Adına; ister değişim, ister revizyon, isterse de yeni dünya düzenine adaptasyon densin mutlaka ve mutlaka “yeni devrimleri” hayata geçirmeli Türkiye.

Cumhuriyet’in ilanının 101.Yılını hep birlikte tamamladık. Yurt içi ve yurt dışında düzenlenen kutlamalar Cumhuriyet kazanımlarımızı bir kez daha anımsatmakla birlikte “yaşatmak adına neler yapmalıyız” sorgularını da zihnimize ve kalbimize yaşattı.
Zira her başlık insanoğlunun tatminsizliği ve yerinde saymayı sevmeyişi sebebiyle zamanla değişime uğruyor.
Milliyetçilik, kapitalizm, feminizm, yönetim tarzları ve anlayışları ve daha nicesi bundan elli yıl öncesi ile aynı çerçevede mi? Elbette ki hayır.
Aslına bakarsanız insanoğlu ihtiyaçları doğrultusunda kendi zihninde çoğu başlığı “yeniden yazdı” bile sadece tam olarak adını koyamadı henüz. Misal benim zihnime-kalbime-vicdanıma göre güncel milliyetçilik “ırka değil vatana aidiyet” kodlarıyla yürütülmeli. Yani kimlik değil toprak milliyetçiliği.
Ya da feminizm(başından beri hiç benimsemediğim bir başlıktı) kadını ayrıştırmak ve varoluş kodlarından uzaklaştırmak yerine bereketli-şefkatli-anaç kalbini unutturmadan toplumun merkezine oturtmayı hedef almalı.

Velhasılı kelam çoğumuzun bilip keyifle dinlediği “sil baştan başlamak gerek bazen” şarkısının sözleri gibi; bu vatanı sil baştan sevmek gerek şimdi…

Evet Cumhuriyetin 101.Yılını kutladığımız bu hafta zihnimde sayısız soru-cevap arayışı vardı ve bu arayışları sizlerle de paylaşmak istiyorum çünkü hep birlikte gelişmek/geliştirmek için ihtiyacımız olan şey; istişare.

Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyete ve devrimlere neden ihtiyaç duydu? O dönemin mevcut savaş-iç ve dış kaos-ekonomik kaygılar-toplumsal rahatsızlık-gelişim geriliği tablosu karşısında bu gerekliydi çünkü. Ve bu geçiş dönemini tıpkı bir organ nakli süreci gibi hassasiyetle yürüten Atatürk, tüm karşıt anlayışları karşı bir savunma geliştiremesinler diye bağışıklık sistemi misali baskıladı ki Türkiye yeni anlayışına sorunsuz bir şekilde en kısa zamanda adapte olsun.
Buraya kadar sorun yoktu sorunlar sonrasında gelişti çünkü bir kesimin bu baskılama anlayışından bir türlü çıkmak istemedi.
Ve bu sorun  büyüye büyüye, saklana gizlene, reddedile reddedile bu günlere kadar getirilse de artık gitmiyor!
Dünyanın yaşadığı revizyon sürecinden en fazla nasibini alan ülkelerden biri olan Türkiye için şimdi bu girdaptan çıkma vaktidir hem de acilen.

Yeni Anayasa’nın nasıl olması gerektiğine de değinelim dilerseniz.
Öyle bir anayasa olmalı ki; sana-bana-ona değil BİZE hitap etmeli, kimlik değil toprak milliyetçiliği esas alınmalı, kimsenin varlığı bir diğerine armağan edilmemeli, odak vatan ve vatanı vazgeçilmez kılan değerler olmalı, hakta-hukukta eşitlik ilkesi temel alınmalı, devlet gücüyle her zerrede kendini hissettirmeli….

Evet yeni devrimlere ihtiyacımız hem de acilen çünkü geçmişin travmalarının prangalarını kırmamız, geleceğin de sorumluluklarını yerine getirmemiz gerekiyor…
Bu sürecin ayağınıza dolaşmaması için de hızlı ve kararlı davranmalı etkili ve yeterli makamlar. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açtığı “Türkiye Yüzyılı” kapısından sorunsuz bir şekilde güçlenerek geçmek ve “organik bütünlüğü” sağlamak için de gerekiyorsa “olağanüstü durum” moduna geçilmeli çünkü ne kaybedecek zamanı ne de gözden çıkaracak bir kazanımı yok Türkiye’nin!