İnsan dünyaya tertemiz bir kul olarak gelir. Akli ehliyetini kazandığı andan itibaren de işlediği fiillerden tek başına sorumludur.
. Telafisini de kendi yapmalıdır ve sorumluluğunu da üstlenmelidir. Ergenlikten önce bir çocuğun işlediği hatadan veya yanlıştan dolayı onu bütünüyle tek başına hatanın cezai sorumluluğu ile baş başa bırakamayız. Çocukluk bir eğitim devresi olduğu için kısmen hatasının sorumluluğunu yaşına uygun bir şekilde çekmesi sağlanmalıdır. Çocuğu eğitenler de bu hatanın bir parçasıdırlar ve bu anlayışla ileride topluma estetik bir değer katacak insanı yetiştirdiklerinin farkında olmalıdırlar. Çocuk eğitiminde de iyiliği yücelten değerlerle yaşamın estetize edilmesi gerektiği gerek aile içindeki davranışlarla gerekse dışarıdaki davranışlarla gösterilmelidir. Çocuklar taklit ederler. Sinirlendikleri zaman birine vuruyorsa bunu ailede gördüğü içindir.
Yaratılmış her şeyde güzellik
Dünyadan aleme baktığımızda her şeyin kusursuz bir nizam ve
estetikte olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Güneş her gün doğuyor. Her ay
belirli bir zamanda ay gökyüzünde ışıldıyor. Dünya mevsimleri yaşıyor. Ama
hiçbir zaman güneş bu dünyanın yarım küresindeki insanlar kötü ben bugün
sıcaklığımı, ışığımı göstermeyeceğim demiyor. Mekanik bir şekilde her şey olağan
akışında devam ediyor. Üstelik en güzel şekliyle. İnsan ise bu güzelliklere
katkıda bulunmak için buradadır. Allah güzeldir güzeli sever yani estetiği
aleme kuran Yaratıcımız bize en güzel mesajı zaten kendisi vermiştir. Her hal
ve işlerimizde güzel olmak durumundayız. Sadece birimizin güzel fiiller
işlemesi, merhametli olması da yetmez tüm topluma yayılması gerekiyor bu
davranışlarımızın. O yüzden bir insanın kendi içinde merhametli olması
yetmiyor. Bunu göstermesi ve toplumla merhametinin güzelliğini paylaşması
lazım.
Estetikte yarışmalıyız
Çirkin bir davranışımızın ardından o davranışımızı örtecek
bir iyiliği devreye geçirerek hayatımızı hemen estetize etmeliyiz. Aslında estetiğe
geçmemizi sağlayacak en güzel davranış motivasyonu tövbedir. Çünkü Allah
rahimdir ve affetmeyi önce biz insanın kendisi için istemektedir. İnsan eski
hatalarına, yanlışlarına takılıp kalmamalı. Bu tarz bir insan psikolojisi de
zaten toplum için sorunludur. Travmatize edilmiş bir toplum güzellikleri
göremez ve estetik davranışlarda da bulunamaz. Tövbe edip yolumuzu daha da
güzelleştirerek devam etmeliyiz. Yapılan iyiliklerin asla unutulmayacağını
bildiriyor bize Cenabı Hak. Üstelik öyle iyilikler yapıyor ki insan oğlu
kimsenin bundan haberi yok. Ama kendi hayatını güzelleştirmesine vesile olan bu
iyilik insanı motive ediyor. İyilik iyiliği getiriyor. Düşünsenize Hz. Musa
birini öldürmüştü. Ama Allah ona peygamberlik verdi. Biz senin elini temizledik
dedi Hazreti Musa’ya. İşte bu yüzden insan hatalarının esiri olmamalı. Allah
affeder yeter ki bir daha aynı hatayı yapmamak için irademizi gösterelim.
Hayatımızı her yönüyle estetize edecek özellikle de toplum içinde örnek
davranışlar sergileyelim.
Toplum içinde
Toplum içinde bugün büyükşehirlerdeki en büyük estetikten
yoksunluk herkesin suratının asık olmasıdır. Bunda sadece insanların değil şehirlerin
getirdiği gayri insani yapılaşmanın, çalışma şartlarının ve birçok etmenin de
etkili olduğunu biliyorum. Ama buna rağmen toplum içinde suratımızın tebessüm
halini giyinerek dolaşmanın diğer insanlara, biz bir ve beraberiz mesajını verdiğini
de unutmamalıyız. Seni anlıyorum hemşerim demektir tebessüm. Bu çağda yaşamak
ayakta kalmak, metroda koşturmak, mezar gibi binalarda yaşamak nedir biliyorum
demektir tebessüm. Bugünün insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey toplumun bir
parçası olduğunu hissetmektir. Olgun insana düşen görev toplumda diğer
insanların hayatını kolaylaştırmak olmalıdır. Tanıdığımız olsun ya da olmasın
biz bu toplumun bir ferdiyiz. Hepimizin birbirine gün gelir ihtiyacı olur
mantığını merkeze koymadan gerçekten tevhid için toplumun devamlılığını
değerlerimiz üzerinden yaşatmak estetik bir davranışlar bütünüdür. Ramazan ayı
ise tüm davranışlarımızı tekrar gözden geçirip güzellik değerlerine uyup
uymadığını kontrol etmek için bir fırsattır. Yüzümüzün estetiği değil de
davranışlarımızın estetiği toplumda olumlu anlamda çarpan etkisi yaratmaktadır.
Evet biliyorum hepimizin sorunları sıkıntıları var. Ama tüm bu sıkıntıların
üstesinden de ancak bir ve beraber olarak kalkabiliriz. Bunun için de estetik değerleri
hayatımızda daha fazla yer edinecek şekilde davranışlarımızı geliştirmeliyiz
vesselam.
Rusya’da İslam
Geçtiğimiz günlerde Rusya’daki terör saldırısı hepimizi dehşete düşürdü. Sanırız artık dünyayı yönettiklerini zanneden aklı evveller kaos çıkarıp dünyayı topyekûn savaşa sürükleme niyetindeler. Kana doymadılar çünkü. Bundan sonra Türkiye’de de herkesin çok uyanık olması gerekiyor. Kalabalık ve toplu yerlere girilmemesini ben de doğru buluyorum. Bu bir korku politikasından etkilenme meselesi değil. Zaten Allah aşkına bu kadar yığınların bir yerde toplanması, şehirleşme projeleri de dünyayı yönetenlerin yani Big Brother’in aklı değil miydi? İnsanları bir arada tutarak onları AVM, futbol, kafeler gibi yerlere yönlendirerek kontrol etmek daha kolay değil mi? Özellikle son 50, 60 yıldır hızlı şehirleşmenin getirdiği sonuçları yaşamıyor muyuz? Eğer insanlar homojen bir biçimde ülkelerinde yayılmış olsalardı terör yaratmak bu kadar kolay olur muydu? Bu nedenle huzur için daha sakin ve az nüfuslu yerlerde yaşamalıyız. Öte yandan Rusya’daki konser salonundaki saldırıda vestiyer görevlisi bir Türk gencinin en az 100 kişiyi kurtarması yankı uyandırdı. Rusya Federasyonu onur madalyası verdi. Ayrıca 1 milyon ruble ödül almış İslam. Ben kahraman değilim diyor İslam. Adı da İslam ne güzel değil mi? En çok da Türklere yakışıyor kahramanlık. Çünkü sahte değil gerçek.
Her gece açan çiçeği bilir misin? İnsanın yüreğini dinleyen
ve karanlıkta açan bir çiçek o. Karanlığı aydınlığa çeviren sırlı bir çiçek bu.
Gecenin en karanlık anında açan ve sonra gün doğumuyla ortadan kaybolan bu
gizemli çiçeği herkes göremez, bilemez. Belki gölgesini gören olmuştur o kadar.
Çiçekler gece açmaz diyenlere inat, açar bu çiçek inananların toprağında. Toprağına
ihanet etmez, tohumuna can olur ve açar garip, gurabanın gönlünde. Göz gözü
görmese bile bu çiçek insana yol olur, ışık olur. Kuzeyde bile açan bu çiçek
güneye doğru uzatır çanaklarını. Gece lambası gibi parlar uzaktan, keskin
gözlerini kısarsan görürsün. Yeter ki aydınlığa inanmak iste o her gece seni
bekler. Sana seslenen bir çiçek var içinde, onu uyandırsan sana yoldaşlık edecek.
Çaresiz olmak zorunda değilsin. Sadece biraz cesaretle ayağa kalkman ve gönlünü
aydınlatman yeterli olacak. Çünkü herkesin içinde bekleyen bir ümit çiçeği var.
Eğilip de dökersen tüm kiri pası, seni sen olmayı engelleyen her şeyi işte o
zaman ümit çiçeği, seni gece ile gündüzün kesiştiği o ince çizgide bekliyor
olacak.
HACİVAT İLE
KARAGÖZ
MEHMET AKYIL
Demokrasi
Şarkılar, müzik ve marşlar...
Sokaklar, caddeler ve meydanlar... Bir nümayiş bir gürültü bir curcuna... Hastası
olan mı var, yaşlısı olan mı var, mağdur olanı mı var kimin umurunda!..
Karagöz;
-"Oooohh oooooohh! Demokrasi bayramı. Coşalım eğlenelim.
Yandan Hacivat'ım yandan... Seni severim candan...
Hacivat buna tahammül edemez;
-"Bak Karagöz'üm demokrasi memokrasi palavra. Hizipçilik
içtimai hayatı zehirliyor. Üstelik siyasette liyakat da aranmıyor. Bu
nasıl iştir?”
Karagöz dalgasını geçer Hacivat ile;
-"Bu siyasette gemisini yüzdüren kaptan oluyor. İş bilenin
kılıç kullananın.”
Hacivat yine ikaz eder Karagöz'ü;
-"Karagöz'üm atasözlerimiz bir nevi kibarı kelamdır.
Yerinde kullanıldığında anlam kazanır.”
Hacivat devam eder;
-"Liyakat bir hizmete layık olma demektir. Hem hizmet için
ehliyetin olacak hem de dürüst ve becerikli olacaksın."
Karagöz Hacivat'ın sözlerine kulak asar.
Hacivat devam eder;
-"Hizmete talip olan bir reis en başta yalan söylemeyecek.
Sözünü tutacak. Hakka riayet edecek. Mugalata yapmayacak. Ķîlüķâle kulak
asmayacak."
Karagöz işin şuuruna varır;
-"Hacivat'ım dikkat edeceğimiz birinci sorumluluk nedir?”
Diye sorar ve Hacivat da cevabı yapıştırır;
-"Vatanseverlik!.."
Hacivat ortaya bir söz atar ve konuşmayı
bitirir;
"Yedi düvelle gavurla savaştı ceddimiz... Vatanseverlikle savunduk
memleketi biz!.."
Şehr-i Ramazan’ın söz musıkisi
Mahyalardaki kandillerin ışıltısından
gözbebekleri pırıl pırıl aydınlanan çocukların ve çocuk ruhlu yetişkinlerin ellerinde
macun şekerlerle, iftar sonrasında veya bayramda döner salıncaklarda hem dönüp
hem sallanıp, döner tepside döne döne çocuklar gibi eğlenen halkın manevî
lezzetin verdiği muhabbetin çizdiği üç yüz doksan dört yıllık ender bulunan
eski bir resmin üzerinden asırlar geçse de bu topraklarda bazı resimler hiç ama
hiç eskimiyor.
“Merhaba ey Şehr-i Ramazân” diyen Abdülahad Nurî
Hz. gibi büyük mutasavvıfların gönlünden dökülen güftelerinin nağmelerle
bezendiği ilahîlerle mübarek Ramazân ayının son on beş gününe girdiğimiz
haftayı idrak ederek, “Elveda ey Şehr-i Ramazân” ilahîlerini eski sokakların
kafesli pencerelerinin önünden geçerken duymak artık mümkün...
Peki bizi derin tefekküre daldıran, Ramazân
ayında söylenen ilahîlerin sırdan mürekkep mayhoşluğunda kalplerimizi ezgilerin
içindeki duyulmayan fısıltılarla Yaradan’a daha da yaklaştıran sözleri
mürekkebe söyleyenlerin kim olduğunu biliyor muyuz?
Yüzyıllardır dilden dile, gönülden gönüle
aktarılan asırlardır seslendirilen kadim ilahîlerin güftekârı, söz yazarı,
mutasavvıf büyüklerimizden biri olan, Kanunî Sultan Süleyman devrinden Sultan
4. Murad’a kadar sekiz padişahın devirlerini gören, gençlik yıllarında Ramazân
ilahîlerinin bir diğer güftekârı olan, ilahîlerinde
“Âşıklara edin salâ
Oruç ayı geldi yine
Rahmet denizi cûş edip
Âlemlere doldu yine”
deyiveren Bursa’lı
mutasavvıf Üftade Hz.’lerine intisap eden, 17.yüzyılda devrin padişahlarından
Sultan Ahmed’in de hürmetle kendisini Sultan Ahmed Cami’nin temel atma törenine
çağırdığı fırtınalı bir günün azgın denizinde Sarayburnu’ndan Üsküdar’a doğru
kayığını yüzdürebilecek keramette olduğu rivayet edilen, Üsküdar’daki
dergâhının kitabesinde yine bir musıkîşinas olan Nevizâde Atayî’nin hattı terkibine
ilave olarak Hattat, Neyzen Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin tâlik hattı
bulunan Aziz Mahmud Hüdayi Hz.’lerinin
“Nur ile doldu yine kevn-ü mekân
Geldi hoş lütf ile şehr-i Ramazân
Zeyn olup açıldı ebvab-ı cihan
Geldi hoş lûtf ile şehr-i Ramazân”
ilahîsiyle açtığımız mübârek ayın ikinci yarısında ve
tamamında tüm İslâm coğrafyasında dillere pelesenk olan Salât-ı Ümmiye’yi
mırıldanırken, bu eseri besteleyen ve ezgileri asırlar boyu yaşayan Buhurîzâde
Mustafa Itrî Efendi’nin nağmelerinin içinden geçerken, birden halk arasında
dizilen Ramazân manilerinden biri olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.’inin dörtlüklerinden biri kulağının kapısını
çalıvermez mi?
“Dermandır inci denden
Fark olmaz inci tenden
İncitme can gönül yap
İncinme incitenden
Mahlûk ile bil Hakkı
Masdar bul o müştakkı
Evvel odur âhir hem
Pinhân ayan ey Hakkı.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.’leri “Marifetnâme”adlı
eserinde ilim ve ameli açlıkta, gönül parlaklığının parıltısını gece
uyanıklığında, hikmeti suskunlukta, muhabbet ve rızâ makamlarını bu dünyanın
telaşını terk etmede aramayı ve fânilik içinde fakirlik devletini açlıkla bulanın
Yaradan’ın sırlarına yakın durduğunu da bildirirken, biz bu Ramazân değil her
gün gönül aynamızdan yükselen ilahî sözlerin aks-i sedasını dinlediğimizde ne
duyuyorsak derinden bir daha dinleyelim ki baktığımızda gördüğümüz tasavvufta olduğu gibi sadece söyleyenin
sözünü değil söyletenin birliğini ve varlığını, sözünü o aynada görebiliyorsak,
işitebiliyorsak tefekkür vakti her daim kapımızı çalıyor demektir ki sözü kısa
kesmek lazımdır vesselâm…
Muhabbetle, hayırlı Ramazânlar.
“Ziyarete kim gelecek?”
Selam
sevgili okur. Büyüdükçe öğrendiğim şeylerden biri de cam kenarında oturan
insanlarla ilgiliydi. Sokağı seyretmenin keyif verdiğini düşünür, kendi
evlerinin camından dışarı seyreden insanları önlerinden geçerken görmek hoşuma
giderdi. Durumun bu hâle gelebileceğini bu yaşıma gelince öğrendim.
Mobilyası
ceviz olan yeşil kadife koltuğumda oturup dışarıyı seyrederken düşündüğüm şey
“acaba bugün ziyaretime kim gelecek” olurdu. Daha çok dışarıyı değil de bana
gelecek yolcunun yolunu seyrederdim…
O
yüzden sevgili okur bugün sana yüreği kuşlar için çarpan çocuklar arasından
sıyrılıp geldim. Çünkü en sürpriz ziyaretçilerim o masum ve sevimli çocuklar
olurdu.
Yasemin
mesela…sekiz yaşında, en son geldiğinde annesinin kendisine aldığı muzla
gelmişti. Çiçeğim “Bunu sana getirdim” dediğinde oruçlu olduğumu söyledim.
“Biliyor musun bende tekne orucu tuttum” dedi, muzu masama bıraktı ve “olsun
iftarda yersin ama seninki tekne orucundan uzun sürecek” dedi… o gün yedim
Yasemin iftarda…
Bir
de Didem ile Can var. Didem’i çok iyi tanıyorum ama Can; onu da Didem sayesinde
tanıyorum. Parka gelmişler oynamak için, oradan da kardeşiyle bana merhaba
demeye gelmişler. Biri dokuz diğeri beş yaşında. “Neler yapıyorsunuz” dediğimde
oruçlu olduklarını söylediler. Can beş yaşında bir erkek çocuğunun afacanlığını
üstünde taşıyordu. Gözlerinde haylazlık ablası Didem’i dinliyordu. “Nasıl oruç
tutuyorsunuz siz, gece yemek yemek için uyandınız mı?” dedim. “Uyanmadık ama
tekne orucu tutuyoruz, biliyor musun Can dayanamadı bozdu orucunu” dedi. “Peki
sen?” dedim “ben hâlâ tekne oruçluyum dedi” Can’ın dayanamadığı orucu bizi
yeteri kadar güldürmüştü.
Bunu
sana, içimin karanlık sokaklarını ellerinde umuda yanan meşalelerle aydınlata
aydınlata geçen çoğu büyüğün yapmadığı, hatır sorma işinin de çocuklara
kaldığını anlatmak için yazdım sevgili okur. Annelerin insan yetiştirdiği o
masum çocukları anlatmak için yazdım.
Şu Ramazan
ayında evdeki oruç tutma geleneğine uyan tekne orucu tutan çocukları anlatmak
için yazdım.
Aslında Tekne orucunun, sadece fiziksel bir deneyim
değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk olduğunu ve tutanları daha güçlü ve
dayanıklı yaptığını unutma diye yazdım.
Dayanabildiği yere kadar oruç tutan aslında tutamayan tekne oruçlu çocukların hatırlattıkları
her şey için…
Sonunda
beni yeniden çocukluğuma taşıyan, bana benim çocukluğumu hatırlatan çocukların
varlığına şükürler olsun…
Benim tekne orucum babaannemin bana ağzım oruç
dediğimde, kıyamayıp verdiği, elimde nefsimi terbiye etmek adına tuttuğum
tadelleyi eritene dek sürerdi. Eriyip ambalajına yapışan çikolata utanırdı
çikolata olmaktan. Nihayet sabrımın beni yendiği daha öğlen vakti girmeden yedi
yaşımın tekne orucunu, üstüme başıma bulaşan, çoğu zaman da lekesi çıkmayan
sıcak çikolatayla açardım. Orucumu açmış olmanın utancını taşıyıp sonra tekrar
orucuma devam ederdim. Bitmezdi benim oruç, gaza gelir herkes iftar ederken ben
yine oruç tutardım…
Sen
yine de cam kenarında ziyaretçisini bekleyen, içinin karanlık koridorlarında
kendi mahkemesini kuran sokaktan kendine gelecek umudu bekleyen bir masal
kahramanı gibi hatırla beni sevgili okur. Ömrünün en uzun yolunu bekleyen,
ömrünün en uzun yolundan gelecek yolcuyu bekleyen bir kahraman gibi hatırla.
Fısıltımı
duy “ziyaretime kim gelecek”…
Tut
aklında
“Allah
cam kenarında bekleyen kullarını sevindirsin”
Tutulan
tüm tekne oruçları kabul olsun… AMİN