BİDEN DÖNEMİ FİLİSTİNLİLER İÇİN RESTORASYON OLACAK MI?

Haydar ORUÇ 02 Şub 2021

Haydar ORUÇ
Tüm Yazıları
Bir önceki yazıda Trump'ın Filistin'e yönelik politikalarından ve seçimi kaybedip Beyaz Saray'dan ayrıldığında gerisinde nasıl bir Filistin bıraktığından bahsetmiştik.

Bir önceki yazıda Trump’ın Filistin’e yönelik politikalarından ve seçimi kaybedip Beyaz Saray’dan ayrıldığında gerisinde nasıl bir Filistin bıraktığından bahsetmiştik. Doğal olarak Filistin, kendisine bu kâbus gibi dönemi yaşatan Trump’ın gitmesinden ziyadesiyle memnun olmuştur. Hatta bu zaviyeden bakıldığında, benzer bir dönem geçiren İran ile aynı duyguları beslediğini söylemek mümkündür.

Ancak dört gözle beklenen Biden’ın hem Filistin hem de İran için yeni bir umut olmanın yanında gerçekten bir çözüm olup olmayacağı ise henüz netlik kazanmamıştır. Nihayetinde Biden’ın kendisinin İsrail’e muhabbet beslediği bilinmekte ve kabinesine aldığı isimlerin çoğunun da Yahudi olması, bu konudaki kafa karışıklığını arttırmaktadır. Buna rağmen şimdiye kadar Biden kabinesinin değişik kademelerindeki kişiler tarafından yapılan açıklamalar, Biden yönetiminin Filistin-İsrail meselesindeki yaklaşımının kesinlikle Trump’tan farklı olacağını göstermektedir.

Bu konudaki en somut delil ise, ABD’nin Birleşmiş Millet nezdindeki büyükelçi vekili olan Richard Mills’in 26 Ocak’ta Güvenlik Konseyi’nde yapmış olduğu konuşmadır. Zira bu konuşmasında, Birleşmiş Milletler’in Ortadoğu Barış Süreci özel temsilcisi Nikolay Mladenov’un görev süresini tamamlaması ve yerine Norveçli Tor Wennesland’ın atanmasından duyulan memnuniyet ifade edilmiş ve yeni ABD yönetiminin, seleflerinin aksine iki devletli çözümü desteklediğini belirterek, önceki yönetimin sunduğu sözde Yüzyılın Planı’nın Filistin tarafına dayatılmasını uygun bulmadıklarını söylemiştir.

FİLİSTİNLİLERİN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI

BM’nin yeni Ortadoğu Barış Süreci özel temsilcisi Wennesland’ın ABD tarafından memnuniyetle karşılanması bile tek başına politika değişikliğinin göstergesidir. Zira Wennesland’ın dışişleri kariyerinin bir döneminde Norveç’in Filistin elçisi olması ve Oslo Barış sürecinde görev almış olması bile, Trump yönetimince İsrail karşıtı olması iddiasıyla kabul edilebilir değilken yeni yönetiminin bu konudaki memnuniyetini ifade etmesi meseleye bakıştaki değişikliğe delalettir.

Bununla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin BM daimî temsilci vekili büyükelçi Mills’in konuşmasının devamında Filistinli ilgili olarak sarf ettiği sözler, bu değişimi somutlaştırmaktadır. Zira bu konuşmada, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkına atıf yapılmakta ve Filistinlilerin kendi devletlerinde özgür olarak, onurluca yaşamasının demokratik ve Yahudi bir İsrail devletinin geleceğini garantiye almanın en iyi yolu olduğunu ifade edilerek yeni ABD yönetimin bunun için mücadele edeceğini vurgulanmaktadır. Bu konuda Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinin de sorumluluğu olduğunu söyleyen elçi, bu konuda ABD’nin tüm taraflardan destek beklediğini de ifade etmiştir.

Ayrıca önceki yönetim zamanında göz ardı edilen; Filistinlilerin topraklarının ilhak edilmesi, Filistinlilerin mülklerinin hukuksuzca yıkılması ve insan haklarına aykırı muamelelere maruz bırakılmaları gibi İsrail mesuliyeti olan konularla, işgal altındaki Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimcilerin durumu gibi konularda da, Filistin’in de görüşlerinin alınması ve çıkarlarının korunması gerektiğini belirten elçi, Filistinli ve İsrailli liderler arasındaki güvensizliği giderecek adımlar atıp, taraflar arasında yeniden güven inşa etmeye çalışacaklarının altını çizmiştir.

Bu kapsamda, son dört yıldır körelmiş olan ABD-Filistin ilişkilerini yeniden yapılandırıp, iyi bir seviyeye getirmek için; kesilen ekonomik, sosyal ve kalkınma yardımların tekrar başlayacağını, Filistin yönetiminin Washington’daki temsilciliğinin yeniden açılacağını, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı UNRWA’ya olan katkıların devam ettirileceğini söyleyen elçi, bunun ABD’nin Filistinlilere yönelik bir iyiliği değil bilakis bir gereklilik olduğunu belirtmiştir.

NORMALLEŞME SÜRECİ

Benzer şekilde ABD’nin İsrail’e olan desteğinin de devam edeceğini söyleyen Mills, bu kapsamda İsrail ile Arap ülkeleri arasında başlatılan normalleşme sürecini destekleyeceklerini ancak bölgede kalıcı bir barış tesis edilmesi için bunun yeterli olmayacağını bildiklerinden, içerisinde Filistinlilerin de yer alacağı yeni ve kapsamlı bir süreci tercih ettiklerini de ifade etmiştir.

Görüleceği üzere Trump döneminin aksine daha pozitif bir ajanda ortaya koyan Biden yönetimi, bu haliyle Filistinliler için bir restorasyon dönemi olarak algılanmaktadır. Ancak başta Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi ve akabinde büyükelçiliğin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması kararından geri dönüş olmayacağının açıklanması, yeni dönemin de tam olarak Filistinlilerin arzu ettiği bir restorasyona karşılık gelmediğini göstermektedir.  

Bu konuda Filistinlilerin yaşadığı açmazın bir emaresi olarak, ABD’deki Filistin diasporasının sesi olma gibi bir misyonu bulunan El-Şebeke isimi platformun kıdemli araştırmacısı Dr. Yara Hawari imzasıyla yayınlanan analizi göstermek mümkündür. Zira Hawari’nin, “Biden’ın Filistin’in dostu olacağına inanmak bir hatadır” başlıklı yazısında, ABD’nin İsrail’e desteğinin partiler üstü bir mesele olduğu vurgulanmakta ve başkanın cumhuriyetçi veya demokrat olmasının bu desteğin devamlılığını kesintiye uğratmayacağı ifade edilmektedir. Ayrıca ABD’deki en etkili Yahudi lobi kuruluşu olan AIPAC’in demokrat partiye yakınlığından bahsedilmekte ve bu haliyle demokratların cumhuriyetçilerden daha fazla İsrail yanlısı olduğu iddia edilmektedir.

Parti politikasının ötesinde birey bazında tahlillere de yer verilen yazıda, Biden’ın kişisel olarak İsrail’e yakınlığından bahsedilmekte ve Filistin’e uzatılan elin ne kadar samimi olduğu sorgulanmaktadır. Buna gerekçe olarak da, Obama döneminde imzalanan ve İsrail’e on yılda 38 milyar dolarlık askeri yardım yapılmasını öngören kanunun baş mimarının Biden olması gösterilmektedir.

FİLİSTİN’İN HAYRINA BİR ŞEY BEKLEMEMEK

Bununla birlikte özellikle Biden’ın ekibine odaklanılarak, başta başkan yardımcısı Kamala Haris’in eşinin ve dışişleri bakanı olan Antony Blinken’in Yahudi olması üzerinden bir okuma yapılarak, bu ekipten Filistin’in hayrına fazla bir şey beklememek gerektiğinin altı çizilmektedir. Keza Blinken’in daha önceki konuşmalarında İsrail’in güvenliğinin her şeyin üstünde olduğunu söylemesi, bu konudaki endişelerin ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir.

Görüldüğü üzere Biden yönetiminin söylemleriyle Filistinlilerin beklentileri arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Buna rağmen Biden yönetiminin Filistin sorununa ilk somut katkısı, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Biden’ın seçimi kazandığının kesinleşmesinden sonra, ABD ile kesilen ilişkilerin yeniden tesis edileceğini ve 15 yıldır değişiklik sebeplerle yapılamayan seçimlerin önümüzdeki aylarda yapılacağını duyurması olmuştur. 

Dolayısıyla yukarıda anlatılan hususlar sebebiyle, Filistin tarafında ABD’nin Filistin-İsrail sorununa yaklaşımında şimdilik ihtiyatlı bir iyimserlik bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Her ne kadar bazı düşünce kuruluşlarının bu iyimserliğe katılmadığını görsek de, bu kesimlerin Filistin dışında yaşıyor olmaları ve özellikle son dört yılda maruz kalınan uygulamaların doğrudan muhatabı olmamaları nedeniyle, Trump döneminin sona ermesinin anlamını yeterince içselleştiremedikleri anlaşılmaktadır. 

TRUMP’IN İZLERİNİ SİLMEK

Buna mukabil, Biden yönetiminin Filistin politikasının hangi doğrultuda şekilleneceği önümüzdeki günlerde alınacak kararlardan ve geçmiş dönemin izlerini silmeye yönelik somut adımlar atılıp atılmamasından anlaşılacaktır. Zira Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Trump’ın izlerini silmek için pek çok kararnameyi imzaladığı bilinmekte ancak şimdiye kadar Filistinliler aleyhindeki kararlardan geriye dönüş yapıldığına dair bir gelişmeden bahsedilmemektedir.

Biden yönetiminin Filistin meselesini ele alış yöntemi ve bu konudaki samimiyeti, aynı zamanda ABD’nin uluslararası siyasetteki arabulucu ve uzlaştırıcı rolünün de yeniden tesis edilmesini sağlayacak yegâne faktör olup, sadece Filistinliler değil tüm dünya nezdinde bir güven tazelemesi olarak algılanacaktır. Yeni dönemin Filistinlilere; insan onuruna yakışır bir şekilde kendi kaderlerini tayin hakkının tanındığı ve taraflar arasındaki sorunların çözümlenerek kabul edebilecekleri sınırlar içerisinde kurulacak devletlerinde bağımsız ve özgürce yaşayacakları bir imkân sunmasını dileğiyle…