BEYAZ RUSYA- POLONYA SINIR KRİZİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-2

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Batı kurumları tarafından Beyaz Rusya-Polonya sınırında ortaya çıkan mülteci krizinin 2015'teki mülteci krizden farklı olarak algılandığını geçen haftaki yazımızda söylemiştik.

Batı kurumları tarafından Beyaz Rusya-Polonya sınırında ortaya çıkan mülteci krizinin 2015’teki mülteci krizden farklı olarak algılandığını geçen haftaki yazımızda söylemiştik. Zaten Lukaşenko da yaptığı açıklamalarla kriz içerindeki sorumluluğunu gizliyormuş gibi durmuyor. Geçtiğimiz hafta içerinde iki ülke arasındaki dar alana sığınmış mülteciler Beyaz Rusya sınırları içerindeki kapalı kamplara transfer edildi. Minsk Yönetimi açısından bu hareket AB’ye karşı güç kullanma siyasetinden bir değişime işaret etmiyor aslında. Minsk, krizi daha yönetilebilir hale getirerek, yani insanların sınırda donmasına izin vermeyerek, krizi zamana yaymış görünüyor. Keza, hafta içinde Irak’a geri dönmeyi kabul eden az sayıda mülteci de basına yansıyan açıklamalarında, yeni bir güzergâh bulur bulmaz tekrar Avrupa’ya ulaşmaya çalışacaklarını söylediler. Dolayısıyla silah haline gelmek, silahmış gibi davranılmak mültecilerin iradesini kırmış görünmüyor. Bu yüzden Polonya sınırı üzerinden AB’nin kapısına dayanarak Avrupa’nın zafiyetini ortaya çıkaran, AB-Polonya anlaşmazlıklarını derinleştirme riski taşıyan mülteci krizin alevlenişine muhtemelen yeniden sahne olacağız.

Yeni silah-Eski silah

Avrupa için Beyaz Rusya ile yaşadıkları mesele sadece mülteci krizinden ibaret değil. AB yaptırımları Minsk yönetimini sıkıştırmak için kullanıldığı andan itibaren Beyaz Rusya AB’ye bu güç kullanımını pahalıya ödetebilecek araçlara sahip olduğunu gösterdi. Polonya üzerinden Almanya’ya ulaşma amacıyla AB’nin tüylerini diken diken eden mültecilerin sadece araçlardan biri olduğunu göstermek için Lukaşenko, mülteciler sınırdan kamplara transfer edilir edilmez eski cici silahını parlatmaya başladı. Mink, Rus doğalgazının Avrupa’ya ulaşmasını engelleyebileceğini ima etti. 2021 yılı; arz krizi, enerji fiyatlarındaki artış üzerinden zaten AB üyesi ülkelerin sinirleriyle oynuyorken ve Avrupalılar Yamal-Avrupa üzerinden temin edilen gazın miktarından şikâyet edip duruyorken doğal gaz tehditlerini işiterek güne başlamayı kimse istemiyor. Ayrıca transit ülkelerden (Ukrayna ve Beyaz Rusya’dan) kaynaklı doğal gaz arz sorunlarının Rusya üzerinden çözülmesi konusunda Batı Avrupa bir siyasi ikilem içerisinde. Zira bugün Batı merkezleri Beyaz Rusya-Polonya krizini Ukrayna ve Karadeniz’deki Rusya baskısının bir uzantısı olarak görüyor ve çözüm için Putin’in kapısının çalınmasının doğru adım olup olmayacağı tartışılıyor.

Moskova’nın mesajı

Daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik: Lukaşenko mu Putin’in gölgesini bu mini krizi AB ve Batı’ya had bildirmek için kullandı, yoksa Rusya mı Avrupa’ya Avrupa’yı istikrarsızlaştırabileceği çok çeşitli araçları olduğunu göstermek için Bayaz Rusya’yı kolay hedef haline getirmeyi tercih etti, bu tartışma tali önemde bir tartışma. Cevap ne olursa olsun, sonuçta Moskova Ukrayna’da süregiden gerginlikle birleştirdiği bu kriz üzerinden aynı anda farklı huzursuzluklara sebep olabileceğini Batılı aktörlere gösteriyor. Nitekim Rusya Beyaz Rusya’nın arkasında durduğunu gösterdi. Mülteci krizinin askerileşmesini önleyecek, askeri müdahale üzerinden Beyaz Rusya’yı tehdit edebilecek adımların atılmasını engellemek için Minsk ile yapılan hava savunma sistemleri temini anlaşmasını kısa süre önce Rusya kamuoyuna duyurdu. Anlaşma askeri helikopter, hava savunma sistemi gibi unsurların bu sene içerinde Beyaz Rusya’ya temin edilmesini öngörüyor. Bu da Polonya, Litvanya, Latvia gibi ülkelerin pahalı bir askeri savunma durumuna hapsolması demek oluyor. AB’nin imkanlarının çok sınırlı olduğu, İngiltere’nin Polonya’ya destek için mühendis gönderdiği düşünülürse NATO’nun Doğu cephesine yönelik sürekli teminat vermeye devam etmesini bekleyebiliriz.

Kırmızı çizgi konuşması

Aslında Rusya’nın Ukrayna üzerinden girdiği sinir harbinin de benzer bir amaç taşıdığını ifade etti geçenlerde Putin. Bildiğiniz üzere 2021’in ilk günlerinde Moskova Kırım’a tarihinin en büyük askeri yığınağını yapmıştı. O gün sorulan soru şuydu: Bu yığınağın gerçek amacı ne? ABD’nin yeni seçilen başkanı Biden’ın Karadeniz’de Rusya’nın kontrol ettiği alana yönelik eleştirilerinin gerçek bir sınamaya dönmesi durumunda Kırım’ın asla Batı’ya ve Ukrayna’ya geri verilmeyeceğini göstermek mi, yoksa ABD karışıklık içerisindeyken Batılıların yapacağı bir hatayı değerlendirip tüm Donbask’ı hatta Ukrayna’yı ele geçirmek mi? O günlerde ABD Karadeniz’de Rusya’nın sınırlarını test etmeye karar verdiğinde Putin ünlü “kırmızı çizgi” konuşmasını yapmış, Rusya’nın kırmızı çizgisinin geçilmesine izin verilmeyeceğini söylemişti. Ama tüm bu açık uyarıya rağmen kırmızı çizginin nereden geçtiğini açıklamamıştı; deneyenler görür mealinde soğuk bir Rus şakası haline gelmişti konuşma. Şakanın ciddiyetini denemek istemeyen ABD de tansiyonun dozunu düşürmüş ve Cenevre’de hızlı bir Rusya-ABD zirvesi ayarlanmıştı. Üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen Ukrayna’da Cenevre ruhu değil hala kriz ruhu yaşıyor. Sorulan soru da özü itibariyle aynı. Karadeniz’de ABD’nin çeşitli araçlarla varlığını görünür hale getirdiği, NATO’yu ve NATO ortaklıklarını ön plana çıkardığı bir sır değil. Buna karşı Rusya’nın Ukrayna ve Beyaz Rusya dahil Avrupa/NATO’nun Doğu cephesinde askeri baskıyı artırması ABD ve NATO’yu Karadeniz’de girişecekleri bir maceradan caydırmak için mi yoksa Pentagon’da bazılarının inandığı gibi Moskova bir fırsatta Donbask’ı yutmayı mı hedefliyor. Bu konuda bugüne kadar Kremlin bazı sinyaller de verdi. Örneğin geçen aylarda gerçekleşen Duma seçimlerinde Donbask’daki Rus pasaportu sahiplerinin de oy kullanması Kremlin tarafından kabul edilmişti. Bu siyasi mesajın bir adım ilerisini düşünmek, Kırım örneği ortadayken çok zor değil.

Süregiden Ukrayna krizi

Putin’in niyetinin okunması esnasında sıklıkla zikredilen NATO’nun/ABD’nin caydırılmasından kastedilenin ne olduğu da belirsiz. Ukrayna’ya statükonun tekrar kurulması için cesaret verilmesi, yani Ukrayna’nın Kırım’ı almak için cesaretlendirilmesi, caydırılması gereken unsurlardan biri büyük ihtimalle. Hatta son Beyaz Rusya krizinde Polonya-Türkiye arasında küçük bir gerginliğe neden olarak Ukrayna’ya dolaylı bir mesaj da verilmek istenmiş olabilir- ki mesaj kısmında da Varşova-Ankara ilişkilerinde gerginlik yaratmak kısmında da başarısız olunmuş görünüyor-. Daha önemlisi ABD’nin bir süredir Bulgaristan-Romanya ve Yunanistan hattına yatırım yaparak görünür olma politikasından caydırılmadığı belli.

Dolayısıyla Rusya’nın ve Batı’nın elinde bir dizi belirsizlik var. Putin’in 18 Kasım’da yaptığı açıklamalardan da anladığımız kadarıyla Rusya çatışmanın çıkmasını arzu etmiyor. Amacının, rakipleri gerilim alanında mümkün olduğunda fazla tutup, çatışmayı çıkarmaktan alıkoymak olduğunu açıklıyor. Bu alıkoyma aracı ise anladığımız kadarıyla askeri maliyeti göstermek-ki olası bir çatışmada Rusya’nın dezavantajları da çok iyi biliniyor, bu yüzden de Avrupalıların üst üste binen korkularıyla oynamak.  Konuyu yorumlayan Dimitri Trenin, Carnegie için kaleme aldığı bir yorumda yine bir Rus şakasına atıfta bulundu: “Dış işleri bakanı Lavrov’u dinlemek istemeyen, meselesini Savunma Bakanı Şoygu ile halletmek zorunda kalır”. Polonya, Baltıklar ve Ukraynalıların gülümsemeyeceği bir şaka. Bu şaka sadece Rusya’nın “korku ile dansını” göstermiyor elbette. ABD’ne Karadeniz-Baltık hattındaki gerilimli alanda hazır, nazır beklemek zorunda olduğunu hatırlatıyor. Washington benzer bir bekleyişi daha canı gönülden Tayvan açıklarında gerçekleştirdiğinden Rusya’nın Avrupa’da tetiklediği her bir farklı korku Washington’a aynı anda Tayvan ve Ukrayna’da bir krize yakalanabileceğini hatırlatıyor. Bu nahoş hatırlatmadan yeni bir Cenevre çıkar mı? Belki ancak işaretler böyle bir geçici gerilim azalımının ancak bir yükselmeden, ufak çaplı olmasını umacağımız bir krizden sonra olacağını gösteriyor.