ACI İLE HAZ ARASINDA

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Ağırlaşır bazen hayat. Dakikalar saatlere dönüşür de geçmek bilmez. Günün ortasında kararır havamız ve dermanlar derde dönüşür. Meyve veren ağaç dikenle karşılar bizi.

İçeriden açılması gereken gönül kapımızın anahtarını yitirmiş gibi heyecanımızı yitiririz. İçimize düşer, kuyumuzda kayboluruz, çığlıklarımızın sesi çıkmaz, çıksa da duyulmaz. Aklımız, gönlümüzün arzuladığı yere gitmek istemez bazen. Belki de zihnimiz özgür değildir, hayatın bazı karelerinde.

Kariyeri için önemli bir sınava girecek öğrenci, çekinin yazılması endişesini taşıyan tüccar, kalbi duran hastasını döndürme telaşındaki hekim, fabrikalarına yenisini ekleme uğraşındaki iş adamı, eve götüreceği azığı toparlayan adam, bedeni yoğun bakım ünitesinin koridorunda ama aklı otomatik kapının ötesindeki kadın, dünyayı elinin tersiyle geriye atarak kıyama duran genç… İki kapısı olan bir hanın yolcuları olarak sürekli bir uğraş içindeyiz. Bizi hakikatimizle buluşturacak ortak kaynağımız kuşkusuz şükrümüzdür. 

Yalancı Güzellerin Tutkunları

Psikolojimizin bir dengesi var. Bir yanda endişe, stres, önümüzü görememe, kötü olayların peş peşe gelmesi, yaşanan acılar, kayıplar gibi yaşamın depresif eden karanlık yüzü, öte yanda hayatın keyfine, neşesine ve tadına vardığımız, yaşamın aydınlık ve mutlu yüzü. Bazen aynı gün içinde iniş çıkışlar yaşarız. Endişe ile sevinç, iyi hissetme ile kötü hissetme, haz ile acı arasında gider geliriz.

İnsanı mutlu ve mutsuz eden uyarıcılar da modern dünyadan nasibini aldı ve sanal hazlarla acılar arasında gidip geliyoruz artık. İleri teknolojinin her anımıza nüfuz ettiği şu zamanda sanal endişe ve sevinçlerle avunmaktan gerçek keder ve sevinçlerimizi yaşayamaz olduk. Giderek bireyselleşen, tüketim alanına dönüştürülen ve odağına abartılı cinselliğin yerleştirildiği hayat, sanal oyunlarla şişirilen egolar, gerçekle ilgisi olmayan kurgu filmler, sanal takipçiler için verilen mücadele, varlıkları hissedemeyen aile üyeleri… Yalancı güzellerin tutkunlarına dönüştük de elimizdekilerle yetinemez olduk. Güzel’e yolculuğumuzun sevdasından ve şükretmekten geri düştük.  

Kaçındığımız sanal acılar gibi sanal hazların da bizi gerçekte mutlu etmediğini artık fark etmek zorundayız. Hayatın hangi aşamasında olursak olalım asıl olan kendi hakikatimize yol almaktır. Zira kendi gerçek acı ve sevinçlerimizle yüzleşmek, gerçek mutluluğumuzun kaynağı olacaktır. Bunun için ekranlardan fışkıran değil hayatın kendi gerçeğiyle yoğrulan ve tamamı bizim olan, bizden olan gerçek acı ve sevinçlere doğru yol almak zorundayız.

Mademki ekranda düşen yaprağa dokunamıyoruz o halde bahçeye çıkmalıyız. Ve bir zerresi olduğumuz varlığın, sesine ve ahengine karışmalıyız yeniden. Âlemin orkestrası içindeki yerimizi almalı ve bir ses vermeliyiz hayata.

Acılar Sevinçleri Tamamlar

Gece ile gündüzün birbirini tamamlaması gibi gerçek acılar da sevinçleri tamamlar. Zaten acı olmadan sevincin anlamı olmaz. Dolayısıyla günlük hayatta karşılaştığımız olaylar ve ulaştığımız sonuçlara, dar penceremizi aşıp âlemin penceresinden bakmak psikolojik dengemiz bakımından kaçınılmazdır.

O halde nedir bu telaş, daha da fazlası için verilen amansız mücadelenin, dakikalarla yarışın nedeni nedir? Unutmayalım ki toprağın üstündeki telaş, toprağın altında son buluyor. Zira orada dakikalar işlemiyor, zaman yok, mekân yok, varlık yok, yok bile yok.

Şartlar ne olursa olsun şükredebilmek, ağırlaşan hayatla başa çıkmak için en güçlü ilaçtır. Zira ağırlaşan hayat değil ona yüklediğimiz anlamdır. Hayatımızdaki her karanlığın, yeni bir aydınlığın habercisi olduğu şükrü ile kafamızı kaldırıp engin semaya bakmak ve âlemin bir numunesi olarak onunla ilişkimizi kesintisiz sürdürmenin hazzını yaşamak, bizi her türlü çirkinlik ve hastalıktan koruyacaktır.

 Ne mutlu sanal dünyanın oyuncağı olmayı bırakıp sonsuz âlemin güzelliğine yolcu olanlara. Kederlere rıza göstererek acılardan ders almak, hazzın ve kederin sahibiyle olmak ne güzel.