ANORMAL NORMALLEŞME DÖNEMİ!

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Millet olarak bizlerde bu süreçte elimizden gelen anlayışı, rızayı göstermeliyiz, şimdiye kadar olduğu gibi.

Hadi ucundan 'gözümüz aydın' diyelim. Sanıyorum, önümüzdeki haftadan itibaren normal yaşantımıza dönme anlamında daha önemli ve hızlı adımlar atılacak. Bazı, beklenen detayları bu sayede duyacağız gibi. Normalleşme derken 'anormal' bir normalleşmeden bahsediyorum! Bu kadar sıkıntılı bir dönemden sonra tüm bunlar bile bir nimet olacak herkes için. Karşımıza çıkacak o yaşam koşulları her nasıl ise, ipuçlarını yavaş yavaş bırakacak. Göreceğiz ve alışa alışa yol alacağız. Hoşumuza gitmese de mecburen kabulleneceğiz. Belki uzun bir süre bize sunulan o şartlarla yaşamak zorunda kalacağız, yaşam şeklimiz haline gelecek belki de. Gönlümüz bu durumu hiç sindiremese, arzulamasa da. Manzaraya bakınca çok kısa vadede bitecek bir şeymiş gibi de görünmüyor. Hasıla, o kadar güllük-gülistanlık bir normalleşme olmayacak. Bu, o yüzden ‘anormal bir normalleşme’ tabirini kullandım!

Bunları görmesine göreceğiz de İnşallah, ben sonrasına dair birkaç hususa dikkat çekeceğim. Biliyorsunuz bu süreçte birçok işyeri kapandı. İflas eden firmalar oldu. Şimdi bu işyerlerini kapatan, işçilerini evine yollayan orta ve küçük ölçekli işletme sahipleri bu normalleşme sürecinde ne yapacaklar? Tekrar işyerlerini açacaklar mı? Bu akıllarından geçecek mi? Bunu neden diyorum, çünkü belirsizlik, ürkme hali, bir yandan normalleşmeye geçiliyor olsa bile halen devam ediyor olacak. Böyle bir durumda işverenler bu riski almayıp daha uzun süre beklemek isteyebilirler veya yatırım yapmayıp, iş yerlerini tekrar açmayı süresiz erteleyebilir, tamamen vazgeçebilirler de. Bu anlamda ürken, korkan yatırımcılara, teşebbüste bulunacaklara umut verecek adımlar şimdiden daha belirgin olarak atılmalı, bana kalırsa.

O adımlar atılmalı ki; insanlar her halukarda kendilerini güvende hissetsinler ve tekrar o işyerlerini açsınlar. Girişimde bulunsunlar. Yoksa onlar için de zor bir süreç, önlerinde duran bu ‘gelecek ve belirsizlik’ hususu. Öyleyse, ”hadi kardeşim sizler gidin gönül rahatlığıyla açın işyerinizi, işçilerinizi alın, çalışmaya başlayın, her ne olursa olsun biz sizin yanınızda olacağız, yine destekleyeceğiz, yalnız bırakmayacağız” türünden mesajlar, moral ve motivasyon havası, iz bırakacak şekilde hissettirilmeli, estirilmeli. Gördüğüm kadarıyla zaten yaşanılan bu zor süreçte ufak-tefek arızalar olsa da girişimcilere, mevcut işletmelere bir takım maddi destekler, imkanlar da sağlandı. Krediler açıldı, borçlar ertelendi vesaire. İşte bunun üstüne, daha hızlı, daha seri adımlar peş peşe atılmalı ki arada boşluk kalmasın. Piyasa canlansın. Çark hızlı dönmeye başlasın. Bu hava estirilirse hem yeni hem de eski müteşebbisler için bir heyecan olur. Özellikle yeni yatırımcılar sürece belirsizliğe rağmen riskli de olsa, bunu göze alır adım atarlar. Böylece ekonomi çarkı belki de daha hızlı dönmeye başlar. Diğer yanıyla da şu pozitif hava eser; “yahu yanımda nasıl olsa devletim var, Allah kerim” der ve cesaretlenerek işyeri açmaktan, yatırım yapmaktan kaçınmazlar. Ürkmenin, endişenin yerini cesaret alır…

Yukarıda ‘bu aşamadan sonra’ dedim, çünkü bir önceki aşama gururla söylüyorum ki; iyi yönetildi. Sağlık Bakanlığımız, doktorlarımız, hocalarımız, diğer sağlık personelimiz hepsi ama hepsi göz doldurdu. Milletçe gururlandık. Bu günlere değin de geldik. Daha dün Londra’da uzun yıllardır yaşayan bir yakınımla, bayram vesilesiyle konuştum; “burada sanki şu an devlet, otorite yok gibi, devlet caydırıcılığı yok gibi, kimse takmıyor, herkes elini-kolunu sallayarak geziyor. Aslında buralarda hastalık elini, kolunu sallayarak rahatça dolaşıyor. Zaten ölü sayılarını kesinlikle gizliyorlar.  Sadece hastane verilerini açıklıyorlar, buralar yaşlı şehri, çok sayıda huzurevi benzeri bakım evleri var, oralardaki ölümleri istatistiklere bile dahil etmiyorlar” dedi kısaca.

Keza, Amerika, Fransa, İtalya, İspanya vb ülkelerin durumu zaten içler acısı. Allah yardım etsin. Avrupa, Almanya hariç vaziyeti pek kurtaramadı şimdilik. O kendilerince çok övündükleri güzelim karizmalarını da bir güzel çizdirdiler! Üzücü tabi, sevinmiyorum. Sonuçta, masum insanların hayatı da söz konusu. Onlar bu haldeyken bizim tıpçılarımız, doktorlarımız da destan yazdı.Bu ülkenin bir vatandaşı olarak ben de tebrik ediyorum tüm sağlık ekibimizi. Allah zevâl vermesin onlara. Sırada şimdi ekonomi var. Diliyorum ki; aynı başarıyı ekonomik anlamda da görürüz. İkinci önemli gerçeğimiz de bu. Ekonomi kurmayları da işin o kısmını şimdiye kadar geldikleri ve de çok kötümser sayılmayan (tüm dünya şartlarını baz aldığımızda ve ortada ilk kez böyle bir kaosu görüyor, yaşıyor olmamız nedeniyle) bu noktadan sonra daha bir omuzlayıp, ekonomimizin çıtasını da daha yükseğe taşıyacaklardır, umuyorum ki.

Millet olarak bizlerde bu süreçte elimizden gelen anlayışı, rızayı göstermeliyiz, şimdiye kadar olduğu gibi. Bakın tam bu noktada aklıma Japonların bir tavrı geldi. Anlayış deyince. Biz zaten şimdi yazacağım bu konuda da asil bir milletiz. Yine de ilginç bulduğum için bahsedeceğim. Mart 2011’de Japonya, dünya tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Bilenleriniz vardır. Bu büyük depremi takiben ortaya çıkan tsunami, yol açtığı yıkımla tüm dünyayı dehşete sürükledi. Görüntülerini izlerken bile ürpermiştim. Şimdi izlesem, gene ürperirim. O denli bir görüntü yani. Bu felaketin, benim için en şaşırtıcı yanı neydi biliyor musunuz; Japon halkının tepkisiydi! Japonların, olanları büyük bir tevekkülle kabullenmeleri, uygar ve düzenli bir biçimde kendilerine sunulan yardım hizmetlerinden yararlanmaları, başkalarının haklarına saygı gösteren paylaşımcı tavır ve davranışları, artı kaybettikleri yakınları için de sessizce kendilerince yas tutmaları idi. Dünyada benzer durumlarda verilen tepkilerden çok çok farklıydı, o halleri. Unutamadım. Şimdilerde ise, tıbbi yardım taşıyan gemilere komşu ülkelerince el konuluyor. Hem de medeni denilen ülkeler tarafından! Japonlara dönecek olursam; bir felaket anında, kendisi de mağdur durumdayken, başkalarının gereksinimine önem verme işine Japoncada “mono no aware” denirmiş. Bir tercüme kitapta okumuştum. Bu davranış şekli Japonların, yapılacak bir şey olmadığında, çaresiz kalındığında, onu olduğu gibi kabullenmenin gerekliliğine ve yaşamda hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair sahip oldukları toplum bilincine dayanırmış.

Haliyle hepimiz de bir deprem yaşadık, hatta dünya yaşadı. Hala da sarsıntıları devam ediyor. Sıradışı bir durum. Hayatlarımız sarsıldı. Bizde ki bu durumda depremden biraz farklı olsa da aslında bizlerde her birimiz kendi dünyalarımızda depremler, sarsıntılar yaşamadık mı? Ayrıca bir şekilde hayatlarımıza yansımadı mı bu sarsıntılar? Japonların, o yaşadıklarıyla bu yaşadıklarımız aynı şey mi ki diye düşünebilirsiniz. Belki de bu bizim yaşadıklarımız daha beteri. Uzun süreni. Ucu açık olanı. Allah muhafaza belki daha da uzun sürecek de olanı. Deprem kısa sürer. Olur, biter. Zararını tespit eder, kısa sürede onarıma geçersiniz. Bitmiştir. Ya bizim bu yaşadıklarımız. Kim bilir, ne zaman tamamen biteceği tarihi? Muamma. Diyeceğim o ki, Japonların o tutumuna bu süreçte ve önümüzdeki günlerde sanıyorum bir müddet bizlerde ihtiyaç duyacağız. Kendimiz için, hem de etrafımızdaki insanlar için. İşler rayına iyice oturana dek. Ekonomik ve başka yönden sıkıntılı insanlarımız aramızda olacak göründüğü kadarıyla. Bu arada Japonların o toplum bilinci günümüzde artık bir Japon ruhsal iyileşme metodu olmuş, adı da; ‘Morita Terapisi’.

 

Geldik, ülke olarak hepimizi mutlu edecek bir haberi sizlerle paylaşmaya. Bu aralar böyle haberlere çokça ihtiyaç var. Sağlık çalışanlarımızın bizlere yaşattığı o güzel duygunun üstüne bu haberde iyi gidecek. İlgili habere gelince; dünyaca ünlü müzisyenimiz, Neyzen benim de severek dinlediğim müzik albümlerine imza atan, dünyanın birçok ülkesinden tanınmış birçok ünlü sanatçı ile konserler veren, bazılarıyla da ortak müzik albümü yapan sevgili Ömer Faruk TEKBİLEK, Birleşmiş Milletler ve  Dünya Sağlık Örgütünün birlikte yaptığı bir projede Türkiye‘den tek sanatçı olarak listeye girmiş ve proje bitmiş. Şu an tüm dünya hem izliyor, hem de dinliyor. 

Proje hakkında detay da verelim azıcık. Efendim, Birleşmiş Milletler (UN Foundation) ve Dünya Sağlık Örğütü (WHO) iş birliği ile koronavirüs dayanışma yardım fonu (COVID-19 Solidarity Response Fund) için hazırlanan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde ünlü solist  ve müzisyenlerin katılımıyla hayata geçirilen Oscar adayı; “I am Standing With You“ isimli şarkıya  Ömer Faruk TEKBİLEK de davet edilerek ülkemizi temsil etmiş. Söz konusu klipte; İstanbul görüntüleri eşliğinde, Neyiyle yeralan Tekbilek, toplam 170 müzisyenin icrada bulunduğu projede 23 ana sanatçı arasında da yer almış. Bu projeyle amaçlanan ise; Dünya Sağlık Örgütne (WHO)‘ye yardım sağlamakmış. Tekbilek’i tebrik ediyor, başarılarının devamını can-ı gönülden diliyoruz. Sağlıcakla kalın.