AH KURŞUNLARI...

Sezai ŞENGÖNÜL
Türkiye hepimizin bildiği gibi bu günlere gelene kadar çok badireler atlattı. Hala da bu süreç tam oturmuş değil. Politik, siyasi ve ekonomik saldırılar devam edip gidiyor.

Belki de hep devam edecek. Türkiye de menfaatleri gereği, her ülke gibi bazı politik kararlar alıyor tüm bunlar olup biterken. Bu bağlamda belki makas değiştirmeye de yeltendi, belki de değiştirdi. Haklı yanlarını da yanına alarak tabii. Kur’an-ı Kerim de "ülke politikaları evvelinde ne ise sonrasında da hep öyle kalacak, kıyamete değin de ilelebet öyle devam edip gidecek" diye, bir ayette yok zaten...

Ama kardeşliğe, akrabalığa, mazlumlara karşı sergilenecek tavra, politikalara dair birçok ayet var. Biraz ileride bu konulara dair bahsi genişleteceğim… Diyeceğim o ki; ülkeler, başka birtakım ülkelerle tüm bu politik kararlarını belirleyip, alırlarken, yaşanılan ülkesinin dışındaki kardeşlik, akrabalık, hatta soy bağının olduğu insanları ve onların menfaatlerini de mümkün olduğunca gözetmek durumundadırlar. Böylesi daha şık düşer, daha evla, daha bize yakışanı olur gibime geliyor. Ayrıca bizim milli kültürümüze, duruşumuza da halel getirmeyecek bir naif davranış şekli olur bu, bence...

Üstelik geçmişimizde bunun örneği çok bizde. (Filistinli Müslümanlara, Balkanlardaki göçmenlere, Irak'taki Türkmenlere, Bosna-Hersek’de geçmiş yıllarda, o unutulmayacak dramların yaşandığı vakitler onlara olunan destek, keza günümüzde Suriyeli Müslümanlara ve oranın savaş mağdurlarına yapılan yardım vb.) Bunlar sadece yakın tarihin güncel örneklerinden... Hatta, daha gerilere gidildiğinde (1490-1500'lü yıllar); İspanya'da katliama uğrayan Yahudilere ve Hristiyanlara kadar sahip çıkıldı. Hem de dini, kültürü bize uymamasına rağmen. Bizden olmamalarına rağmen. İlk verdiğim güncel örneklerle son örnekler arasında geçen süre zarfında böyle daha nice başka örnekler de çıkar.  Yani olabildiğince mazlumlardan yana tavır aldık geçmişten bugüne...

Hasıla sıfatı 'mazlum' olan herkese geçmişten bugüne mümkün mertebe sahip çıkıldı. Velev ki, bizim dinimize mensup olmasalar bile! Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetler, bu ayetlerin içeriğine dair destekleyici mahiyette çok sayıda Hadis-i Şerif de var. Demek istediğim o ki; kardeşliğe, mazlumluğa ve onlara karşı sergilenecek kardeşçe tavra dair net bilgiler var. Hatta Hz. Peygamber bu yüzden kardeşler arasındaki her türlü münasebette, Müslüman'a kendi nefsini ölçü almasını öğütlemiştir. Bunun içinde; "Hiçbiriniz, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe olgun mü'min olamaz." "Müslüman, Müslümanı başına gelen musibette terk etmez, onu zalimin zulmünde bırakmaz." demiştir. Bahse konu hadisler, hikmetli sözler gani. Şimdilik "arif olan anlar" deyip bu kadarla yetineceğim çünkü asıl konuya değinemeyeceğim aksi halde.

'Uluslararası Öğrenci Ofisi'nde çalıştığımı daha önce de söylemiştim. Yabancı öğrencilerle direk muhatap oluyorum. Doğu Türkistan'da olan, biten öyle bir boyuta gelmiş ki; Uygur ve bazı Kazak öğrenciler bu zulmü anlatırken gözyaşlarına boğuluyorlar. Bazı Türk arkadaşları da Çin'de bu kadar zulmü tahmin etmedikleri için inanmakta zorluk çekiyorlarmış. Mesela; bu çağda bu öğrenciler aşağı yukarı 1 yıldır aileleriyle telefonla veya diğer sosyal medya haberleşme uygulamaları üzerinden dahi haberleşemiyorlarmış. Telefonlar ya kapalıymış aylardır ya da arayanların bir kısmına da "böyle bir numara yoktur" diye mesaj çıkıyormuş. Bunu en az 50-60 öğrenciden bizzat kulaklarımla duydum. Ve bu öğrencilerin çoğu birbirini tanımıyor, başka başka şehirlerden gelip burada okuyan, Uygur Türkü, Kazakistanlı öğrenciler. Suçlarının ne olduğunu soruyorum, yüzde 80'ninin cevabı; "orada gariban, kendi hallerinde yaşayan insanlar. Ne terörle işleri var, ne de başka o tür şeylerle" diyorlar. Gelen öğrencilerin profiline baktığımda aileleri hakkında da zaten fikir edinebiliyorum. İstisnalar olabilir. Ama bu kaideyi bozmaz. Artı, Uygurların olduğu her sokakta geçmişten bu yana zaten 100 metrede bir kamera her zaman varmış, hem de 15-20 yıldır. Hatta temayül olarak Uygurların birçoğunun evlerinin içine kadar gelmiş dayanmış bu iş. Uygur Türklerini her daim sıkı tutuyorlarmış hasıla. Bu yıllardır bizim de gözlemlediğimiz bir durum zaten.

Dram... Şu an 1 Milyonu aşkın insan kamplarda ya da cezaevlerinde... Ve profilleri, çocukların anlattığı şekilde. Çünkü gelenlerin yüzde 90'nının ailelerinden (anne-baba hatta kardeş, kimilerinde aile boyu) hiç haberi yok, aşağı yukarı 1 yıldır da bu böyleymiş. Yakın akrabalarıyla da korkudan, onların başına da bir şey gelmesin diye, ya aramıyorlar ya da aradıklarında bu sefer onlar telefonlarına cevap veremiyormuş. Ola ki, telefon açılırsa da "aramayın" diyorlarmış. Orada ne kadar korku ve dehşet imparatorluğu havası kol geziyorsa artık. Üstelik içeri girenlerin içinde akademisyen, doktor, mühendis, öğretmen, şair, yazar, sanatçı olan eğitimli insanlar da hayli fazlaymış. Artı, mağdur edilenlerin bir kısmı da Çin Hükumetinin devlet dairelerinde çalışan kendi vatandaşları üstelik! Başka bir örnek daha; 70-75 yaş periyotları arasına denk gelen ve hasta olan, 3-4 öğrencinin anne ve babasını dahi o şekilde yarı açık cezaevi şeklindeki bu kamplara götürmüşler. Akıbetleri de meçhul. İşin en ilginç yanlarından birisi de Türkiye’de çocukları olan ailelerin kamplara gönderilme oranı, diğer Avrupa ülkelerde yaşayan Uygur çocukların ailelerine nazaran daha fazla sayıda anlatılanlara göre...

Tabii iddia edildiği gibi Ortadoğu'da, şurada burada teröre bulaşan istisna birkaç kişi olabilir. Ama bu durumu algı vitrinine koyup da dükkânın içinde koyduğu diğer herkesi de toptan teröristmiş gibi dünya kamuoyuna lanse eden Çin Hükumeti, benim bizzat ulaştığım verilere göre doğruyu söylemiyor! Dünya kamuoyunu da yanıltıyor. Ve tüm dünya da kabul gören evrensel insan haklarının üzerinde tepinip duruyor. Haberleşme özgürlüğünü, seyahat özgürlüğünü çiğniyor. Uygurların kendileri de dahil, Çin'e karşı teröristçe silahlı eylemde bulunan, oradaki masum insanları hedef alan saldırıları algıladığım kadarıyla asla desteklemiyor. Ben de desteklemiyorum. Velev ki, bizde de terör örgütleri var, onlarla devlet mücadele ediyor. Ama hiçbir zaman suçlu dahi olsalar bu tür insanlara Türkiye'de dahil bu kadar gayr-i insani müdahale de bulunulmuyor. Hukuk dünyanın hiçbir yerinde belki de bu kadar ayaklar altında değil… Amma velakin, o kamplarda tutulanların yüzde belki biri o işlere bulaşmıştır, o da belki. İhtimalden yani, bir kesinlik yok. Fakat geri kalan; bir kısmı hasta, ekserisi kendi halinde çiftçilik yapan, sıradan bir hayat yaşayan, yaşlı erkek ve kadınlar, hatta çocuklu gelinler, neden, ne için bu kamplarda 1 yıldır bu profile sahip insanlar...

Cevap vereyim; bana kalırsa bu insanların tek suçları, "Müslüman ve Türk" olmaları. Gerisi tırı vırı…Gerçek bu. Aksini söyleyenler için de bir çift kelamım var; bunların bırakın vatan sevgilerini, Müslümanlıklarını, Türklüklerini, genel manadaki insanlıktan bile nasibini almamış insanlar bunlar... Yemlenmiş kişiler, insanlıkları demlenmemiş, insanlığı daha çiğ kişiler bunlar. Ama o yemler, er-geç midelerini ağrıtacak, vicdanlarını yakacak! Kurşun yarasından bir şekilde belki kurtulunur da "ah kurşunu" yiyenler iflah olmaz. Kurtulmaz onu yiyen. Çünkü onu sıkan "keskin nişancıdır" asla ıskalamaz... Onun için bu kurşunları yemeye talip olmamak lazım.

Tamam Çin Hükumeti bizim sözümüzle hareket edecek bir devlet değil, bunu bekleyen fazla şey beklemiş olur. Fakat yine de biraz yüksek sesle bu işi artık dillendirmek lazım. "İddia edildiği gibi, delillerinde varsa teröristleri al, 3-5 tane, ya da 300-500 tane. Kaç kişi ise. Onlar içeride kalsın, cezalarını da çeksin.  Lakin geri kalan 1 milyon civarındaki masum insana yazık etme, bunlar benim akrabalarım, kardeşlerim, hiç olmaz ise evrensel insan haklarına saygı duy, haberleşme özgürlüklerini gasp etme, görüşme özgürlüklerini bu kadar kısıtlama, gezmelerini, akrabalarıyla görüşmelerini, hukuki haklarını yok sayma" demek lazım. Bunu bekleyenler çok.

Politika... Dengeler, dengeler derken... Ya asıl dengeyi kuranın emrettikleri... İşte bu dengeyi göz ardı etmeden, o bağlamda bir dengeyi de gözeterek. Çünkü ben biliyorum ki; asıl dengeleri kuran ve bozan, o'dur. Gözetelim ki, içimiz rahat olsun. Kardeşliğimizin gereğinin hakkını verdik, yaptık, gerisi "Tevekkül Teâlâ " diyelim. Ardından da elimizden gelen başka bir yardım olursa, eskiden de olduğu gibi gene onları yapmaya devam edelim.

Gelinen noktada görünen şu; millet olarak bu mesele ile aslında yakinen ilgileniyoruz, burası kesin. Fire de olabilir. Ama genel manada duyarlıyız. Sesimiz çıkıyor. Lakin şu an, Çin'e karşı denmesi gereken yukarıda izah ettiğim bazı cümleleri, biraz daha sesi kuvvetli, sesinin gürlüğünü de bu milletten almış kimi devlet büyüklerinin telaffuz etmesi beklentisi inanın had safhada. Bu yönde bir algı boşluğu var. Önümüzde bir seçim varken de bunu başka türlü kullanmaya çalışanlar çıkabilir.  Yukarıda işaret ettiğim hususlara dair de; "aaa bu işten dolayı şimdi şurayla burayla aramız bozulur, gayri milli birileri var ki, bu zamanda böyle şeyleri dillendiriliyor, bakın hele... " vb. minvalinde güdük düşünceleri dillendirenler de olabilir. Hiç ehemmiyeti yok...

Sadece ve sadece insanice, kardeşçe olan bu düşünce ve öneriler için, bu milletin genlerine ters düşen, o tür bir söylemi kullananlar zaten bu milletin gözünde de yok hükmündedir... Bizler bu işi Allah rızası için, kardeşliğimiz için yapıyoruz çünkü.  Amerika ve diğer Avrupa ülkeleri gibi Çin'e karşı Uygur Türklerini politik bir silah argümanı olarak kullanma niyetiyle değil. Onların yarın ne yapacağı da belli olmaz. Dinleri, dilleri, kültürleri bizim gibi ortak değil. Hiçbir bağları yok. Ama bizim Türk milleti olarak binlerce yıldır yaşayan bir geleneğimiz var. Duruşumuz, tavrımız var. Ona halel getiren de iflah olmaz. Batı'nın da binlerce yıldır değişmeyen gelenekleri var. Ve hiç değişmez bu. Hepimiz biliyoruz ki insan hakları konusunda geçmişte Müslüman ülkelerin ve Türk Milletinin başına işler geldiğinde hepsini tavrını gördük. Hala da o geleneklerinden nasip almaya devam ediyor Müslümanlar. Karneleri insan hakları konusunda çok zayıf. Özellikle Müslümanlar ve Türkler bahis konusu olduğunda bu konularda daha da negatif tavırlar sergiliyorlar çünkü.

Haa, bu girişimlerden hayırlı bir netice ama çıkar, ama çıkmaz olur veya olmaz.  Orası da muamma... Burada mühim olan, Çin Hükumetine karşı samimice yapılması gereken tavsiyeleri yapmak ve de bunları dillendirmek... Kısacası zulme sessiz kalmamak...

Şimdi biraz şu empati dedikleri şeyi yapın birazcık ki oradaki durumu daha iyi algılayın. Babanız anneniz ölmüş, sizin haberiniz yok. En az 2-3-4 ay sonra haber alıyorsunuz. Ya da hiç alamıyorsunuz... Ki bu şekilde benim bildiğim üç fiili örnek var, bu süreç içinde. Artı annenizi, babanızı aradınız; cevap yok... Bacınızı, erkek kardeşinizi aradınız aradınız, gene cevap yok... Akşam oldu, gene dönüş yapan, arayan soran yok. O gece uyku uyuyabilir misiniz? Yemek yiyebilir misiniz, yediniz farz edin, o vakit ne denli boğazınızdan geçer ki? Bizlerde bir gün dahi böyle olsa ortalığı ayağa kaldırırız hepimiz değil mi? Peki, aylarca böyle olursa, hatta yıl bile geçerse nasıl olur? Bayramda seyranda böyle geçerse... Hele de ölü mü, diri mi, bilemezseniz, kurdun-kuşun önünde, yem mi bilemezseniz bu düşüncelerle baş başa kalırsanız ne yaparsınız? İçinize düşen o kurt ile bir başınıza kalırsanız, ne yaparsınız?

Sonuç; bir insanlık dramı yaşanıyor Doğu Türkistan'da. Bildiğimce, emin olduğumca yazdım.  Öyle sipariş usulü yazmıyorum hiçbir yazımı da. Hiçbir zamanda öyle bir yazı yazmadım. Bahsettiğim, bu zulme uğrayan insanların bizzat çocuklarıyla, birazda buradaki başka yakınlarıyla konuşarak yazdım...Gerisi size kalmış...