamanda rahmetli oldu. Ben profesyonel hayatıma başlamadan hemen önce hayatıma girdi ve çok büyük bir katkısı oldu. Benim kendi tekniğimi oluşturmama ve gerçekten çok özel birisiydi. Bana hiçbir şekilde ayırım yapmadan özel bir ilgi gösterdi. Ve ben de onun haberi olmadan da onun adında çok güzel ödülleri kazanmıştım. Onunla tanışmadan önce mesela kraliyet kolejinde aldığım bursta onun adı vardı. O bursun üstünde, kendi deneyimlerimden sonra tanıştım onunla ve çok güzel bir şeydi benim için. Hayatımdaki en önemli noktalardan birisidir. Dame Jan’ı bilmek onunla çalışmak onunla beraber sohbetli anlar yaşamak. Öyle bir muhabbetim olmuştu benim. Eşi hala sağ çok şükür. Şan sanatçılarına büyük bir katkısı oluyor ve çok destek veriyor.

‘Avustralya’da göçmen hep göçmendir’

Avustralya’da opera sanatçısı bir Türk olarak kendinizi tanıttığınızda nasıl tepkiler aldınız?

Genel olarak pozitif tepkiler aldım diyeceğim. Tabii bazen negatif tepkiler alıyorum. İsmimden dolayı besbelli bir anglosakson olmadığım. Yani göçmen olduğum. Ben Avustralya’da doğup büyüdüm ama Avustralya’nın görüş açısı hala göçmenlerin göçmen olması. Yani orada doğup büyümeme rağmen bazen ırkçılık yaşıyoruz. Bunu da kendi opera alanımda, şan alanımda da görüyorum ve tabii ismimden de besbelli zaten bir Türk olduğum. Kimliğimden asla ve asla hiç kaçınmadım. Ben hep kendimi Türk asıllı Avustralyalı olarak iki kimliği de tanıtarak sanatımı icra ederim. Öyle konserlerimi sunarım, öyle başvurularımı yaparım, iletişimlerim.. Yani çevremde, Avustralya çapında herkes bilir benim kimliğimi ve ben gurur duyuyorum kendimi böyle tanıtmaktan. Çünkü benim kişiliğime, benim şahsiyetime zenginlik veren şey iki kimliğim de.
Göçmenler Avustralya’da ciddi bir ırkçılık yaşarlar. Belli seviyelerde, belli derecelerde.. Bunu da öne koymak isterim ve benim alanım tabii Batı Müziği ve genel olarak elit bir sanat olarak bilinir. Ben buna inanmıyorum tabii ki. Çünkü ben sanatımı herkese ulaştırmak için gayret ediyorum, çabalıyorum. Onun için ben sınır tanımam, din ayrımcılığı tanımam yani her türlü ayrımcılığı tanımam ve bunun için bana karşı eğer tepki verilirse kabul de etmem ve yaşadığım birçok şey olmuştur kariyerimde. Ancak ben bunları hiçbir zaman engel olarak görmedim, duvarları kırdım öyle diyeyim ve engelledim.

‘Puccini eserlerine daha yakınım’

Puccini’nin yazdığı kompozisyonlara, operalara daha çok yatkınım, onlar çok duygusal. Önceden bahsettiğim gibi bu verismo stili ve daha çok özünden söylemem gereken duyguları açarak, maskeleri düşürerek yani nefsi bir kenara koymanı gerektiren bir tarz bu. Yani ruhen çırılçıplak olman gerekiyor verismo stilini icra etmek için. Madam Butterfly ya da La Boheme.. Bunlar benim sevdiğim ve söylediğim eserlerdir; Madam Butterfly, La Boheme, Tosca, Mano, Lasko, Puccini’yi çok severim, Verdi’yi de çok severim.