Vakıf Katılım web

ÂDEM İLE ŞEYTAN

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Ortak dini inanışa göre, şeytan ateşten yaratılmış cinlerdendir, Hz. Âdem ise topraktan yaratılmış bir insan.

Şeytan ile Âdem arasındaki esas farkı bilir misiniz? Günümüzde insanın ve toplumun içinde bulunduğu ruh halini daha iyi anlamak için bu farkı hatırlamamız faydalı olacaktır.

Ortak dini inanışa göre, şeytan ateşten yaratılmış cinlerdendir, Hz. Âdem ise topraktan yaratılmış bir insan. Ama vurgulamak istediğimiz asıl fark bu değil. Zira bu, kendileri dışında oluşan bir farktır ve canlı, sebebi olmadığı sonuçtan sorumlu değildir. Asıl olan canlıların kendi iradeleri, tercihleri ve davranışlarıyla ortaya koydukları farktır.

Bilindiği üzere şeytan; kendisinin daha üstün olduğu düşüncesiyle topraktan yaratılan Âdem’i reddetmiş, kibrinden dolayı Yaratıcının emrine karşı çıkarak kusur işlemiş, hata yaptığını kabullenmemiş, af dilememiş ve ‘ben’liğini tercih etmiştir. Âdem de (eşi Havva annemizle birlikte) dokunmaması gereken ağaca dokunarak kusur işlemiş ama bu kusurunun farkına vararak nedamet duymuş ve Yaratıcıdan af dilemiştir. O halde iradi davranış bakımından Âdem, yaptığı hatada kusuru kendinde aramış ve af dilemiş, şeytan ise hata yapınca kusuru kendisi dışında aramış ve af dilememiştir.

İnsanlık tarihi boyunca iyi ile kötü arasındaki tercihte bireyin kendi bilinci ve iradesiyle kusurunu kabullenmesinin belirleyici olduğu anlatıla gelmiştir. Çünkü insan, davranışlarından sorumludur ve tercihlerinin sonuçlarına katlanır.

KUSURUN KAYNAĞI

Sokrates, kusurunu bilme ve iyi ile kötü arasındaki temel tercihin oluşmasında vicdanın sesi ve ilham kaynağı olarak gördüğü Daimon’a dikkati çekmiştir. Mevlana, kusuru kendinde arayanın, yeni kusurlar işlememe konusunda, kusuru başkasında arayanın ise yeni kusurlar işleme konusunda daha meyilli olacağını dile getirmiştir. Bunun içindir ki tasavvuf geleneğinde insanın kendini bilmesi, psikolojide ise bireyin kendi farkındalığına ulaşması, olgun insanın özellikleri arasında sayılmıştır.

Modern psikoloji de iradesiyle bilerek ve isteyerek yaptığı hata ve ısrar ettiği davranış kusurları konusunda iki temel yönelimden söz eder. Birincisi, davranış kusurlarının kaynağı olarak kendisini görenler, diğeri ise kusurlarının kaynağı olarak başkalarını görenler.

Birey, aile, iş ve toplum yaşamında yoğun bir ilişki ve iletişim ortamındayız. İçinde bulunduğumuz bilgi ve hız çağında bizi saran iletişim ağı, sanal âlemin de etkisiyle daha sığ ve daha karmaşık bir hal almıştır. Amaç hata yapmamak olmakla birlikte insanız ve özellikle bu dönemde hata yapmaya meylimizin arttığı bir gerçek. Ancak davranış kusurlarımızdan daha önemli olan temel mesele, bu kusurlarımızın kaynağı konusundaki duruşumuzdur.

Davranış bilimlerindeki uzun dönemli klinik araştırmalar; bireysel davranış kusurlarında öncelikle kendisini sorgulayanların, başkasını sorgulayanlara göre bu kusurlu davranışları düzeltmede ciddi avantajları olduğunu ortaya koymuştur.

AF DİLEMENİN HAFİFLİĞİ

Gerçekten de kusurlu davranışın sorumlusu olarak kendisini gören ve benlikleriyle mücadele edenlerin, bu konuda hızla yol aldıklarına, daha başarılı ve huzurlu olduklarına şahit oluyoruz. Ancak kendi davranışlarının sebebi olarak sürekli başkasını eleştiren ve bunu alışkanlık haline getiren kişinin, kendini düzeltme ve geliştirme imkânı daha sınırlı olmaktadır.

Akılcılığı, mutlak belirleyici olarak hayatın merkezine koyan modern bilinç akımı, insanı daha özgür bir hayat tarzına yöneltmiş ama aynı zamanda kendi kusurlarını fark etmekten de uzaklaştırmıştır. Her insanın mayasında kötü ve istenmeyen şeyleri yapma arzusu mevcuttur. Sorun şu ki bu durum, iyi ve güzel şeyleri yapma arzusunu gölgelemeye başlamıştır. Bundan dolayıdır ki günümüzde Âdemin temel özelliklerinden şeytanın temel özelliklerine doğru hızla yol aldığımızı söylemek sanıyorum ki çok da yanlış olmayacaktır.

Zira hatamız karşısında af dileyenlerimiz, ötekini gerçekten gözetenlerimiz azalırken konu ne olursa olsun benliğini öne çıkaranlarımız giderek çoğalıyor. Ve daha da vahimi şeytan, insanları yanlışa sürüklemek için şekil değiştirerek insan gibi hareket edebilirken insan, şekil değiştirmeden şeytan gibi davranabilmekte. 

Daha ileri teknolojiye ve daha fazla maddi varlığa sahip olan insanoğlu, yüzyıl öncesine göre daha huzursuz ve daha mutsuz. Dolayısıyla iç huzurumuz ve mutluluğumuzun anahtarı olarak bireysel kusurlarımızı kabul etme cesaretini göstermek ve işgal altındaki insani değerlerimizi yeniden canlandırmak için çözümler üretmek durumundayız.