BİR BAŞKADIR "BENİM" DEMOKRASİM

Ekin GÜN 15 Ara 2020

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Öyle ya, "demokrasinin sadece sandık olmadığını" iddia etmenin bile bir bedeli var.

Murat Belge, T24’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi olaylarından sonra politikasını değiştirdiğini iddia eden bir yazı kaleme almış.

Açıkçası ben de geçmiş senelerde yazılarını severek okuduğum Belge’nin Gezi’den sonra “politik özüne dönüş” hikâyesini anlamakta güçlük çekiyorum.

Çünkü Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde olmazsa olmaz sandığı bir kenara gönüllü bir şekilde bırakalı çok olan Belge’nin temsil ettiği kitle meşruiyetini “özünde” var olduğunu iddia ettiği jakobenizmden alıyor.

Öyle ya, “demokrasinin sadece sandık olmadığını” iddia etmenin bile bir bedeli var.

Geçtiğimiz günlerde ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey’in “Türkiye’nin ekonomisini yıkmaya hazırdık” cümlelerini demokrasiye müdahale olarak okumamak için ancak gözlerimiz kanamalı.

Anlaşılan “bağzıları” açısından okyanus ötesinden gelen Türkiye’ye yönelik tehditlerin demokrasinin katledilmesiyle ilgisi yok, hatta yine “bağzıları” bu duruma “nerden gelirse gelsin sol yumruk havada demokrasi katli vaciptir” diye bakmaktan kendini alamıyor.

Oysa gerçek bir solun öğrendiğimiz kadarıyla birinci koşulu demokrasiden öte emperyalizm mücadelesi, bağımsız olamazsan nihayetinde kendinin karar vereceği bir yönetim şeklinde olmuyor.

Hep söylediğim gibi, Gezi olaylarının yıkıp dökme, şiddet gibi kriminal olayları bir köşede dursun temelde “eşitlenmeme” mücadelesiydi.

Eşitlenmeme, kendi sınıfına layık görmediğin senden farklı hayat süren ve senden ayrı düşünen bir kesimle aynı haklara sahip olmamayı talep etmekle başlıyor.

Onun için üç beş kişiden oluşan bir platform sıralı maddelerle 16 milyonun iradesi adına bu hakkı nerden aldığı belli olmayan gücüyle karar verebiliyor.

Sizce de 2020’nin sonlarını yaşadığımız bir dönemde birilerinin hala daha çıkıp “benim demokrasim” diyerek kendi yaşam çizgisini dayatma hevesi sıkmadı mı artık?

Oysaki benim anladığım demokraside “ben” kavramı hükümsüz, “biz” kavramı için de önce bazı ideolojik prangaları bırakmak gerekiyor.

Yazı fontuna kadar “beğenilme” yağmuruna tutulan Bir Başkadır dizisinin seküler kesim tarafından kendilerine çok yüklenildiği gerekçesiyle pek de beğenilmemesinin altında yatan bir gerçek var.

O da “eşitlenmeme isteği”, eşitlenmeme çünkü biraz da “herkesin yerine doğruyu ben bilir, ben karar veririm” zihniyetiyle ilişkili.

Birilerinin yerine “doğrunun bu olduğuna” karar verip uygulama hastalığına kapılanların gelecek iddialarında değişen bir şey yok, geçmişte hangi noktadalarsa yine aynı yerdeler, özgeçmişleriyle hesaplaşıyorlarmış gibi –miş yaparak ayıla bayıla diziye övgüler yağdırsalar da o dar çizgilerinden çıkmış değiller.

Siz karar verin…

Senin, benim, onun yerine karar vermeyi kendine hak görenlerin mi Türkiye’yi yönetmesi daha hayırlı, yoksa demokrasinin üç beş kişilik platformlardan değil de sandıktan geçtiğine inananların mı?

Türkiye’nin okyanus ötesinden gelen talimatlarla mı yönetilmesi daha demokratik, yoksa çoğulculuğunu nüfusunun çok renkliliğinden alan tüm vatandaşların ortak kararıyla mı?

Terör örgütüyle bağlantısı yüzlerine vurulunca Meclis sıralarına vurarak tepki gösterenler mi “olmayan demokrasiyi” getirecek, yoksa son yirmi senede sayısız açılıma imza atan ve hali hazırda dahi yeni reform paketleri getirmeyi eksik etmeyen bir siyasal iktidar mı?

Bazıları için nasıl demokrasi bir mücadeleyse, “bağzıları” için de kendi zihniyetini bir başkaları adına hayata geçirme aracı.

Tüm mesele bundan ibaret aslında.