NATO'nun Washington Zirvesi nihayet gerçekleşti. Bu zirve bir süredir bekleniyordu, ABD yönetiminin de 75 Yıl zirvesine sembolik bir önem atfettiği biliniyordu.
Zira, Washington Ukrayna Savaşı ile ilgili Batı’nın bardağını yarısı dolu-yarısı boş olarak görüyor ve dolu kısmın NATO’nun güçlendirilmesi ile ilgili olduğunu düşünüyor. Biden Yönetimi, göreve geldiği andan itibaren NATO caydırıcılığını ve ortak savunmasını güçlendirme yanlısı bir söylem benimsedi. Biraz ABD sopası, biraz tehdidin ciddiyeti ve gücü dolayısıyla müttefikler bugün NATO savunma bütçesi bağlamında daha fazla yük altına giriyorlar, daha çok harcama ve katkı sözü veriyorlar, hatta NATO’nun ileride savunmasının güçlenmesi konusunda baskı yapacak kadar endişeli bir motivasyona sahipler. Dolayısıyla, ABD için Trans-Atlantik güvenliği içerisinde NATO’nun tartışılmaz önemdeki yeri müttefikler nezdinde onaylanıyor. Biden Yönetiminin NATO’nun genişlemesi, İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri konusunda bizzat çalıştığı da biliniyor. Kısaca Ortadoğu’da çuvallayan, Rusya’yı küresel sistemde yalnızlaştıramamış, Asya-Pasifikte güçlü bir rakiple karşı karşıya olan ABD dış ve güvenlik politikası için güçlü bir NATO’da birlik- beraberlik resmini bugün verebilmek bir başarı. Biden Yönetiminin bu başarıyı ön plana çıkartmak istediğini biliyorduk. Ayrıca hatırlanacaktır, Biden için işler çok iyi gitmiyor başkanlık yarışında. Akıl melaikesi ile ilgili sorular başkanın dili kaç kere sürçtü, nerede, ne için sürçtü merakına indirgenmiş durumda. Bu yüzden Biden’ın güçlü NATO’da güçlü ABD liderliği mesajını verirken sağlam/sağlıklı bir portre çizip çizemeyeceği merak konusuydu. Zelensky’e Putin, Harris’e Trump demek dışında bir vaka olmadan NATO zirvesi atlatıldı, pek çok yorumcuya göre “biraz da silik, devrim ya da dönüşüm vaat etmeyen” bir zirve olarak atlatıldı. Ben bu yorumları anlamakla birlikte, Washington zirvesinin öneminin tam kavranamadığını düşünenlerdenim.
Yenilik mi dediniz; Yeni Soğuk Savaş verelim…
Zirve silik değildi, ama bir devrim ya da dönüşüm de vaat etmedi. Zira NATO ortak tehdit algısı ile ilgili büyük dönüşümleri zaten gerçekleştirmiş, Madrid ve Vilnius zirvelerinde çok önemli kararlar almıştı. Washington zirvesi, bu kararların somutlaştırılması açısından önemli bir zirveydi. İttifak, 2014 Galler Zirvesinden itibaren güçlendirilen konvansiyonel savunma ve caydırıcılık, nükleer caydırıcılık, füze ve hava savunması, hibrit saldırılara karşı savunma unsurlarının Rusya’nın (ki Stratejik Kavram’da altı çizildiği üzere Moskova İttifak’a ve Trans-Atlantik güvenliğe karşı doğrudan tehdit olarak görülmeye devam ediliyor) saldırgan kapasitesine karşı güçlü, hazır, hızlı, birlikte çalışabilir olduğunu onayladı. Kapasite inşası yanında hız ve hazır olma halinin Müttefikler tarafından son derece önemsendiğini ve müttefiklerin birlik beraberliğini güçlendirecek bir arada çalışabilir olma standardının altının çizildiğini görüyoruz. NATO, caydırıcılığının çok güçlü olduğunun farkında, gerçekten de büyük çok uluslu bir askeri kabiliyeti hızla çatışma ve caydırıcılığın gerektiği pozisyona sevk etme kabiliyete sahip. Bu gücü göstererek endişeli müttefikleri sakinleştirmek istedi, üstelik basit bir güç gösterisinin ötesinde teminat vermekten çekinmedi. Almanya’ya gönderilmesi planlanan uzun-menzilli cruise füzeleri hem Rusya’ya karşı caydırıcılık hem de müttefiklere yönelik teminat. ABD, Avrupa savunması konusunda ciddi olduğunu söylüyor. Bunu da boş bir sayfa üzerinde söylemiyor, Trump’ın iktidara gelebileceği, Çin ile rekabetin derinleşebileceği bir ABD’den söylüyor. Zaten Ruslar, mesajı almış olmalı ki Soğuk Savaş tüm biçimleriyle geri döndü ve biz de tedbirimizi alacağız dediler. Bu çerçevede ABD, Avrupa’da güvenlik ve savunmanın sağlanması konusunda risk alabileceği sinyalini veriyor (tabi caydırıcılık işlerse kimse cezalandırıcı kabiliyetini kullanmaz ve gerçek bir risk de ortaya çıkmaz). Bu, kanaatimce, zirvenin önemli bir neticesiydi. Ama ABD, müttefikleri yatıştırma işini bir adım ileri de götürmüş ve devrimsel değilse bile daha önceki duruşundan bir değişiklik yapmış görünüyor.
Otonomi fikrine göz kırpılıyor
Washington Zirve Bildirgesinin 12 Maddesi “dayanıklılık” meselesine ayrılmış. İttifak, burada kolektif dayanıklılık ve müttefiklerin ulusal dayanıklıkları arasında bir bütünlük, uyum gördüğünü belirtiyor. Bu bağlamda üyelerin kendi ulusal kapasitelerini NATO’yu destekleyecek şekilde güçlendirilmelerine olumsuz bakılmamış. Meselenin özünün AB’nin stratejik özerklik vurgusu olduğunu anlıyoruz. Avrupalılar bu sevdadan vaz geçmemişlerdi ama Ukrayna savaşı onları özerk olmadan yolda yakalamış, savunmadaki açık AB üyelerini ABD’nin peşine takılmaya itmişti. O günden bugüne ortaya çıkan maliyet nedeniyle, NATO’nun çok güçlü olmasını verdiği güven nedeniyle ve risk alma eşiğinde müttefikler arasındaki farklılık nedeniyle AB kollektif kapasite inşasında bir türlü başarılı olamamıştı. ABD’nin Avrupa’yı özerklik yolunda desteklediği pek düşünülmüyordu- ki Washington’da no- duplication yani aynı kapasitenin bağımsız bir şekilde geliştirilmemesi ilkesinin altı çizilmiş-. Ama Washington, AB ülkelerini ve stratejik özerklik peşinde kim koşuyorsa onları rahatlatacak bir tutumun sinyalini veriyor. Böylece Müttefiklerin Trump NATO konusunda ne saçmaladı diye düşünmesine gerek kalmayacak. Amaç NATO’nun güçlenmesi olduğu sürece müttefikler ulusal kapasitelerini geliştirmek, ulusal caydırıcılık ve dayanıklılıklarını artırmak için çabalayabilirler. Bu değişim Ankara açısından son derece önemli ve not edilmeli. Çünkü biliyoruz Ankara ulusal caydırıcılığını güçlendirmek için stratejik otonomi yolunu izliyor. Bu konuda elit-halk uyumu var, üstelik Türkiye müttefiklerine yaptığı katkının her zaman karşılığını tam görememiş bir aktör. Teknoloji paylaşımında hala tüm engeller aşılmış değil. Bu yüzden savunma ve caydırıcılıkta otonomi ayrıca bir güvenlik garantisi Ankara için. Fakat biliyoruz, Ankara zaman zaman şu tür eleştirilere de muhatap oluyor, deniyor ki stratejik otonomi ve NATO ruhu yan yana yürümez. Ankara ise güçlü ulusal caydırıcılığın güçlü NATO caydırıcılığı anlamına geleceğini tüm muhataplarına iletiyor. NATO ve ABD’nin bakışında gördüğümüz bu değişim Türkiye’nin duruşunu güçlendiriyor, dahası Ankara’nın mevcut güvenlik iklimi ve değişimlerini çok doğru bir şekilde okuduğunu gösteriyor.
Ukrayna savaşı
Zirvenin en önemli üçüncü çıktısı Ukrayna konusunda verilen mesajlardı. Ukrayna’nın üyeliği konusunda Kiev yönetiminde bir beklentinin olduğu muhakkak. Ukrayna Savaşına giden yol bu konudaki muğlak sözlerle açıldıydı hatırlarsınız. Ayrıca bazı Avrupalı ülkeler ileride savunma meselesini çok ciddiye alıyor ve Kiev’i bu açıdan önemsiyor. Ancak Vilnius’da ortaya çıkan karar “Ukrayna gerekli şartları sağladığında ve Müttefikler anlaştığında” NATO çevresinde hâkim olan görüştü. ABD’nin savaş sona ermeden Ukrayna’ya İttifak tam üyeliğinin kapısını açmak istemediği de biliniyordu. Zaten Washington zirvesinde de bu konuda süslü kelimelerle aynı şey ifade edildi. Ukrayna’nın tam üyeliği için güçlü bir köprü kuruldu, geriye döndürülemez bir yola girildi filan ama savaş sona ermeden Kiev İttifak’a tam üye olmayacak. Vurgu, bu yüzden Ukrayna Savaşı’nın desteklenmesi üzerinden yapıldı. ABD ve müttefikler, maksimalist pozisyonlarını korudular. Trump’ın açıklamalarına, ABD’deki belirsizliğe ve savaş sahasında Rusya’nın savaşı kaybetmemesi gerçeğine rağmen maksimalist pozisyon korundu. Buna göre Ukrayna, Rusya’nın kaybetmesini sağlayacak. Savaş, hala bir vekalet savaşı, yıpratma harbi ama hedef bu savaşta Ukrayna’nın savaşı kazanacak kapasite ve finansmanla takviye edilmesi.
Bu üç şeyi ima ediyor:
1)- NATO, savaşın tarafı olmayacak, bu bağlamda savaşın dışında ama BM Şartından kaynaklı sorumluklar çerçevesinde Ukrayna çok çok güçlü bir biçimde desteklenecek. Stoltenberg, yaptığı konuşmada “en büyük risk Rusya’nın kazanmasına izin vermektir” dedi.
2)- Ukrayna Savaşı uzayacak. Gerçi Trump- ki bugün kendisine karşı bir silahlı saldırı gerçekleşti- dün Orban’ın barış misyonunu ağırladı, bir önceki gün bu savaşı bir günde bitirme vaadinde bulundu. Dolayısıyla uzayan ve kaybedilmeyecek savaş konusunda tüm Amerikalılar aynı şeyi düşünmüyor olabilir. Bu yüzden Kiev’e NATO bünyesi çerçevesinde kurumsallaşan, özel temsilcilerle lider ve politik parti yönelimlerinin ötesine taşınmaya çalışılan bir yardım ve destek çerçevesi sunuluyor.
3)- Savaşın uzaması artık NATO anlayışına riskleri ve sınamaları belirtirken bir meşruiyet noktası sunuyor.
Çin’i hedef göstermenin mantığı
Bu üçüncü husus Çin’i hedef almakta NATO’nun işini kolaylaştırmış görünüyor. ABD zaten uzun bir süredir İran, Kuzey Kore ve Çin gibi aktörlerin Rusya’ya sundukları işbirliğini bir güvenlik meselesi olarak zikrediyordu. Bu sefer, NATO ABD’nin hoşlanacağı bu dili bir adım öteye taşıyor ve Çin ve Rusya arasındaki “sınır tanımayan ortaklığın” , ticari ilişkilerin, Rusya’ya sağlanan/satılan kapasitelerin Ukrayna Savaşı’nın sürdürülmesinde Rusya’yı kapasiteli hale getirdiğine vurgu yapılıyor. NATO, Çin’i dolaylı yoldan Ukrayna Savaşı’na taraf hale getirmiş. Bu elbette önemli. İki açıdan önemli, ilki NATO’nun Pasifik’e girme girişimlerini desteklemesi bakımından. Zaten P4 denilen Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Japonya temsilcileri NATO’nun Pasifik’teki ortakları olarak zirvedeydi. NATO’yu sadece ortaklıklar ve kollektif güvenlik üzerinden Asya’ya sokmak zorunda olmanın belirli riskleri vardı, hala var. Gerçi NATO, tüm misyonlarını (ortak savunma, ortak güvenlik, kriz yönetimi), 360 derecelik bir bakışla yani çok yönlü bir şekilde gerçekleştirebilecek gücü olduğunu söylüyor ama caydırıcılığın ötesinde çevreleme her zaman daha maliyetlidir. Bu yüzden bu maliyete müttefikleri ikna edecek daha güzel bir sebep bulunmuş: Çin Avrupa-Atlantik güvenliğini Ukrayna Savaşında Rusya’ya el vererek sınıyor. İkinci sebep de bunun bir devamı aslında. Anlaşılıyor ki Batı Rusya’yı yalnızlaştırmak fikrinden vaz geçmemiş zira Çin hedefe bu şekilde konulurken verilen mesaj net: Sınır tanımaz ortaklık kurmayacaksın, Rusya’nın eli Küresel Güney’de rahat etsin diye diplomasi kanallarını çalıştırmayacaksın. Bu mesajlar verilirken ABD’nin yakın müttefiki Hindistan’ın yeni lideri Modi’nin Putin’e sarılması da Batı’nın gördüğü gibi herkesin olayları görmediğini gösteriyordu. Özetle, Garp cephesinde büyük yenilikler yok: Ukrayna savaşı uzayacak, Soğuk Savaş konuşlandırma mantığına geri dönülüyor ve NATO güçlü daha da güçlenmek için yeterince neden ve imkanı var, ama bu sefer üyelerin ulusal kabiliyetleri güçlendirme arzusuna daha sıcak yaklaşıyor.