Namibia, ana yasasında "çevre koruma konusunu" dünyada ilk geçiren ülke olmakla övünüyor Namibia, aslında Afrika'da vardır diye bilinen her şeyin olduğu bir ülke. Düşünsenize Türkiye'den daha büyük bir toprağa sahip olan Namibia'da 2014 yılında yapılan nufus sayımına göre 2.402.852 kişi yaşıyor. Böyle bir nüfus bazen bizim bir ilçemiz sınırları içinde sayılabilir.
Namibia, ana yasasında “çevre koruma konusunu” dünyada ilk geçiren ülke olmakla övünüyor Namibia, aslında Afrika’da vardır diye bilinen her şeyin olduğu bir ülke. Düşünsenize Türkiye’den daha büyük bir toprağa sahip olan Namibia’da 2014 yılında yapılan nufus sayımına göre 2.402.852 kişi yaşıyor. Böyle bir nüfus bazen bizim bir ilçemiz sınırları içinde sayılabilir. İstanbul’un Kadıköy ya da Bakırköy ilçesi daha kalabalık. Bir önemli maça 60 bin kişi gidiyor ülkemizde. Oysa burada o kadar kişiyi bir araya toplamak çok zor. Yüzölçümüyle yerleşim yerleri orantılı değil. Bazen 3 saat gidiyorsunuz karşınızdan tek bir araba gelmiyor. Köyler birbirinden uzak kurulmuş. Köy dedimse bir kaç kerpiç ev bir köy oluyor. Genellikle sazlıklardan bahçe duvarı ve damı yapıyorlar.
Bir köy evi
Neyse, size şimdi biraz bu güzel ülkeden söz edeyim. Namibia gitmek için vize almanız gerekiyor. Eski Alman kolonisi olan bu ülkede trafik soldan. Arabaların direksiyonları sağda. Almanlar hakim olmuşlar ama trafiği değiştirememişler. Size vize konusunda önemli bir uyarım var! Yeşil pasaportlular için de vize var. Almanya yeşil pasaportlulara da vize uyguluyor. Almanya ne alaka diyeceksiniz ama Namibia’ya gitmek için Almanya vize veriyor. Onlar da bu vize işiyle bizi sömürüyor. 150 euro ödemezseniz vize yok. Bu para Alman kasasına giriyor. Bence saçma sapan bir durum. Vejetasyon açısından oldukça verimsiz bir bölge olduğu söylenebilir. Bitki yoğunluğu okyanus kıyısında oldukça az olmasına rağmen yer yer rastlanılabilir. Bu çorak iklime adapte olabilmiş bir iki ağaç türü de bölgede bulunmaktadır. Çöl genelinde fil, zebra, aslan gibi kimi Afrika’yı yansıtan canlıları da görebilirsiniz. Çölde giderken karşınıza birden bir fil çıkabilir.Ya da zürafa. Hele sulak alanlarda hayvanları görmek çok kolay. Biz şansımıza aslan dahi gördük. Panter, impala, antilop gibi hayvanları o kadar çok görüyorsunuz ki, ilk başlarda çok vakit ayırdığınız hayvan resimi çekme merasimi, ileriki günlerde bitiyor. O kadar çok vahşi hayvan görüyorsunuz ki anlatamam.
Safaride Karşınıza her an zürefa, fil ya da aslan çıkabiliyor.Filler her zaman yol kenarlarına kadar inebiliyor. Bizim Bergama’daki tarihi eserler de böyle gitti Berlin’e… Kolmanskop’a gelince… Yaşadığı 40 yıllık bir zaman dilimi içinde, doğdu, gelişti ve öldü. Bugün hayalet şehrin harap kalıntıları eski ihtişamını çok az benzerlik taşımaktadır. Görkemli evleri neredeyse rüzgar tarafından yıkıldı ve yavaş yavaş kum tepeleri tecavüzü ile sarıldı. 1980 yılında, madencilik şirketi De Beers, orayı şimdi bir turistik kasaba haline getirdi. Yaşayan yok. Kurulan ilginç müze, günümüzde restore edilmiş turistlere sunulmuştur.
Etosha Parkı
Etosha Pan 4,800 km² lik bir tabii hayatın yaşandığı yemyeşil ağaçları, parıldayan yıldızları onları saran samanyoluyla ve beyaz geniş topraklarıyla çok ilginç bir yer. Etosha National Park neredeyse çeyrek yüzyıldır var. 130 km uzunluğunda ve 50 km genişliğinde el değmemiş bir park. Afrika'nın en büyük tuz tavası ve en belirgin özelliği uzaydan bile görünmesi. Ovambo kabilesinin dilinde, Etosha 'Büyük beyaz yer' anlamına geliyor. Sir Francis Galton ve Ovambo tüccarları ile seyahat yaparken burayı keşfetmişler. Bu alan içinde binlerce hayvan yaşamakta. Hani belgeselerde izlediğiniz yerler var ya; işte orası burası. Biz bu bölgeye dört günümüzü ayırdık. İlk gün ne görsek çekiyorduk. rehberimiz Kantona bize sakin olmamız gerektiğini orman içine ve tuzlaklara yaklaştıkça çok fazla değişik hayvan göreceğimizi anlattı ama biz “ne olur ne olmaz” diyip 1000 kare fotoğraf çektik. Fakat ilk günün sadece yol olduğunu gece yatınca anladık. Yattığımız çadır büyüktü ama dışarıdaki tüm sesleri de içeri alıyordu. Yanımızdan ne geçse hafif korkuyla irkiliyorduk. Ben o gece zaten uyuyamadım. Sabah dörtte kalktık. Kahvaltı bile etmeden yola düştük. Bir gölün ışıltısı vardı ileride. Arabayı durduk. Yanımızdaki kahvaltılık kumanyayı çıkardık. Dürbünlerimizi ve fotoğraf makinelerimizi hazırladık. Sanki bir tiyatroya gelmiştik. Gün ağırmaya başladığında hayvanların yavaş yavaş göle doğru geldiğini gördük. İlk önce geyikler, karacalar, impala ve koca boynuzlarıyla kudu (aslında bir antilop) geldi, su içmeye. Uzaktan bufololar da bizi uzaktan dinlemeye izlemeye başladılar. Biraz korktular. Gelseler mi gelmeseler mi bir karar veremediler. Derken bir çakal sürüsü gelip ortalığı biraz karıştırdı. Birden bir leopar geldi. Geyikler karacalar nasıl zıplaya zıplaya kaçtılar anlatamam. Ama hepsinin bence bir zamanı var ve o zaman o hayvanlara ait. Birbirlerini yemeden, bu tören ve de bana göre şölen
10.30’a kadar sürdü. Biz de rotamızı başka bir sulağa çevirdik...
Doğal mineral kayaların yaptıkları dağlar, 100 milyon yıl önce oluşmuş sanılmaktadır. Yaklaşık 16.000 yıl önce, “Angola Kunene River” dedikleri büyük nehirler aktığı ovalar derin göl yuvaları ve toprağın şekillenmesine neden oldu. Fakat, bu nehir sonra yavaş yavaş kurumaya başladı. Geride tuz yatakları bıraktı. Bu alan 2001 yılında Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı Ekolojik Bölgesi olarak belirlenmiş ve aynı zamanda korumaya da alınmış. Şimdi, sonbaharda sular yine gürül gürül akıyor ve bu çölde bu sular nereden geliyor şaşırıyorsunuz. 1 milyon filamingo için ev sahipliği yapıyor.
Kısa Tarihi
1884 yılında başlayan Alman sömürüsü 1907 yılında 60 bin yerlinin ölümüyle son buluyor. Ufak hatırlatma ama vizeyi hala Almanlar veriyor. Traji komik. (Ben bu işi çok kafama taktım. Çünkü yeşil pasaportlu bir arkadaşımı sınırda 8 saat bekledim.) 1915 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kontrolüne giren ülke yine ızdıraplar ülkesi oldu ve bir çok yerli ırkçılık nedeniyle öldürüldü. Bu arada, adı da Batı Afrika Cumhuriyeti oldu. Çekilen acıların sonundan Birleşmiş Milletler bu duruma 1968 yılında el koyarak 11 devletin kontrolünde yönetimi uygun buldu. Bu durum 1 Nisan 1989’da bağımsızlığın ilanına kadar sürdü. O gündür bu gündür Namibia bağımsız bir ülke.
Namibia’yı nasıl gezmeliyiz? Anlattığım gibi koca bir ülke. Yollar git git bitmiyor. Bir de toprak olduğunu düşünürseniz toz toprak yol alıyorsunuz. Benzinci bulmak çok zor. Devamlı dolu depo gezmek lazım. Yanan sular anlamına gelen “Ai Ais” güneyde Güney Afrika Cumhuriyeti sınırına çok yakın. Eğer bu ülkeye Güney Afrika’dan kara yoluyla gelirseniz, gümrüğü geçtikten hemen sonra burayı mutlaka ziyaret edin. Hem Portakal Nehrinin gür akan sularını seyreder hem de sınırdan ilerlersiniz. Bu sıcak suyun olduğu bölgeye bir çok yırtıcı hayvan geliyor. Onları sessizce doğal ortamlarında uzaktan seyredebilirsiniz. Çok etkileyici. Tüm hayvanların sanki kendi aralarında bir anlaşması varmış gibi hareket ediyorlar. Geyikler su içerken, antiloplar bekliyor, zürefalar su içerken zebralar bekliyor. Düşündüğünüz gibi aslan gelince hepsi yok olup ona rahat su içme şansı veriyorlar. Daha sonar Namib çölü ile karşılaşacaksınız. Burada yol hep toprak. Safari araçlarıyla giderken bile zorlanıyorsunuz. Ama o güzelim hayvanları ve doğayı görünce tüm sıkıntılarınız unutuluyor.
Namib Çölü
"Namib" kelimesi, Nama dilinde "çok büyük" anlamına gelir. Namib Çölü, 50.000 km²'lik bir alana yayılır. O kadar eski bir çöl ki, çöl üstüne çöl olmuş. Ağaçlar ölmüş ve kayalaşmış. Yani, kaya sandığınız uzun bir sütun aslında ağaç olabilir. Düşünün o bölgenin ne denli eski olduğunu. 55-80 milyon yıldır kurak ve yarı-kurak iklimlerin kurbanı olan Namib çölü bu özelliğinden ötürü Dünya’nın en eski çölü olarak kabul edilir. Namib Çölü, önemli elmas yataklarına da sahip. Biliyorsunuz filmlere de konu oldu Elmas. Ayrıca, kurşun, çinko ve bakır ülkenin en önemli maden kaynakları. Uranyum ve civa konusunda da oldukça bereketli bir ülke burası.
Tüm broşür ve kitaplarda gördüğünüz o renkli rüzgârın gücüyle dans eden kızıl kum tepeleri sizi inanın çok etkileyecek. Hatta o tepelerin üzerine çıktığınızda kendinizi başka bir dünyada hissedeceksiniz. Bu üke o kadar bakir ki, gökyüzünde başka ülkelerde göremeyeceğiniz kadar yıldızı görebiilirsiniz. Hatta Samanyolu dahi pırıl pırıl karşımızda. Çocukluğumuzda öğrendiğimiz yıldız kümelerini bulmak ilginç bir oyun olabilir. Ama çok yakın görünen yıldızlar ve samanyolu büyük etki yapıyor insanlarda. Gecesi ayrı bir güzel oluyor. Damara Köyü Damara bizim bildiğimiz ceylan gibi bir hayvan aslında. Bu hayvandan almış ismini bu köy. Hala eski kültürel düzende yaşıyor halkı. Halkı dedimse 200 kişiyi geçmez. Belki de 150. Afrika’da yaşayan ilk halkların soyundan geliyorlar. Çok iyi avcılar. Her konuda kendilerine göre bir bildikleri var. Bize televizyonda belgeselde izlettikleri yerliler. Yarı çıplak yaşıyorlar. Elektrik yok su yok. Ama tertemizler. Hele dişleri çok beyaz ve düzgün. Köyün dişçisi kim dedim. Gülüştüler. Aslında bu köy, atalarının tarihini unutmamak için var. Modern yaşamayı istemiyorlar. Bir dönem Afrika’nın gerçek sahibi Bushman’lerin hayatlarını gelecek nesillere taşımak için bu köy hala geleneksel olarak ilkel yaşıyor. Otlardan ilaç yapıyorlar. Hayvanların etini yiyip diğer organlarını çeşitli eşya yapımında kullanıyorlar. Her hastalığa bir ilaç var. Fil dışkısı diz ağrılarına iyi geliyor mesela. Bir ot var bizim ıhlamura benziyor sivrisineklere birebir. Köyde kıyafetler hayvan derileriyle yapılıyor. Bizim köye yaptığımız gezi onları çok mutlu etti. Çünkü turistlerin o köyü ziyaret etmesi demek para demek. Bizi danslarla karşıladılar yine danslarla uğurladılar.
Damara köyünde çalışan kadınlar. Aynı zamanda otları ayırıp yemek ve ilaç yapıyor bu üç hanım.
Köy meydanında geleneksel danslarını yapıyorlar. Yaşadıkları yer aslında o kayaların içindeki oda gibi kovuklar. Hava güzel olunca da gördüğünüz sazlıklardan yapılan evlerde uyuyorlar.
Safari
Afrika'nın en iyi korunmuş safari rotaları artık sır değil. Namibya’ya gelen ziyaretçiler kendi açısından, kendi hızlarında güzel yaban hayatı ve eşsiz manzara bulabilir. Başka hiçbir yerde görülemeyecek sıklıkta hayvanlar var Namibya’da... Safariciler, stres, deneyim barış ve özgürlük bulacakları bu yere, şehrin stresinden kaçmak için de gelebilirler. Nefes kesici manzaralar insanı hayran bırakıyor. Gürültüden uzak sessizlik ve çöl, bu inanılmaz bir nimet. Yaban hayvanlarının bulunduğu bu coğrafya çok şaşırtıcı.
Namibya yükselen tepeleri bazen fırtınalı bazen sesiz bazen de bulutlar içinde saklanarak yaşıyor. Safari seçenekleri sonsuz bir çeşitlilik sunuyor. Kalahari Çölü akıldan çıkmayan sessizliği ile biraz ürkütücü ama çok etkileyici. Caprivi bölgesinde 430 kuş türünün her birini görebilirsiniz. Damaraland’da çöl, filler için bir iz sürebilir ve uzak Kaokoveld’de şaşırtıcı Himba toplumu ile iletişime geçebilirsiniz.. Afrika'nın 5 büyük denilen hayvanları safari rotalarının en heyecanlı bölümü. Bir aslanı yol kenarında güneşlenirken yakalayabilir ve bol bol fotoğraf çekebilirsiniz. Eğer bitkilerden hoşlanıyorsanız, çok sayıda endemik tür görmek için fırsat var. Namibya siyah gergedanların diğer hayvanlarla ortak arazi üzerinde serbestçe dolaştığı yeryüzündeki son yer. Çölde yaşayan fillere ev sahipliği yapan dünyada iki ülkeden biridir Namibia. Çita nüfusunun dörtte biri bu ülkededir. Tabiatta serbest dolaşırlar. Böylesi av hayvanlarının ve (Oryx) springbok, yarasa kulaklı tilki, devekuşu ve siyah destekli çakal gibi hayvanlar, Afrika'da yaşar ama Namibya’da serbest dolaşır. Bu hayvanlar safari yapanlarca düzenli olarak görülür. Bu tip araçlar çölde rahat yol alıyor. Ayrıca, arkasındaki bölümden neredeyse bir ev çıkıyor.
Kolmanskop
Size biraz da Afrika’nın başka yüznü anlatmak istiyorum. Ben çok etkilendim. Bir tarafya sazlıktan yapılma evler bir yanda bildiğiniz Avrupa şehri. Ama bu evler terk edilmiş Bir zamanların lüks yaşanılan kasabasında artık kumlar hakim. Namibya’nın kuzeyinde Luderitz limanına bir kaç kilometre kala Kolmanskop isimli bir tabela göreceksiniz. Ama, tabeladan da anlayacağınız gibi pek güven vermeyen bir kasaba imajı ile karşılaşacaksınız. Burası Namibya’nın ünlü hayalet kasabası. Burası Sperrgebiet, yani yasak bölge. 1908 yılında, demiryolu işçisi Zacharias Lewala Kolmanskop kasabası yakınlarında, demiryolu hattında kürekle kum atarken kumların arasında bir köpüklü taş buldu. Bunu Alman müdürüne götürdü ve bir elmas bulduğunu öğrendi. Bu fakir ülkede haber çabuk yayıldı ve Kolmanskop çılgın bir göç almaya başladı. Tabii Avrupadaki elmas meraklılarının da ilgisini çeken bu durum Kolmanskop’un popülaritesini artırdı ve Alman şehri olmasını sağladı. Bu fakir uçsuz bucaksız Namib Çölü’nde büyük zenginlik olmaya başladı şık evler inşa edildi ve eğlenceli aktiviteler, lokantalar, barlar bir Alman kentinde, ne varsa orada da vardı. Bir hastane, balo salonu, elektrik sistemi, okul, 4 şeritli dokuz atletizm sahası, tiyatro ve spor salonu, casino, buz fabrikası ve güney yarımkürede olmayan. Leziz et yemek için, özel aşçılar, lokantalar, pasta ekmek için bir fırın, mobilya fabrikası, bir halk parkı ve hatta bir havuz bile vardı. Ve tabii Almanların olmazsa olmazı demiryolu. Biliyorsunuz eğer Almanlar bir yere demir yolu yapıyorsa oradan ülkelerine götürecek çok şeyleri vardır demek.