AK PARTİ VE ALTI OK

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Türkiye'de siyaset futbol taraftarlığına döndü, ne yazık ki. Pazartesi günkü yazımda CHP'lileri kızdırmıştım. Bugünkü yazımda ise Ak Parti'lileri kızdırmayı göze alıyorum.

Sonuçta ben Devletin bir memuru ve bu milletin vergileriyle maaşı ödenen bir üniversite hocasıyım. Falanca partili üzülecek, filanca partili kızacak gibi düşünme lüksüm yok. Doğru neyse onu söylemek milletime bir Hoca olarak görevimdir.

Artık Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Bu dönemde milletin tek bir yumruk olarak dış ve iç tehditlere karşı bir arada mücadele etmesi gerekir. Geçen haftaki bir yazımda Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu tehditleri bertaraf edip ortaya çıkan yeni fırsatları değerlendirebilirse Devletin Beşinci Kurucusu olacağını yazmıştım. Pekiyi, bunu Soğuk Savaştan kalma NATO’cu devlet teşkilatı ile başarabilir miydi? Hayır. Devletin yenilenmesi lazımdır. Pekiyi, bunu 1970’lerin sağ siyaset saplantıları ve sağdaki her türlü çıkar gruplarının bir koalisyonu olarak kurulan bir partiyle yenileyebilir mi? Asla.

Pazartesi günkü yazımda CHP için söylediklerim büyük çoğunlukla AK Parti için de geçerli. Seçim onlar için de –hezimet olmasa bile- mağlubiyetti. AK Parti 70’lerin ve 90’ların sağ partilerinin içine düştüğü ideolojisizlik ve pragmatizm batağına saplanmıştır. Seçmen sadece Reis’in hatırına oy vermektedir ve böyle giderse bir gün gelecek Reis’in hatırı da para etmeyecektir. AK Parti’nin de -CHP’ninki kadar olmasa bile- programı zayıftır, her şeyden söz eden bir kırk ambar misalidir. Teşkilatlar artık çalışmamakta, herkes yoluna bakmaktadır. Ortada Dava Ruhu kalmamış, yerini Tuz Ruhuna bırakmıştır.

“Hocam pekiyi, bu partiye yeni bir dava ruhu nasıl kazandıracağız?” Uzağa gitmeye gerek yok. Devletin temel ilkeleri bellidir. Bu ilkeleri, uzun savaşlar sonunda vatanın parçalanmasını gören, İslam topraklarının her yerinde canla başla savaşan, ateşi ve ihaneti gören, kendi doğdukları toprakların bile vatandan ayrıldığını gören Osmanlı Paşa’ları koymuştur. Tabii ki, takvim 1930’lar değil, 2018’dir. Türkiye’nin küresel sisteme entegre olmuş, bir çok uluslararası anlaşmaya ve kuruma taraf olan köklü bir devlet olduğunu hatırlayalım. Bu ilkeleri günümüz jeo-politiği çerçevesinde güncellemek ve Dava’mızı yenilemek, Dava’yı sağlam bir programla desteklemek gerekir. “Hocam neden bahsediyorsunuz?” Altı Ok’tan bahsediyorum, neden olacak. Hazır CHP bundan vaz geçmiş görünüyor, boşluğu AK Parti doldurmalıdır. Bu hem çok daha geniş bir seçmen kitlesine ulaşmasına sebep olacak, hem de Devletin ve Milletin yeniden kendi kimliği etrafında bütünleşmesine vesile olacaktır.   Kısaca özetleyeyim:

CUMHURİYETÇİLİK: Artık bir hanedan yönetimi yoktur, milletimiz siyaset ve demokrasiyi sevmiştir. Siyasetçiler de, gücünü halktan almayı sevmiştir. Artık Bizans’tan kalma saray entrikaları, askeri darbeler, NATO’daki müttefiklerimizin icazesi ile değil, doğrudan halkın onayıyla görev alınmaktadır. Nokta. Pekiyi bu çağda Cumhuriyetçilik ne ifade eder? Meclis egemenliği. Önümüzdeki dönemde devletin idaresi için önemli uyum yasaları geçecek. AK Parti’nin Meclis’in denetim mekanizmasını ve Meclis hakimiyetini gözetecek bir tavır alması gerekir. Meclis hakimiyeti için illâ da parlamenter sistem gerekmez. Pekâla, Başkanlık sisteminde de Meclis denetimi sağlanabilir. Muhalefet bu konuya daha uyanmadı, Alice Harikalar Diyarında devam ediyor. Ama bu işin yolu Uyum Yasalarından geçer. Gerek Reis’in gerek de AK Parti’nin Meclis hakimiyetini güçlendirecek düzenlemeleri getirmesi gerekir.

LAİKLİK: Son günlerde FETÖ’den sonra iki cemaate – biri seçimden önce diğeri de seçimden hemen sonra- operasyon geldi. İslam dininde bir ruhban sınıfı yoktur, kimse Allah adına hüküm kesme hakkına sahip değildir, Allah dünyevi işleri aramızda tartışarak çözmemizi emretmiştir. Ehl-i Sünnet geleneğinde de – İmam-ı Gazali’den bu yana – ulül emre itaat esastır. Ne demek istiyorum? Laikliği her türlü dini davranış ve kisveye karşı engelleyici bir tavır olarak yorumlamaktansa, ne idüğü belirsiz kerameti kendinden menkul cemaat ve tarikatların siyaset ve ticarete girmesine engel olmak şeklinde anlamak lazım. Bu tasavvufun ruhuna da en uygun olan tavırdır. Devlet devletliğini yapacak, tarikat da tarikatlığını. Bu tarikatların birer sivil toplum kuruluşu gibi görülmesi de yanlıştır, çünkü bu tür örgütlenmeler ahlâklı bireyler yetiştirmeyi esas alır, sapık ve casuslar değil! Bu yüzden bu yapıların, bir şekilde, Diyanetin veya devletin ilgili bir kurumunun denetimi altına alınması ve gerçek amaçlarından sapmalarının önlenmesi gerekir. Bu anlamda devlet işleri ile din işlerinin ayrılması, yani Laiklik, en başta Sayın Cumhurbaşkanımızın savunması gereken bir ilkedir. Sonuçta Darbede ailesi ile birlikte hedef alınan kişi kendisidir.

MİLLİYETÇİLİK: Sayın Cumhurbaşkanımız bazı konuşmalarında etnik milliyetçiliğe karşı olduğunu söylemiştir. Bu açıdan bazı yanlış anlaşılmalara da konu olmuştur. Türk milliyetçileri birkaç istisna hariç hiçbir zaman etnik üstünlüğe dayalı bir milliyetçiliği savunmamışlardır. Cumhurbaşkanı’nın kastettiği İslami terminoloji de “kavmiyetçilik” olarak bilinir ve buna karşı olmak zaten akıl baliğ herkesin yapması gereken bir ödevdir. Esas anlamıyla Türk Milleti Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır, Türk Milliyetçiliği ise Türk Milletinin çağdaş uygarlık düzeyine çıkması yolunda çalışmak, Türk kültürünü yüceltmek, Türk bilimsel ve teknolojik üretimini geliştirmek, küresel rekabette Türkiye’yi daha güçlü hale getirmek demek olmalıdır. Milliyetçilik bilim ve sanatta gelişmiş, dünyaya örnek olabilen, milletin iradesini her şeyin üstünde tutan, güçlü bir ordu, güçlü ekonomi ve üniter devlet hedefini savunmak ve bu hedefe ulaşmak için çalışmaktır. Yoksa hamasi nutuklar ve ucuz popülizmle Milliyetçilik yapılır, ama gerçek anlamda Milliyetçi olunmaz.         

HALKÇILIK:  Halkından kopuk bir yönetim, halka tepeden bakan – bidon kafalı ve cahil diyen- aydınımsılar, milletin değil yabancıların emrinde bir ordu, milleti zümre ve sınıflara ayırarak milli bütünlüğü parçalamayı amaçlayan ideolojiler ne Cumhuriyetçilik ve demokrasiye, ne Milliyetçiliğe uymaz. Halkıyla bütünleşmiş bir devlet, halkı için yaşayan ve çalışan parti ve aydınlar, halkın birliği ve beraberliğini sağlayacak politikalar, Türkiye’yi Ankara’dan idare etmeyi savunan bir siyaset Halkçılıktır. Buna da kimsenin karşı çıkması beklenemez.

DEVLETÇİLİK: 2008 Krizi ile 1990’larda yeniden Neo-Liberalizm adıyla hortlayan Vahşi Kapitalizm bitmiştir. Şu anda cenazesini kaldırmakla meşgulüz. Çok meşhur olan “piyasa dostu” politikalar yerine “milletin dostu” ekonomik politikalar yeniden gündeme geliyor. Bunun yolu karma ekonomidir. Merkezi planlamadır. Gerekirse KİT’ler eliyle yeniden Kamu Üretimidir. Bunun adı da Devletçiliktir.

İNKILAPÇILIK: Çağımız değişimin hızla akıp gittiği bir çağdır. Teknolojik değişimi takip etmek, değişen ekonomik alt yapıya sosyal üst yapıyı entegre etmek ancak yenilikçi ve vizyoner bir bakış açısı, sağlam ve çağdaş bir eğitim sistemi, üniversiteleri daha etkin hale gelmiş patent ve teknoloji üreten bir sistemle mümkündür. İşte size İnkılapçılık.

 AK Partili okuyucularım. Tüyleriniz diken diken olmamıştır inşallah. Kurban Bayramına kadar yazılarıma ara veriyorum. Biraz tatili hak ettiğimi sanıyorum. Hepinize hayırlı Cumalar.