​AK PARTİ VE CHP'DE PAYLAŞILAMAYANLAR

Alican DEĞER 05 May 2017

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Matematik mutlak doğru kabul edilir.

Matematik mutlak doğru kabul edilir. Bir çoğumuz matematikten ilkokul seviyesindeki testlerde 3 soruya bile doğru cevap veremesek de bunu böyle biliriz. En matematik bilmeyen için bile bu böyledir. Ama iş sosyal bilimlere gelince hiç de öyle değildir. Hele matematikle, sosyal bilimleri harmanlayan seçimlerde, bütün hesaplar şaşar.

Sosyal bilimler tabii ki önemlidir. Ama mutlak doğru kabul edemeyiz. Bireylerin ve kitlelerin belli davranış kalıpları olsa da, her zaman aynı şeyleri yapmazlar. Zaten siyasetin zor yönü de budur. Oy verecek kişi sayısı kadar değişkeni olan bir sistemde herkesi kapsayarak ortak bir yol bulmaya çalışırsınız.

Herhangi bir siyasi oluşumda kitleyi oluşturan paydaşlar tabii ki kendi doğrultusunda davranılsın isterler. Ama başarıya giden yol gerçekten bu mudur?

AK Parti ve CHP içindeki tartışmanın temeli budur. Öncelikle AK Parti’yi ele alırsak: Sanki birileri bir anda referandum kazanılamamış gibi tartışma havası içine girdi. Tasfiye lafları, “İslamcı, Tetikçi, Pelikancı” benzetmeleri havalarda uçuyor. Partinin yönetiminde ve tabanda böyle bir tartışma yok. Ama basın birbirine girmiş durumda. Sorun, sonunda Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a geldi dayandı. O da Hindistan yolunda yaptığı açıklamalarla Kasımpaşa deyimiyle “Racon kesti.”

Ama bu da yeterli gelmedi. Bu kez de herkes “Bak beni savundu” demeye başladı. Kimsenin kendi payına düşen sözleri anlamaya eğilimi yok. Hepsi karşı taraf için olan sözlerin altını çiziyor.

Siyasi bir partinin lideri, Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin en güçlü politikacısı daha ne desin? Temelinde iki tarafa da söz söylüyor. Belki oranları 60-40 veya 70-30. Ama sözü iki tarafa da. Anlamak isteyenler için kolay ama, anlamak istemeyenler direniyor.

CHP ise yüzde 48,5’in sarhoşluğu içinde. Hayatlarında ilk kez hayal bile edemeyecekleri bir oy gördüler, şımardılar. Zannediyorlar ki hepsi kendilerinin. Hemen paylaşım kavgasına giriştiler.

Kendisinin olan CHP Genel Başkanlığı’nın elinden alındığını düşünen Sayın Deniz Baykal bir tarafta, Sayın Kılıçdaroğlu bir tarafta, kongreye zorlamaya çalışanlar bambaşka bir yanda.

Öncelikle, bu yüzde 48,5 sizin değil. Ortada böyle bir mal yok. Neyin kavgasını veriyorsunuz. O yüzde 48,5’in içinde HDP’liler, MHP’liler ve bir miktar AK Partililer var. Yeniden korkanlar var. Tümüyle özel bir durum.

Bundan Cumhurbaşkanlığı çıkarmak şimdilik mümkün görünmüyor. Hele hele, bir yardımcı HDP’den, bir yardımcı MHP’den türü, başlangıçta anlattığım ilkokul matematiği ile iş olmaz. Kimse böyle bir koalisyonada oy falan vermez. O, yüzde 48,5 başka şey için verilmişti size. CHP’nin önümüzdeki seçimlerde tek yapabileceği aday tartışmaktan önce “Biz bu yeni sistemi kaldıracağız” demek olmalıdır. Ki bu durum da kendi içinde bir gariplik içeriyor zaten. Biz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kaldıracağız. O Yüzden Cumhurbaşkanını seçmemiz lazım” demek tuhaflığın ilanı.

MAHALLE HUKUKU VE ‘BAKKAL AMCA’ DAYANIŞMASI

Bakkala girdiğimde tezgahın yanında iki parmak genişliğinde kesilmiş ambalaj kartonu şeritleri gözüme çarptı. 30’ar, 40’arlı desteler yapılmış ve lastik bantlarla sabitlenmişti. Hepsinin üzerinde bir isim vardı. Ve altında rakamlar aşağıya doğru sıralanıyordu.

“Bu ne yahu?” dediğimde. “Abi, veresiye fişleri” yanıtını verdi. Çocukluğumdaki gibiydi. 

Tezgahın altından iki büyük boy telefon fihristi çıkardı. “Bunlarda yer kalmadı. Ben de kendimi böyle kartondan fişler yaptım” diye anlattı.

“Peki” dedim, “Ödemelerde aksamalar oluyor mu?” Büyük kısmında olmuyormuş. Mahalle halkı maaşını alınca bakkala olan borcunu ödüyormuş önce. Alternatif bir ödeme sistemi oluşturulmuş güvene dayalı. Mahalle hukukuna yaslanan.

Kredi kartı borçları, bankaların sıradan vatandaşa anlayış göstermemesi, bilindik ekonomik sıkıntılar, bu topraklarda yaşayan insanların bin yıllar içinde oluşturduğu güven sarmalı içinde kaybolmuş. Borçlu borcunu biliyor, alacaklı alacağını.

Eskiden de böyleydi. Hepimiz mahalle bakkalımıza veresiye yazdırırdık. Sonra süpermarketler ve kredi kartları çıktı piyasaya. O kadar çok kredi kartı doldu ki ortalık, ekonomiye olmayan para pompalandı yıllarca. Sonra öyle bir hal aldı ki, ya sistemi sürdüreceksin, ya da kısıtlayacaksın. Sürdürsen bir dert, kısıtlasan bir dert.

Şimdilerde bankalar artık ‘çok tedbirli’ davranıyor. Bu sözümü siz, “Kimseye kredi falan vermiyorlar” diye tercüme edin. Haliyle halkım da bir zamanlar yaptığı şeylere geri dönmüş durumda. Eminim bu durum daha iyi. Böylece mahalle bakkalları, süper marketlerle mücadele edebiliyor.