AMERİKAN KABUSU I

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
George Floyd ABD'de polis tarafından öldürülen ilk vatandaş değildir, ilk siyahi Amerikalı da değildir.

Son günlerde ABD’de başlayan isyan hareketi bütün medyada hararetle tartışılıyor. Koronavirüs salgını bitmeden şimdi de “Amerikan Baharı” konuşuluyor. Uluslararası İlişkiler Hocaları da fazla mesai yapıyorlar. Bugünkü ve bir sonraki yazımda biraz bu noktalara değinmek istedim. “Amerikan rüyası” sona mı erdi? ABD yıkılacak mı? Trump ne yapar, seçimi alır mı? Haydi başlayalım…

İlk önce neler olmuştu bir hatırlayalım… Siyahi Amerikalı 46 yaşındaki George Floyd (merhum yaşıtımmış, DMD), geçen pazartesi günü dolandırıcılık şüphesiyle Minneapolis’te polisler tarafından gözaltına alınırken bir polisin uzun süre ensesine diziyle basması nedeniyle dakikalarca "Nefes alamıyorum" diye yalvarmıştı. Floyd'un, olay yerine gelen acil sağlık ekiplerince kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdiği belirtilirken, olayla ilgili görüntüler sosyal medyada büyük tepki toplamıştı. Görüntüler, ülkede siyahilere yönelik polis şiddeti tartışmalarını tekrar alevlendirmiş ve protestolar, olayların başladığı Minneapolis'ten ülke genelinde pek çok kentte sıçramıştı.

George Floyd ABD’de polis tarafından öldürülen ilk vatandaş değildir, ilk siyahi Amerikalı da değildir. O halde bu kadar gürültü neden ortaya çıkıyor? Bu sorunun cevabı aslında ABD’nin tarihinde, iktisadi sisteminde ve ülkede güç ilişkilerini yönlendiren sınıfların kimliğinde saklı. Bunları anlatınca bu ayaklanmanın hiç de şaşırtıcı olmadığını göreceğiz. Yine de “bizim melmehetin yerli ve milli ahalisi” için bu çok şaşırtıcı bir sonuçtur. Çünkü Osmanlı’nın inhitat döneminden bu yana, Batılı bir ağabeye duyulan hayranlık bizim “melmehet insanı” için olmazsa olmaz bir özelliktir. Öyle ki bu akıl, Birinci Dünya Savaşı’nda Kayzer Wilhelm’i Hacı Wilhelm ilan eden, İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in “gizli Müslüman” olduğuna kanaat getiren, Soğuk Savaş döneminde ABD’yi “Allahsız gomanizlere karşı” ehven-i şer gören, İngiltere Prensi Charles’ı hem Müslüman hem de Nakşibendi olarak taltif eden, Obama’yı Türkiye’yi kurtaracak özlenen ve Müslüman Başkan zanneden ve son olarak da Boris Johnson’ı Çankırılı hemşehrimiz sanan enteresan bir akıldır. Bizim “melmehetin” insanı bir yabancı devlete gönül verdi mi, onu da (hâşâ) kadir-i mutlak bir güç zanneder. O gücün hikmetinden sual olunmayacağına da iman eder. Sonra da o hayran oldukları güç böyle aciz içine düşerse şaşırır kalır.

ABD KİMDİR?

Bizim gibi medeniyetler beşiği bir coğrafyanın çocukları için “vatan kavramı” büyük bir toplumsal bilinçaltındaki ortak değerleri ifade eder. Bu yüzden de bırakın ortak değerleri, toplumsal bir bilinçaltı bile olmayan toplumları anlamakta zorluk çekeriz. Amerikan toplumu böyle bir toplumdur. On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Avrupa’dan kovulan ipten kazıktan kaçma haydut, cani ve eşkıyalar Amerikan toplumunun çekirdeğini oluşturur. Ele geçirdikleri toprakların esas sahiplerini (Kızılderililer) tarihte eşi benzeri görülmemiş bir vahşilik ve gaddarlıkla soykırıma uğratan bu güruh, üstüne üstlük bir de Afrika’dan getirilen siyahi kölelere dayalı bir ekonomi kurmuştu. Büyük plantasyonlarda kırbaç altında en ağır şartlarda çalıştırılan köleler… 

Haydutların oluşturduğu bir toplumun da, geleneksel devlet kurumlarıyla değil ama mafya raconuyla yönetileceği aşikârdır. Kökeni ve nesebi belirsiz bir toplumun yeni bir dünyada istemeyeceği tek şey, eski dünyada kaçtıkları hukuk ve devlet nizamı olacaktı. O yüzden bu toplumun temelini oluşturan hürriyet de gücü yeten herkesin dilediğini yapacağı bir toplum olacaktı. Bu toplumun bilindik kahramanları da olamazdı. Nitekim kendi tarihlerini yazarken kahraman olarak adlandırdıkları adamlar özgürlük havarisi ama aynı zamanda yüzlerce kölenin sahibi Başkan Thomas Jefferson, Jesse ve Frank James kardeşler gibi banka soyguncuları, Billy the Kid gibi katiller, bir eyalette cani olarak aranırken diğer eyalette eyalet şerifi olan Wyatt Earp gibi “kanun adamları”, “En iyi Kızılderili ölü Kızılderili’dir!” diyen General Sherman gibi askerler, Charly Lucky Luciano ve Al Capone gibi mafya babaları olacaktı.  Tarihsiz ve kahramansız bir toplumun kahramanları ya haydut ve eşkıyalardan, ya da Superman, Batman ve benzeri hayali çizgi roman kahramanlarından oluşacaktı. Bunun sonucu ise adaletin namlunun ucunda olduğu, hızlı çekenin hayatta kaldığı acımasız ve eşitliksiz bir toplumdu.   

Böyle bir toplumda kapitalizm en sınırsız, en hukuksuz ve en acımasız şekliyle hayat buldu. Kuzey – Güney Savaşı da, bizim ahaliye öğretildiği gibi “siyahilere özgürlük veren” bir savaş değil, ama onları pamuk ve mısır tarlalarından alıp Kuzeydeki fabrikalarda ucuz işçi yapmayı amaçlayan bu kapitalizmin eseriydi. Artık siyahiler plantasyonlarda değil ama Kuzeyin sanayi şehirlerinde gettolarda yaşamaktaydılar. Pekâlâ, siyah ve beyaz ayrımı bitti mi? Olur mu, hiç?  Otobüslerde, tuvaletlerde, lokanta ve restoranlarda ve dahi tüm yaşam alanlarında siyahiler “aşağılık ırk – yarı hayvan” muamelesine tâbi tutuluyordu. Öyle ki ırk ayrımcılığı 1970’lere kadar devam etti: Martin Luther King ve Malcolm X babasının hayrına ortaya çıkmadılar herhalde…     

Kapitalizmin en acımasızının uygulandığı bir ülkede devlet de gücü elinde bulunduran egemen sınıfların elinde bir aygıttı. Diyeceksiniz ki “Dünyanın her tarafında böyle değil mi?” Elbette, eski dünyanın ülkelerinde de devlet içinde egemen sınıfların lobileri vardı, ancak diğer sınıfların da temsilcileri oluyordu. Aynı zamanda oturmuş teamüller, köklü bir kültür, ortak değerler de hem toplumu şekillendiriyor hem de devleti sınırlandırıyordu. ABD ise böyle “kötü alışkanlıklara” sahip değildi. Elinde para olan büyük bankerler ve sanayi devleri siyaseti de belirliyorlardı. Pekiyi Amerikan Rüyası neye dayanıyordu? Haklarını yemeyelim, Kızılderililerden yağmalanan topraklar doğal zenginliklerle kaynıyordu, aynı zamanda köle emeğinin üstünde biriktirilmiş servetlere sahip bir zenginler sınıfı da ortaya çıkmıştı ama “Amerikan Rüyası” aslında küçük girişimcilere ve satıcılara dayanıyordu. 1900 – 1950 arası ABD orta sınıfların önde olduğu, reel üretimi önceleyen, dünyaya çok da açık olmayan nev’i şahsına münhasır bir toplumdu. İşlerin çığırından çıkması İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’nin süper güç olarak ortaya çıkması ile gerçekleşti. Böylece Amerikan Rüyası Dünyanın Kâbusuna dönüştü…

Buradan devam edeceğim… Hayırlı Cumalar…