BİR ''KRASİ'' Kİ...

Refik ERDURAN 18 Nis 2016

Refik ERDURAN
Tüm Yazıları
Demokrasinin tersi nedir? Aristokrasi mi? Öyle bir şey kalmadı ki dünyada. Günümüzde halk egemenliğine en ters düşen etkin güç bürokrasidir.

Demokrasinin tersi nedir? Aristokrasi mi? Öyle bir şey kalmadı ki dünyada. Günümüzde halk egemenliğine en ters düşen etkin güç bürokrasidir. Çünkü “devletin koltuklarında” oturan yüksek memurlar seçkinlerin müttefiki ve destekçisidir. Siz hiç resmî dairede sıraya girmiş büyük iş adamı gördünüz mü? Onların daire amirlerinin odasında kahve içerek işlerini yürüten görevlileri vardır. Hele Özal’ın “Benim memurum işini bilir” kuralına uyulmuşsa, kodamanın işleri yürütülmez, koşturulur. Bunun yaygınlaşıp rutine dönüştüğü durumlarda kleptokrasi oluşur. (Yunancadan: kleptes hırsız, kratos iktidar demek.) Deniz Albay Ahmet Salahor yakın dostumdu. Emekli olup iş alanına girdi. ENKA’da çalıştığı yıllarda bir gün sohbet ederken bürokrasiden söz açılınca “Gel,” dedi; “birini tanımanı istiyorum.” Bir maliye dairesinin başındaki yöneticiyi ziyarete gittik. Adam çok rahattı; her şeyi gülümseyerek konuşuyordu açık açık. Bir ara “Zaman bize çalışır” gibi bir laf geçince anlamını sordum. Hiç çekinmeden açıkladı adeta iftiharla.

Bir büyük mükellef vergisini ödemeyi mi savsakladı? Üstüne gidilmez, gecikme cezaları ve faizlerin vahim boyutlara ulaşması beklenir, ondan sonra kendisine “anlaşma” önerilirmiş. Ya da bir müteahhit iş bitirip yüklü ödemeye hak kazandığında, şu fısıldanırmış kulağına : “Sana ödemeyi geciktirmek için bir sürü pürüz bulabiliriz dosyanda. Parayı alman bir yıl gecikse gelir kaybının ne olacağını düşün.Onun küçük bir kısmıyla gönlümüzü hoş et de hakkını hemen ödeyelim.” 

Ankara’ya trenle gidip geldiğim yıllarda yemek vagonunun dolu olduğu bir sabah kahvaltıdayken iki adam masama oturdular. Biri beni tanıyordu; ama gazeteciye duyurmaktan hiç çekinmeden fütursuzca konuşuyorlardı onlar da. Sözlerinden “Emniyet” kesiminde görevli oldukları anlaşılıyordu.

En hararetle konuştukları konu bir “tayin” sorunuydu. Eminönü ve Sirkeci bölgesi çok iyiymiş; inşallah olurmuş…

O bölgeyi niçin iyi saydıklarını sordum saf saf.

“Bereketli yerlerdir” dedi biri.

“Nasıl bereketli yani?”

İkisinin birden attığı kahkahayı unutamam.

Eskiden beri tartışılan Anayasa değişiklikleri arasında yurt dışına çıkış engellerinin hafifletilmesi de var. Sayın Bahçeli eskiden beri karşı çıkar buna. Gerekçesi: “Suçlular kaçar.” Konu beni kişisel açıdan ilgilendiriyor. Ankara’da bir Millî Kültür Şurası’nda Aziz Nesin kürsüde konuşurken bürokrasiden çektiklerini anlatıyordu. Arada şöyle dedi: “Şimdi de beni buradaki otelimde bulup bildirdiler. Refik Erduran’la ikimiz aranıyormuşuz.” Sağa sola telefon edip bilgi edinmek istemiş ama bir şey öğrenememiş. “Sen araştırıver” dedi toplantıdan sonra. Denedim; ben de sonuç alamadım. Aradan aylar geçti. Kapımın altından atılmış bir kâğıtta “çok acele” karakola başvurma talimatını görüp emre uydum. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na, oradan Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na gönderildim. Konunun Birinci Şube Müdürlüğü’nün bir yazısından kaynaklandığı anlaşıldıysa da, ilgili evrak dolaplarda bulunamadı. Elimdeki kâğıtlardan birinin arkasına “Numarası bilinmediğinden kendisine bilgi verilememiştir” yazıldı. O gün bugün ne zaman pasaport kontrolünden geçecek olsam “Bir pürüz çıkacak mı?” diye gerilirim. Bürokrasi imalatı bir engelle karşılaşırsam sayın Bahçeli’yi arayıp piston isteyeceğim.