APARTMANDAKİ İPHONE

Halil İbrahim İZGİ
Tüm Yazıları
Bauhaus'u biliyor musunuz? Yapı market olan Bauhaus'tan söz etmiyorum. Evinizin ihtiyacı olan şeyleri oradan gidip alabilirsiniz tabii. Ama konumuz bu değil.

Bundan yüz yıl önce Almanya’nın Weimar şehrinde başlayan mimariden tüm tasarım süreçlerine yayılmış bir akımdan söz etmek istiyorum. Weimar, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Alman aklının toplanma merkezlerinden biri haline geldi. Kısa süreli Weimar Cumhuriyeti’ni de bu kapsamda ele alabiliriz. Farklı gerekçelerle kesintiye uğrayan okul süreci, akıma bağlı mimar ve sanatçıları dünyanın farklı yerlerine savurmuş. Nazilerin yükselişi ile birlikte bu dünyaya yayılmak da çeşitlenmiş. 1935 yılında inşa edilen Florya Atatürk Deniz Köşkü’nü bu kapsamdaki eserlerden kabul edebiliriz. Alman mimarların Ankara’da yaptığı eserler ve sonrasında Türk mimarların bu alandaki katkıları. Sovyetlerin bu alandaki gelişmeleri benimsemesi Türkiye’de bu tarzdan hızla uzaklaşılmasına neden oldu. Bauhaus ekolünün yerini tutabilecek bir başka örnek de yerleşmiş değil. Oturduğumuz apartmanlar bir anlamıyla bu ekolün özü bozulmuş örnekleri. Kökü bizde olmayınca şekli neye çevireceğimizi pek anlayamamışız.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızla toparlanan Almanya gereksiz ayrıntılarla vakit kaybetmeyip tüm endüstrisini Bauhaus ekolüne göre yeniden tasarlamış. Braun ürünlerini bunun öncüleri arasında kabul edebiliriz. Traş makinesinden saate, radyodan kahve makinesine kadar. Bu kadar güçlü bir tasarım akımının ABD’de yankı bulmaması imkansızdı. ABD’nin tasarım konusundaki yetersizliğini fark eden Steve Jobs, yeni tasarladığı ürünlerde Braun’un tasarım anlayışından büyük esinlenmelerle faydalandı. iPod adıya piyasaya sürdüğü müzik çalar aslında Braun tasarımlarından mülhemdi.

Bunun öncesinde Macintosh bilgisayarlar da Bauhaus’un etkisinde tasarlanmış. Jobs’un eski kız arkadaşlarından biri onun Bauhaus’a takıntı derecesinde bağlı olduğunu ve bu nedenle onunla yaşayamayacağını ifade etmiş.

Sadece o değil hepimiz Bauhaus takıntılıyız. Evlerimizdeki ankastre mutfaklar, beyaza boyanmış duvarlar ve ellerimizdeki iPhone’lar o zihinsel anlayışın günümüze yansımaları. Bauhaus’tan ayrılamadığımız için apartman yapmaya devam ediyoruz ama yerimiz dar ve boğuluyoruz maalesef.

Yüz yıl önce Almanya’nın küçük bir şehrinde gelişen mimari akım nerede (apartmanlar) ve nasıl nasıl (iPhonelarla) yaşayacağımız öğütleyen rehbere dönüşmüş. Bauhaus sarmalı içinde geçen ömrümüzü başka nasıl renklendirebileceğimizi düşünmek için bu geçmişe bakmakta fayda var diye düşündüm. Aradan yüz yıl geçse de anlayabilmiş değiliz. Beğenilerimizi, uygulamadaki hatalarımızı ve formları yeniden nasıl türeteceğimizi. Cebimizdeki telefonlara da oturduğumuz apartmanlara da sığamamamızın sebeplerinden biri bu olabilir.

Ben neye benzetmiştim bu Bauhus meretini? Hah, şimdi buldum, Cenevre’de gördüğüm Kalvin’in kilisesine. Protestan mimari bu kadar güçlü mü diye sormayın ben de bilmiyorum cevabı. Sadece düşünmeye devam etmeye çalışıyorum. Steve Jobs’a ipucu veren bu yüz yıllık mimari anlayış doğru şekilde baktığımız takdirde bize de bir şeyler fısıldayabilir. Artık ev mi üretiriz yoksa telefon mu veya iyiliği mi türetiriz Bauhaus’la bilmiyorum.