Türkiye Varlık Fonu'nun kuruluşunun ikinci amacının "sürdürülebilir büyüme" olması gerektiğinden ve bu sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak nesnel koşullar oluşturulduğu takdirde, hem fonun değerinin artacağından hem de Türkiye'nin büyüme ve kalkınma maliyeti azalacağından bahsetmiştik.

Türkiye Varlık Fonu’nun kuruluşunun ikinci amacının “sürdürülebilir büyüme” olması gerektiğinden ve bu sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak nesnel koşullar oluşturulduğu takdirde, hem fonun değerinin artacağından hem de Türkiye’nin büyüme ve kalkınma maliyeti azalacağından bahsetmiştik. Öncelikle “sürdürülebilir büyümenin” ne anlama geldiğini inceleyelim.

Sürdürülebilir Büyüme, bir ülkenin geleceğinde hiçbir olumsuz etkiye ve iktisadi probleme yol açmayan bir oranda istikrarlı bir şekilde büyümesi olgusuna verilen addır. Sürdürülebilir büyüme ile kastedilen;

i. Büyümenin ekonominin içinde bulunduğu ekosistemi ve doğayı mümkün olan en düşük düzeyde tahrip eden,

ii. Bir toplumun geleceğini artan bir borç yükü altına sokmayan,

iii. Bir toplum için zorunlu mal özelliği taşıyan ürünlerde belli bir kendi kendine yeterlilik oranının altına düşmeyen büyüme oranıdır.

Büyüme, ülkenin üretim faktörlerinin nitelik ve nicelik olarak büyümesi ile sağlanır. Bu üretim faktörleri öncelikli olarak emek ile fizikî ve beşerî sermaye, daha sonra ise girişim ve doğal kaynaklardır. Varlık Fonu ile sağlanacak olan doğrudan bir üretim faktörü olmayan mali sermayedir ki, Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu ekonomik etken budur. Sağlanan mali sermayenin ne yöne kullanılacağı esas olan soru olarak önümüzde durmaktadır. Sürdürülebilir büyümenin sağlanması için ne yapılmalıdır? İsterseniz sürdürülebilir büyümenin temel ilkelerini kabaca açıklayalım:

Yukarıda birinci şıkta bahsedilen şartın geçerli olması için çevreyi kirletmeyecek, ormanlar, temiz su kaynakları ve ekilebilir arazi gibi doğal kaynakların asgari ölçüde tahribine neden olacak bir büyüme politikası güdülmelidir. Çünkü doğal kaynaklar ve ekilebilir toprak, sadece zorunlu gıda üretiminde dışa bağımlılığı azaltmak açısından değil aynı zamanda gelecekte çocuklarımız için temiz ve sağlıklı bir yaşam standardı sağlamak açısından da önemlidir. Biriktirdiğiniz dolarlar daha fazla insanı daha kısa zamanda kansere maruz bırakıyorsa, o dolarlar bir işe yaramış sayılmazlar.

İkinci şık, iktisat biliminde Ricardocu Denklik adıyla bilinen ilişkiyi çağrıştırmaktadır. Buna göre, bir toplumun uzun dönemde ödediği reel faizden daha yüksek oranda büyümeyi tutturması o toplumun borç yükünü hafifletirken, daha düşük oranda büyümeyi tutturması ise borç yükünü arttırır. Örneğin Türk ekonomisi TL enflasyonunun %5 üzerinde bir faizle dışarıdan borçlanıyorsa ve Türkiye de reel olarak yani enflasyondan arındırılmış verilerle %3 büyüyorsa, bu dış borcun %2 arttığı anlamına gelir. Dışarıdan Varlık Fonu ile sağlanacak fonlar, eğer ileri teknoloji yatırımlarına, eğitim sektörü ve bilimsel üretime, yüksek katma değerli ağır sanayi yatırımlarına aktarılırsa, bu uzun dönem reel büyüme oranımızı yükseltir ve zaman içinde de fonun değerini arttırırken borçlanma faizini düşürür. Eğer, tıpkı Türk bankacılık sisteminin yaptığı gibi, her türlü al-satçı, komisyoncu, ithal malların pazarlamacısı kurumlarla üretken olmayan sektörlere aktarılırsa o takdirde reel büyüme oranı yabancı kredi kurumlarına – yani Sayın Cumhurbaşkanımız’ın deyimiyle “faiz lobisine” - ödediğimiz faiz yükünü arttıracak ve mutlak fakirleşme getirecektir.

Üçüncü şık, Sayın Başbakanımız’ın deyimiyle “bekâ sorunu” yaşayan ülkemiz için en kritik noktalardan birini işaret etmektedir. Her toplum için gıda – dolayısıyla tarım sektörü – enerji ve silâh üretimi zorunlu mallardır. Bunun yanı sıra, özellikle Türkiye için, fiziki sermaye malları üretimi – yani makine teçhizat ve elektrikli makine teçhizat üretimi – zorunlu mal statüsündedir. Türkiye’nin ithalatının neredeyse dörtte üçü enerji ve sermaye malları ithalatından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, fonların aktarılmasında bu dört sektöre ağırlık verilmesi ve bu sektörlerde üretimin yerlilik oranının arttırılması gerekmektedir. Allah korusun, bir savaş halinde Türkiye’nin silâh, enerji ve gıdada dışa bağımlılığı muharebeler kazanılsa bile harbin kaybıyla sonuçlanır. Bu yüzden Varlık Fonu’nun öncelikli bu sektörlere destek ve katkı sağlaması gerekir.

Türkiye Varlık Fonu, sıradan bir fon değildir. Yani, dışarıdan gelen parayı sadece bir banka gibi krediler vasıtasıyla ekonomiye enjekte edecek bir kurum değildir. Kuruluş kanununa dayanarak söyleyebiliriz ki, her türlü üretim ve ticaret ilişkisine girebilecek, mali işlemler yapabilecek, pratik olarak özelleştirme – kamulaştırma – millileştirme uygulamaları yapabilecek devasa bir kamu holdingidir. Bu açıdan, Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu milli ekonomi politikalarına geçiş için mükemmel bir araç olabilir.

Varlık Fonu hakkında, özellikle sosyal medyada bayağı bir paylaşım yapıldı. Bunların çoğu niyet okumalara ve önyargılı bakış açılarına dayanmaktaydı. Taraftar olanlar da, karşı olanlarda bu hastalıktan mustariptir. Bilip bilmeden atıp tutmak yerine, ilkönce kuruluş kanununun okunması gerekir. Belli bir konuda uzmanlaşmış kişilerin kamuoyunda fikirlerini kör siyasi ihtirasla değil, sahip oldukları bilgi ve birikimine göre değerlendirmesi gerekir. Bu takdirde, hükümet ve Varlık Fonu yöneticilerinin önüne sağlam bir yol haritası verilmiş olurken, aynı zamanda onlardan hesap sormanın nesnel gerekçeleri de belirlenmiş olur.