Dünya 03.12.2019 12:28

Türkiye-Libya anlaşması Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikasında önemli kazanım

Türkiye-Libya deniz sınırı anlaşması, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de yaptığı ikinci deniz sınırı anlaşması oldu.
Türkiye-Libya anlaşması Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikasında önemli kazanım

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanları sınırlandırması konusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden (KKTC) sonra ikinci anlaşmasını Libya ile imzalaması Doğu Akdeniz’de izlediği politikalar bakımından önemli bir kazanım olarak öne çıkıyor.

Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında 27 Kasım'da "Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası" ile iki ülkenin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının muhafazasını hedefleyen "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırasının" imzalandığı bildirildi.

İstanbul’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanan anlaşma, Güney Kıbrıs Rum yönetimi (GKRY) ve Yunanistan ikilisinin İsrail, Lübnan, Mısır, Ürdün gibi bölge ülkeleriyle üçlü iş birliği mekanizmaları kurma yoluyla veya "Doğu Akdeniz Gaz Forumu" gibi oluşumlarla Türkiye'yi Akdeniz'de dışlama ve yalnız bırakma politikalarına da hukuki ve siyasi açıdan güçlü bir yanıt niteliği taşıyor.

Türkiye-Libya deniz sınırı anlaşması, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile imzaladığı anlaşmadan sonra bu konuda yaptığı ikinci anlaşma oldu.

Anlaşmaya karşı çıkan Yunanistan ve GKRY, anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu iddia etti. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Mısır'a giderek mevkidaşı Samih Şükri ile görüştü.

 Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden edinilen bilgiye göre,anlaşmanın uluslararası hukuka ve deniz hukukuna uygun olduğunu vurguladı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun mutabakatın imzalanmasından bir gün sonraki açıklamasını hatırlatan yetkililer, Çavuşoğlu'nun dediği gibi bunun Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının korunması anlamına geldiğine dikkati çekti.

Hidrokarbon kaynaklarının keşfiyle başlayan süreç

Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin dışında Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Libya, Yunanistan, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi bulunuyor. Bu nedenle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması büyük önem taşıyor.

Türkiye, bölgede uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının mücadelesini uzun yıllardır sürdürüyor. Doğu Akdeniz'de hidrokarbon kaynaklarının 2000'li yılların başında keşfinden sonra Doğu Akdeniz'deki ülkeler bu konuda adım atmaya başladı ve deniz yetki alanlarını sınırlandırma konusu ön plana çıktı.

GKRY, Kıbrıs Türklerinin eşit haklarını hiçe sayarak ve Kıbrıs meselesi çözülmemiş olmasına rağmen 2003'te Mısır, 2007'de Lübnan, 2010'da da İsrail ile deniz sınırı anlaşmaları yapınca Türkiye ve KKTC bu anlaşmalara şiddetle itiraz etti. İtirazın sebeplerinden biri anlaşmanın Kıbrıs Türk tarafının eşit haklarını, diğeri ise Mısır ile yapılan anlaşmanın Türkiye'nin kıta sahanlığı haklarını ihlal etmesiydi. Türkiye, bölge ülkelerini bu anlaşmaları yapmamaları konusunda uyardı ancak Mısır ve İsrail, Rumlarla yaptıkları anlaşmaları onayladı. Lübnan ise İsrail ile arasında ihtilaflı bir alan oluşunca anlaşmayı onaylamadı.

Dışişleri yetkililerinden alınan bilgilere göre, Rum yönetimi, bölge ülkeleriyle görüşmelerinde Kıbrıs adasını bir "ana kara’’ gibi varsayarak eşit uzaklık ilkesine göre sınırlandırma anlaşmaları yaptı. Oysa kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlandırmasında eşit uzaklık ilkesi bir kural olarak zikredilmiyor.

Uluslararası hukuktaki ve hatta BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ndeki temel kural "hakça paylaşım" ilkesi. Bu ilkeye göre, adalara ana karalara kıyasla daha az kıta sahanlığı/MEB alanı verilebiliyor. Hatta adalar tamamen çevrelenebiliyor. Bu noktada adaların büyüklüğü, cephe uzunlukları, konumu, ana karalardan ne kadar uzak oldukları gibi birçok faktör dikkate alınıyor.

Uluslararası mahkeme ve hakemlik kararlarında bu faktörler ayrıntılı olarak izah ediliyor ancak GKRY’nin bölge ülkeleri ile yaptığı anlaşmalarda "hakçalık ilkesi" hiçbir şekilde dikkate alınmamış gibi gözüküyor. Bu da başta Mısır olmak üzere İsrail ve Lübnan gibi ülkelerin önemli deniz yetki alanı kaybetmesine neden oluyor. Bu ülkeler Türkiye'nin dikkat çektiği hakça sınırlandırma ilkesine göre hareket etmiş olsaydı ülkelerine daha fazla deniz alanı kazandırabilirdi.

Mutabakat, eleştirilere yanıt niteliğinde

Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım'da imzalandığı duyurulan "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat", hakça paylaşım ilkesini öne çıkarması ve buna Libya’nın da kendi menfaatleri gereği destek vermesi bakımından da önem taşıyor. Anlaşma Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de savunduğu kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını içeriyor.

Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes de dün sosyal medyadaki hesabında, Libya ile varılan mutabakat dahil, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı ve MEB sınırlarını gösteren haritayı paylaştı.

Dışişleri yetkilileri bu haritaya göre, bölgedeki Yunan adalarına ve Kıbrıs Adası’nın batı cephesine karasuları dışında başka bir deniz yetki alanı verilmemesi gerektiğini belirtiyor. Bölgede kıta sahanlığı/MEB sınırlarının ise öncelikle ana karalar arasında Türkiye, Mısır ve Libya arasında belirlenmesi gerektiğini vurguluyor. Dışişleri yetkilileri, Türkiye’nin bu görüşlerini 15 yıldan beri BM’ye tescil ettirdiğine, son olarak 13 Kasım 2019'da Türkiye tarafından BM’ye yapılan bildirimde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sınırlarını net şekilde tarif ettiğini, Libya anlaşmasının da bu sınırlar üzerine oturtulduğunu vurguluyor. Dolayısıyla bu bildirim ve anlaşmanın arka arkaya gelmesinin tesadüf olmadığı, önceden yapılan kapsamlı çalışma ve görüşmelerin bir sonucu olduğuna dikkat çekiliyor.

Libya anlaşması Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında hukuki ve siyasi açıdan uluslararası planda önemli bir kazanım. Aynı zamanda "Türkiye başka bölge ülkeleriyle anlaşma yapamıyor" eleştirilerine de yanıt niteliğinde çünkü Libya Anlaşması, 2011'de Türkiye ile KKTC arasındaki Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması’ndan sonra Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yaptığı ikinci anlaşma oldu.

Doğu Akdeniz'de deniz sınırları konusunda şu ana kadar yapılmış 5 anlaşma bulunuyor. Bunların üçünü Rum yönetimi İsrail, Lübnan ve Mısır ile yaptı. Türkiye ve KKTC bu anlaşmalara itiraz etti ve yok saydı. Diğer ikisini ise Türkiye, KKTC ve Libya ile yapmış oldu.

Türkiye, Libya ile yapılan anlaşmayı iki ülke tarafından onaylanmasından sonra Birleşmiş Milletlere (BM) bildirecek. KKTC ile 2011'de varılan anlaşma TBMM'de onaylanıp tescil edildikten sonra BM'ye bildirilmişti.

Hukuk mücadelesi ve GKRY hariç diyalog çağrısı

Türkiye ile Libya anlaşması, bir anlamda Rum-Yunan ikilisinin Doğu Akdeniz'deki planlarını da sekteye uğratmış gözüküyor. Yunanistan, GKRY ve Mısır’ın tepkileri buna işaret ediyor.

Bu durum konuya ilişkin hukuki ve siyasi mücadelenin daha uzun yıllar devam edeceğine işaret ediyor ancak Türkiye politikalarını hem sahadaki hem masadaki mücadelesiyle kararlılıkla devam ettiriyor. Türkiye aynı zamanda diplomasi yollarını da açık tutuyor.

Türkiye'nin bir taraftan da Doğu Akdeniz'de tanımadığı GKRY hariç, tüm bölge ülkeleriyle diyaloğa hazır olduğu hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından en üst düzeyde vurgulanıyor. Türkiye, diğer taraftan da sahada hem kendi haklarını hem de KKTC’nin haklarını kararlılıkla korumaya devam ediyor. Erdoğan da Çavuşoğlu da Türkiye ve KKTC'yi bölgede yok sayan hiçbir projeye izin verilmeyeceğinin altını her vesileyle çiziyor.

Dışişleri Bakanlığı yetkilileri Ankara'nın bu diyalog ve diplomasi çağrısının baki olduğunu belirterek çağrının Libya'da karşılık bulmasının önemine işaret ediyor.

Sonuç olarak Türkiye-Libya anlaşması, siyaseten ve hukuken Türkiye'nin bir kazanımı olarak öne çıkıyor. Anlaşma Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları konusundaki ihtilafları tamamen çözmüyor ancak Türkiye’nin kendi hukuki ve siyasi tezlerine destek olması bakımından önemli bir kazanım olarak değerlendiriliyor.

Türkiye’nin GKRY hariç tüm bölge ülkeleriyle diyaloğa açık olduğunu vurgulaması da bir yandan sahada haklarını savunurken, diploması kanallarını da açık tuttuğunu gösteriyor. Bu da sahada ve masada güçlü diplomasi yaklaşımının bir örneği olarak gösteriliyor.