AVRUPA'NIN GELECEĞİ: MAYIS 2019 AP (EP) SEÇİMLERİ!

Ozan CEYHUN 14 Eyl 2018

Ozan CEYHUN
Tüm Yazıları
Çarşamba günü Strazburg'ta Avrupa Birliği'nin (dolayısıyla) Avrupa'nın geleceği tartışıldı. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, komisyon başkanı olarak son konuşmasını yaptı ve önümüzdeki aylarda sürecek tartışmayı da başlatmış oldu.

Konuşmanın konusu “AB’nin durumu ve geleceği” idi. Üye olmak üzere aday olduğumuz ve bugüne kadar çoktan hak etmiş olmamıza rağmen sürekli farklı gerekçelerle adaylığımızın engellendiği AB “ne durumda, nereye gidiyor ve AB’nin geleceği ne olacak?” soruları elbette bizi de ilgilendirmekte. 

Türkiye’de bazı dostlarımız “AB’yi geleceği olmayan” bir çatı olarak tanımlıyorlar. Bence bu doğru bir gözlem değil. Hatta duygusal bir bakış açısı. AB ile olan sorunlarımız ve AB’ye yönelik haklı eleştirilerimiz bizim AB konusunda yanlış analizler yapmamıza neden olmamalı. 

AB’nin birçok krizle boğuştuğu doğru. Ekonomik sorunlar birçok AB üyesi ülkenin zor günler geçirmesine neden oluyor. Yunanistan örneği ortada. Yunanistan başta olmak üzere birçok başka AB üyesi ülkenin ekonomik sorunlarla boğuşuyor olması bizim resmin tamamını görmemize engel olmamalı. AB tüm bu ekonomik yüklere rağmen ekonomisi güçlü olan üye ülkelere sırtını dayayarak ve ekonomi için olmazsa olmaz Maastricht Kriterleri’nin kağıt üzerinde kalmayıp uygulanmasını sağlamaya çalışarak yolunda ilerlemeye devam ediyor. ABD ile yaşanmakta olan sorunların AB’nin “kendi yağıyla kavrulması” ve ABD karşısında özellikle ekonomik çıkarlarını daha iyi koruması gibi konulara ağırlık vermesini sağladı. Trump ve ABD, AB üyesi ülkelere yönelik yaptırımlar yaptıkça bu ülkeler de önlemlerini bundan sonra “ABD’ye rağmen” almayı öğreniyor ve ticari ilişkilerinin ABD’ tarafından “sabote” edilmesine izin vermiyorlar.

İran örneği ortada. ABD’nin boykotu destek bulmadı. ABD’nin Türkiye’ye yönelik haksız tavrı da AB’de tepki görmekte.

ABD’nin ekonomik ya da siyasi çıkarları artık çok açık bir şekilde AB’nin çıkarları ile çelişmekte.

ABD’nin yanlış politikalarının Irak’ta, Suriye’de ya da Libya’da neden olduğu sorunlar nedeniyle AB “dev bir sığınmacılar sorununa” sahip! ABD’nin peşine takılıp onun yanlış politikalarının bir parçası olmak AB’ye sadece yeni sorunlar getirmekte. AB artık bu gerçeğin farkına vardı. 

Ancak bu yanlış politikaların AB açısında bedeli de çok yüksek. Ağır bir fatura ödenmekte. AB demokrasisi büyük bir sınav vermekte. Birçok AB üyesi ülkede artık aşırı sağcı ya da Neo Nazi parti ya da grupların seçim başarısından bahsetmemekteyiz. Çünkü girdikleri her seçimde başarılı olmaktalar zaten. Şimdi biz bu partilerin AB üyesi ülkelerde hükümet ortağı olmasından dolayı kaygılanmaktayız. Bazı AB üyesi ülkelerde aşırı sağcı partilerin üyesi İçişleri, Dışişleri ya da Adalet bakanları görev yapmakta. Sadece Almanya’da AfD isimli aşırı sağcı partinin üye sayısı iki misli artmış durumda.  Alman Federal Meclisi (Bundestag) üyesi 92 milletvekili AfD’ye mensup. Almanya’nın 16 eyaletinde olan 1821 eyalet milletvekilinden 157’si AfD üyesi! Ve bu sayılar sürekli artmakta.

Aşırı sağcıların önlenemez yükselişi AB’nin çok değer verdiği “Kopenhag Kriterleri” nezdinde de bir sınavı haline dönüştü. Bazı AB üyesi ülkelerde sığınmacıların can ve mal güvenliği açısından kaygılar yanlış değil. İnsan haklarının sığınmacılar için de geçerli olduğu maalesef bazı AB vatandaşlarına (ki az sayıda değiller) yeniden anlatılmak ve öğretilmek zorunda.

Yukarıda saydığım sorunlar ve diğerleri nedeniyle AB’nin birçok alanda zor bir dönem geçirdiği doğru. Hele İngiltere’nin AB’den ayrılması elbette AB için olumlu bir gelişme olmadı. Ancak unutulmaması gereken gerçek: AB’nin sadece bir ekonomik proje değil aynı zamanda özellike Hitler’lerin ve Mussolini’lerin Avrupa’yı karanlıklara ve kana boğmasının ardından bir barış projesi olarak hayata geçirildi ve hala Avrupa kıtası için bir alternatifi yok. Kopenhag Kriterleri maalesef günümüzde birçok AB üyesi ülkede de unutulmuş olsalar da Türkiye için çok değerli kriterler. Türkiye bu kriterlere AB için değil Türkiye’nin vatandaşları bu kriterleri hak ettikleri için sahip çıkmakta. Bu nedenle de AB üyeliği stratejisi değişmedi. 

Şimdi hep birlikte AB’nin geleceğini tartışmalı ve sahip olduğu sorunlara birlikte çözüm aramalıyız. En büyük sorun AB’de demokrasiye yönelik aşırı sağcı tehdit olarak görünmekte. Sadece AB “düşmanı” olmayan aynı zamanda “insanlık değerleri “ile had safhada sorunlu aşırı sağcı partilerin AB’yi içeriden ele geçirip yok etme planları bozulmak zorunda. Müslüman ve Hristiyan demokratlar olarak aşırı sağa karşı “dik durmak” zorundayız. Ve birlikte politikalar üreterek aşırı sağın “popülist yalanlarla” seçmenleri kandırmasının önüne geçmeliyiz.

Bu açıdan 2019 yılının Mayıs ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri çok önemli. Avrupa Parlamentosu’nda konuştuğum milletvekili arkadaşlarım ile ortak kaygımız AP’de aşırı sağcı vekil sayısının tahammül edilemeyecek bir seviyeye ulaşma tehlikesi. Bunun olmaması için merkez partilerinin bir an önce adaylarını belirleyip seçmenlere AB değerlerinin anlam ve erdemlerini anlatmasında yarar var. Hristiyan demokratların AB genelindeki partisi EVP ve aynı şekilde sosyal demokratlar henüz adaylarını bulamamış durumdalar. Almanya’da SPD listesi için bir numara aranmakta ve bulunamamakta. Buna karşın aşırı sağcı partiler AB genelinde ittifaklarını oluşturmaktalar. Bu nedenle daha fazla vakit kaybedilmemesi gerekiyor.

2019 Mayıs ayına artık çok zaman yok ve AB’nin demokrasiye değer verenlerin birliği olarak kalması ve kendi değerlerine sahip çıkması için hep birlikte kolları sıvamalıyız. Avrupalı Müslüman seçmenler demokrat adayları seçmeye hazırlar.