ALTILI MASA'NIN "AÇIK VESÂYET" HEVESİ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bundan önceki dönemlerde askerî bürokrasi başta ve en ön plânda olmak üzere üniversite, medya, kültür sanat çevreleri, halkın irâdesiyle teşekkül eden Meclis ve bu irâdenin – dolaylı da olsa – bir yansıması olarak kurulan hükûmetler, etkileri altında tutuyordu.

Son yirmi yılda sayıları ve güçleri büyük oranda azalmış olan vesâyet odaklarıyla mücâdele eden Türkiye’de özellikle cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte, bu mücâdelede önemli bir seviyeye geldik.

Bundan önceki dönemlerde askerî bürokrasi başta ve en ön plânda olmak üzere üniversite, medya, kültür sanat çevreleri, halkın irâdesiyle teşekkül eden Meclis ve bu irâdenin – dolaylı da olsa – bir yansıması olarak kurulan hükûmetler, etkileri altında tutuyordu. Bu etki o kadar baskın ve içselleşmişti ki, askerî vesayetten sonra devreye sokulmak üzere konumlandırılan diğer vesâyet odaklarına pek gerek kalmıyordu. Askerî vesâyetin ön almakta geciktiği durumlarda ise, diğer vesâyet odakları “Ordumuza güveniyoruz”, “Ordu göreve”, “Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor” gibi sloganlarla sokağa dökülebiliyordu. Elbette bu odaklar, öyleymiş gibi gözükseler bile, millî menfaatlere destek vermek amacıyla ortaya çıkan yapılar değildi. Sinmiş durumdaki mevcut vesâyet odakları için de aynı misyon söz konusudur ve fırsat kollamaktadırlar.

Dışarıdan “yerli” gibi gözükse de, şahısların isimleri dikkat çekmeyecek kadar “bizden” gibi olsa da, bu vesâyet sistemlerindeki figürler, Türkiye’de hükûmete ve demokrasinin bir gereği olarak hükûmetin emrinde olması gereken bürokratik yapıya baskı yapıyordu. Bu baskı sonucu bâzen hükûmetler istifa ediyor ve ülke seçime gidiyordu. Bâzen kurulan koalisyon hükûmetleri yıkılıp dönemin cumhurbaşkanları tarafından görevlendirilen isimler hükûmet kuruyordu. Ya da bu iki alternatiften biri yapılmazsa, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980’de olduğu gibi askerî darbe yapılıp demokrasi askıya alınırdı. Bunun bir alt uygulaması olarak 12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997’deki gibi muhtıralar verilebiliyordu. Şu anda “komuta kademesinin siyâsetle işi olamaz” diyenler ise, yapıldığı iddia edilen “balans ayarı”nı alkışlıyorlardı.

Koalisyonlardan ittifaklara

Bugün geldiğimiz noktada ise, eskiden seçimlerden sonra ortaya çıkan koalisyonlar yerine, seçimlerden önce kurulan ittifaklar sâyesinde, seçmene karşı daha dürüst davranılmaktadır. Eskiden seçmen, oy verdiği partisinin tek başına iktidar olması düşüncesiyle oy veriyordu ama oy verdiği parti, seçmenden aldığı yetki ile, o seçmenin muhalif olduğu başka bir parti ile koalisyon yapıp hükûmet kurabiliyordu. İttifaklar sâyesinde hangi partinin hangi parti ile açıktan ya da gizli bir seçimde iş birliği yaptığı bilinmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin diğer avantajlarının yanında getirdiği en önemli avantaj budur. 

Son beş yıldır işlemekte olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi sâyesinde hem ulusal zeminde bürokrasi – yeterli olmasa da – hız kazanmış, hem de uluslararası zemindeki diplomatik hamlelerin daha çabuk ve ortaya çıkan fırsatların kullanılması yapılması mümkün hâle gelmiştir. Tabi ki, fırsatları değerlendirebilen ve “oyun kurucu” olarak kendi fırsatlarını yaratan bir Türkiye, birilerini rahatsız etmektedir. Rahatsız olanlar da eski ve yeni vesâyet odakları devreye sokmaktadır.

Onca eksiğe, onca yanlışa ve onca yapboza rağmen Türkiye’nin son yirmi senede ve Cumhurbaşkalığı hükûmet sistemiyle son beş senede aldığı mesâfe, yirmi sene önce tahmin ve hayal edilemeyecek boyuttadır. O kadar ki, vaktiyle başında oldukları gazetenin manşetiyle hükûmete müdahale etme cüretini gösteren bâzı yayın yönetmenleri bile Türkiye’nin geldiği seviyeyi takdir etme mecburiyetinde kalmışlardır. Onların bir takdirinden memnun olma gibi bir sonuç söz konusu değildir, çünkü bu gibi figürlerin bu gibi çıkışları “Biz de doğruya doğru diyoruz” deyip başka yöndeki söylemelerinin inandırıcılığı arttırma amacı taşımaktadır.

“Anakuzusu” Cumhurbaşkanı

Bugün Altılı Masa diye bir yapıdan söz ediyoruz. Bu yapının ne kadar sağlam olduğu tartışmaya açıktır. Bu yapı, daha önceki iki başlı (cumhurbaşkanı ve başbakan) yürütme erkine dayalı hükûmet sistemine geri dönme umutlarını kaybettikleri için, vesâyet sistemine hizmet edecekleri bir model sundular.

Bir türlü isim olarak karar verip kamuoyuna ilan edemedikleri adaylarının nasıl çalışacağını anlatıyorlar. Anadolu’da buna “doğmamış çocuğa don biçmek” denir. Yâni önce adayın nasıl bir “yönetim” ortaya koyacağının kurallarını ilan ediyorlar. Sanki bir şirkete müdür ararken, daha önceden tespit edilmiş özelliklerle ilan vermek gibi şeydir bu. Diğer bir deyişle adayın kim olduğu değil, onların dediklerinin yapacak kişi olması önemlidir. Keşke, diyecekleri şey de kendi irâdeleriyle denilecek olsa.

Altı Masa’nın âdeta ilân vererek aradığı cumhurbaşkanı adayı, seçilmesi durumunda, atacağı her imzada Altılı Masa’daki parti genel başkanlarından onay alması gerekecektir. Bir benzetme yaparsak, evlenmesine rağmen, kendi eviyle ilgili kararları, annesine sorarak alan ana kuzusu erkeğe benzeyen bir cumhurbaşkanı profili ortaya çıkmaktadır. Yâni istedikleri cumhurbaşkanının, vesâyet sisteminin ikinci elden dolaylı uygulamacısı olmasını istiyorlar. Dolayısıyla böyle bir cumhurbaşkanının, hangi cumhurun nasıl bir başkanı olacağı da merak konusudur.

Cumhurbaşkanı noter değildir

Altılı Masa’nın adayı, bir noter olmaktan ileri gidemeyecektir. Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin “noter” gibi hareket etmesi hem makama hem de Cumhuriyetimiz’e hakarettir. O makamdaki kişiden noter olmasını beklemenin nelere sebep olabileceğini Ahmet Necdet Sezer zamânındaki “anayasa kitapçığı” krizinde gördük.

Altılı Masa Türkiyesi

Altılı Masa’nın teklif ettiği, daha doğrusu dayatmak istediği model, iki başla yürütme sisteminin Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde perde arkasında ve daha güçlü bir vesâyet ile diriltilmesidir. Böyle bir vesâyet sisteminin, son yirmi yıldaki kazanımların sanki birer günahmış gibi tekfir edileceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Sembolik bir örnek vermek gerekirse, maazallah, bugün Kızılelma’ya “tahta maket”, TOGG’a “montaj” diyenler, bunlar gibi birçok ileri teknoloji ürününü, seneler önce yaptıkları gibi, toprağa gömmekten geri durmayacaklardır.

2023 seçimi sonuçları

Kişisel bir tahmin yapacak olursam, 2023 seçimlerinin Recep Tayyip Erdoğan’ın en kolay kazanacağı seçim olacağını düşünüyorum. Zira, Altılı Masa’daki bütün gürültünün Külliye için değil, seçim sonrası CHP genel başkanlığı için kopartıldığına inanıyorum. Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanacağı seçim ise, onun şahsı adına bir zafer değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk töresi adına kazanılacak bir seçim olacaktır.

Kılıçdaroğlu’nun aday olmak istemesindeki sebep, yine kaybetse bile, daha önce hiç almadığı bir oy oranı ile kaybedeceği için genel başkanlıktaki yerini sağlamlaştıracaktır. İmamoğlu’nun adaylık hevesi ise, kaybetse bile CHP’nin daha önce hiç almadığı bir oy ile kaybedeceği için, bu oy oranı ile CHP genel başkanlığını hak ettiğini iddia edecek ve bunun için de şimdiden kurmaya başladığı medya gücünü kullanacaktır.