ATLAS 

Recep GARİP 02 Ara 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Hayatın bütünü, içinde yaşadığımız toplumun birikimlerine muhtaç. Bu birikimler asırlar boyu akan ırmaklar gibi, toplumun değerlerini, alışkanlıklarını, düşüncelerini, ilmini, irfanını, gelenek ve göreneklerini taşır bizlere.

Hayatın bütünü, içinde yaşadığımız toplumun birikimlerine muhtaç. Bu birikimler asırlar boyu akan ırmaklar gibi, toplumun değerlerini, alışkanlıklarını, düşüncelerini, ilmini, irfanını, gelenek ve göreneklerini taşır bizlere. Nasıl ki bizden öncekilerin kattıkları bu değere sahip çıkarak, yeni katkılarımızla geleceğe bırakmak da bugünün insanlarının sırtındaki borçlardır. Böyle olunca hem emanetlere sahip çıkmak, hem de geleceğin hafızasına, yüreğine, inancına ve ruhuna yarayacak miraslar bırakmak insan olmanın hasletlerindendir. Aklı başında olan insanlar yaşadıkları toprağa, topluma, ailesine, milletine sahip çıkar. Kültürde, sanatta, siyaset ve sosyalleşmelerde böyle birikir ve böyle kabul görür.

Siyaset sanatını, insan, yürek ve hizmet kazanma, yaşadığınız topluma katkılarda bulunma diye tanımlarsak doğru bir tanımlama yapmış oluruz. Siyaseti, iletişimin en ince kurallarıyla şekillendirebilir, toplumun dili, dini, gönlü, aklı, eli, kolu, yüreği olmaya mecbursunuz. Yüreğe dokunma, yüreklerde kalma, hayırla anılma ancak fedakarlıklarla, cömertlik ile, ikram ile, vefa ile, adalet ve güzel ahlak ile, verilen sözlerin yerine getirilmesiyle elde edilir. İnsana ulaşacaksanız, insana dokunmalısınız. Onun gözbebeklerine bakmalısınız. Onun yüreğine inmelisiniz. Bu bakış açısıyla siyaset bir sanat işidir. İncelik, hassasiyet, zerafet ister. Dahası ferasetle iletişim kurmak ister. Toplumun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı ve düşünen aklı olmalısınız. Kültürü, sanattan ve siyasetten ayrı düşünemezsiniz. Toplumun oluşturduğu her halin kültür olduğu bilinir.

O zaman sanat; insanın insana yürüyüşünde önemli bir imgedir. Sanatın evrensel dilinden toplumun zihnine uzanmak, ancak sanatçı bir ruhla mümkündür. Ülkemizin geçmiş tarihi yüzyılları kapsamaktadır. Aynı zamanda farklı uygarlıkların kalıntılarını, bulgularını, dinsel motiflerini, mimari özelliklerini, sanatsal zenginliklerini de bulabilir, izleyebilir, kendinizi geliştirip büyütebilirsiniz. Coğrafyamız bu açıdan bakıldığında da farklı dört mevsimi karelere düşebilecek, açık hava platolar oluşturabilecek zenginlikler içerir. Her mevsimde yolculuklar, her mevsimde eğlenceler, her mevsimde doğanın zenginliklerini, denizin, yaylaların, dağların türkülerini, kekik kokulu yolculuklarını, yüzyıllarına uzanan sıkma ve ayranlarını içebilirsiniz. En önemli fotoğrafları arşivleyebilir, en zengin doğa üçlemesini (denizi, dağı, güneşi) belgeselleştirebilirsiniz. Bunlar bizlere birer bağış yani ikramdır. Yaratan Allah’a kulluğun unutulmaması icap eder. İnsanoğlu gaflette ve uykudadır, ölünce gaflet uykusundan uyanacak lakin geç kalmış olacaktır. Bütün bu nimetler bizlere dünyada iken uyanık olmayı, şükretmeyi, kulluk yapmayı, zikir halinde yaşamayı öğütlemektedir. Nimetin kadri elimizdeyken bilmektir.  Kaybedildikten sonra diz dövmenin, ahlayıp vahlamanın bir anlamı yoktur.

Sanırım siyasetçinin ülkeye en büyük katkısı doğudan batıya, kuzeyden güneye, dağı, taşı, toprağı, ağacı, gündüzü, gecesi zengin iklimlere sahip olan ülkemizi dünya insanlığına anlatabilmektir. Durup dururken hiç kimse cebindeki parasını (ve zamanını) ilginç ve çekici olmayan bir ülkeye gidip harcamaz. İstanbul'un kültür mozaiği, bütün uygarlıkların da bir bileşkesidir. Bu anlayış bizi Efes Harabelerine, Göreme’ye, Harput Kalesine, İshak Paşa Sarayı’na, Antakya tarihine; oradan Ceyhan ve Çukurova kalelerine, Adana’nın Taş köprüsüne, Ulu camiine, Tarsus'un Jüstinyen ve Klopatra’sına, Ulu camilerin uzanan çizgide; Konya, İzmit, Ankara, Bursa, Edirne ve İstanbul lisanını ortaya koyarak; yazın sahillerimizdeki deniz turizmiyle eş kılmaya götürmektedir. Bu coşkun ırmaktan ancak siyasetin dili ile burada sanatın ve sanatçının dilini buluşturmakla kana kana içebiliriz. Lakin unutulmamalıdır ki hayatın bütünü bizlere verilmiş bir emanettir. Emanete sahip çıkmak gereğince, hakka uygun olarak, Allah'ın razı olacağı şekilde kullanmaktır.

Gelmek istediğim nokta şudur; dünya giderek küçülmektedir. Yeni Dünya düzeni denilen şey güçle ilgilidir. Kendi ülkenizi, kendi tarihinizi, kendi uygarlığınıza düşünüyorsanız ona göre, planlar, programlar ve projeler üretmek bunları uygulamak durumundasınız. Kısa süreli söylemler yerine, uzun süreli, yüzyılları yakalayacak anlayışları hayata geçirebilmek için, gücü bir yerde toplayıp potansiyel enerjiye dönüştürmelisiniz. Ülkenin geleceğini şimdiden örgülerseniz; gelişmelere, değişimlere, ilerlemelere ve dünyanın gidişatına karşı kendi duruşunuzu sergileyebilirsiniz. Asıl kalkınma imandadır yani ruhların dirilişindedir. Ruhun dirilişi köklere bağlılıktadır. Daha da açıkça ifade edecek olursak Kuran ve sünnet çizgisinden ayrılmamaktır.

Her devirde ve her dönemde bilgelerin bilgilerine, ışığına ihtiyaç vardır. Sanatçının özgürce ifadelendirebileceği sanata ihtiyaç vardır. Entelektüel siyaset dilini yakalamak için; kimseye öykünmeden kendi tarihinden, kendi kültüründen, kendi öz değerlerinden alınan ilhamla oluşturulacak bilgi ve belgeler yeterli olacaktır. Ülkemiz gerçekten doğal ve tarihsel zenginliklerle doludur. Baştan sona, bir uçtan diğer uca kültür turizmine, doğal turizme, yayla, dağ, deniz turizmine ve aynı zamanda inanç turizmine yönelik çalışmalar olmalıdır. Ülkemizi ve insanımızı içerisinde bulunduğu kritik süreçten çıkarabilecek anlayış ancak bu olacaktır. Bunun için siyasete sanat gözüyle baktığınızda zenginleştirici anlamların uzun soluklu programlarla, cesaretli yönetici ve siyasetçilerle yapılabileceği doğrultusundadır.

Bütün bunları planlayıp uygularken gözden kaçırılmaması gereken bir husus şu olmalıdır. Türkiye ve Türk insanına yüzyıllar boyunca bellek veren, anlam ve zihin haritaları oluşturan, insan merkezli bir medeniyetin mimarı haline getiren atardamarları incitmeden, yormadan bu hedeflere koşmak gerektiğidir. Geçmişten geleceğe inşa edilen bu köprü, aynı zamanda yerellikten evrenselliğe açılan bir kapıdır. Kapılarımız, yollarımız, yaşayışlarımız dosdoğru olmalıdır. Eğriliğe müsamaha olmaz. Yanlışa, yalana asla taviz verilemez.

O halde entelektüel siyasette iç itibar ve zenginliklerin dış dünyaya temiz, profesyonel pazarlama teknikleri ve iletişimin bütün renkleriyle sunumu sağlayabilecektir. Bunun için gerekli fırsat ülkenin yüreğindedir. İnanmak ve başarmak bize kalmaktadır. Doğan Hızlan, Oleg Grabar’ın “İslam Dünyasında Sanat ve Kültür” yazısında; "...her yerde sanat ideolojik, sosyal, dinsel, tarihsel ya da coğrafi kısıtlamalardan etkilenmiştir; bu durum uygarlıkların niçin birbirinden farklı sanatsal geleneklere sahip olduğunu açıklar. İslam kültürü de elbette bir istisna değildir ve bu bölümde söz konusu kısıtlamalardan birkaçı ayrıntılı olarak ele alınacaktır" diye söz girerek şöyle devam ediyor;

“Birincisi, İslam kültürünün devraldığı ya da fethettiği bölgelerdeki tarihsel geçmişi kavramasına, kabul ya da reddetmesine temel oluşturan karmaşık yaklaşımlardır.

İkinci kısıtlama; yeni dinin dayattığı ya da gerektirdiği özelliklere dayanır; yüzyıllar içinde farklı biçimlerde yorumlanmakla birlikte, bunlar İslam uygarlığının tamamen kalıcı ve değişmez olan ayırıcı özellikleridir."

Grabar’ın belirlemesi, kitabın ileri sayfalarını okurken, değerlendirirken bize iki tane önemli ölçüt sunmaktadır.

Biri ortak özellikler, diğeri farklı biçimler.

Konu başlıklarına baktığınızda, geniş coğrafyayı kapsadığını görürsünüz. Doğduğu 7. yüzyıldan günümüze kadar dünya üzerinde en yaygın etkiyi yaratan dinlerden birisi olan İslam, bulunduğu her coğrafyada kendine özgü sanat ve mimari eserlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Suriye ve Filistin, Irak, İran ve Mısır, Tunus, İspanya ve Fas, Orta Asya ve Anadolu, Müslüman Moğollar, Osmanlı İmparatorluğu ve en sonunda modern çağda İslam.

Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra, Agra’daki Tac Mahal, Hive, Buhara, Şam, Samara’daki camiler veya saraylar, Corboba ve Granada’daki camiler. Bursa, İstanbul ve Edirne’deki camiler, saraylar, kapanhanları, hemen akla gelen eserler. Tabii ki sadece cami ve saray mimarisiyle sınırlı değil İslam sanatı. Minyatürler, ciltler, hatlar, duvar bezemeleri, çiniler…”

Yazı kendini yazdırmaya devam ederken bizim giriş bölümümüzün sonuç bölümünü böylelikle Doğan Hızlan yapmış oldu. Kendilerine şükran borçluyuz ve sağlıklı ömürler temenni ederiz.

www.recepgarip.com