BİZİM GENÇLERİMİZ

Ümit G. CEYLAN 15 Tem 2021

Ümit G. CEYLAN
Gençlik dönemindeki ibadetler daha sonra yaşlanınca yapılan ibadetlerden daha makbuldür.

Gençlik dönemindeki ibadetler daha sonra yaşlanınca yapılan ibadetlerden daha makbuldür. Çünkü delikanlı çağında dünyayı kucaklayarak kaldırabiliriz, her sorunun üstesinden gelebiliriz diye düşündüğümüz ama bir yandan da gözümüzün, gönlümüzün açıldığı bir dönemdir. Hormonların da etkisiyle hayatı yaşamak varken; gülüp eğlenip, arkadaşlarla gönlünce vakit geçirmekten zevk alırken ders çalışmak, bir amaç belirlemek ve o uğurda uğraşmak, sıkıntıya girmek çok da cazip bir şey değildir. Nefsine en ağır geleni yapmak gençlik döneminde bu yüzden zordur. Ancak herkesin yaptığını değil de Allah’ın istediğini yapan ve düzenli, dengeli bir gençlik dönemi geçiren ileriki hayatında çok büyük bir yol kat etmiş olur.

Ye, gez, eğlen

Ye, gez, gönlünce eğlen mottosu uzun yıllardır bizim gençliğimize pompalanan bir zehirdir. Cumhuriyet döneminin ilk romanlarında çok karşılaştığımız bir unsurdur bu “gönlünce yaşama” konusu. O dönem romanlarında hep iki kuşak arasında gidip gelen iki gencin hikâyesi işlenir. Biri diğerine aşıktır ama geldiği kültür ve o kültürün değerleri ile diğer gencin batıya öykünen hayatı arasındaki derinlemesine değerlendirmeler ruh dünyasının içinde gidip gelmeler yansır satırlara. Sonunda biri büyük mücadeleler sonunda gerçeği bulur batıya öykünen diğeri yitip gider. Özellikle Samiha Ayverdi, Safiye Erol gibi tasavvufun içinde yaşamış olan yazarlar; gençliğin bir yol ayrımında olduğunu Türk milli değerlerinden sapılmaması gerektiğinin altını çizerek o dönem için kapıda olan komünizm ile gençliğin heba edileceğine işaret etmişlerdir.

Hey onbeşliler

Çok bilinen ama defalarca gençlerimize dikkatlerini çekecek şekilde anlatmamız gerek bir konudur bu onbeşliler meselesi. 1. Dünya Savaşından çıkan Osmanlı ordusunun büyük kayıplarının ardından savaş bir türlü bitmiyor ve mecburen Padişahın fermaniyle cüssesi yerinde olanlardan 15 ile 22 yaş arasındakiler orduya çağrılıyordu. Ama bir de Tokatlı Halil vardı. Evin tek erkeğiydi. Savaşa o dönemin kanunları gereği gitmek zorunda değildi. Çünkü evi koruyacak bir erkek kalmalıydı. Ama Halil savaşa gönüllü gitti. Döndüğünde annesi öldürülmüş ve sözlüsü de düşman çeteler tarafından kaçırılmıştı. Köyde türlü söylentiler çıktı. Halil bu yüzden sözlüsü Hediye’ye küstü bunun üzerine “Hey Onbeşliler” Türküsü o günden beri ağıt olarak söylenegelir. Onbeşlilerin neredeyse tamamının geri dönmediğini biliyoruz. Bugün gençlerimize bunları anlattığımızda ne düşündüklerini ne hissettiklerini sormamız lazım. Ortada bir sorunlu görüş varsa da bunların nedenlerini anlamak ve çözümü için gereğinin yapılması lazım.

Şımarıyor muyuz?

Günümüzde gençlerimizi ümitsiz ve gelgeç heveslere gark olmuş olarak gördüğümüzü her fırsatta dile getiriyoruz. Gençlikten memnun olan bir nesil olmuş mudur bilinmez? Ancak bugün bir bilgisayar oyunu alamadı veya oyun konsolunu yenileyemedi diye yakınan ve bu dünyanın hatta ülkenin yaşanmaz olduğundan şikâyet eden çok genç var. Bu yakınmaların ne kadarı gerçek ne kadarı sadece gençliğin verdiği duygulardan kaynaklanıyor bunu da uzmanlar bir şeklide açıklamalılar. Günümüzde yiyecekler dahi motor kurye ile eve geliyor. Dışarı çıkıp çöp atmaya üşeniliyor. Tuhaf tuhaf yarışmalarda gençler türlü hokkabazlıklar yapıyor ve çılgınca alkışlanıyorlar. Güzellik yarışmaları adı altına bir takım maskaralıklar sergileniyor ve bunlara da göz yumuyoruz. Medya bu tabloları bir değermiş gibi sergiliyor.

15 Temmuz’da şehit olan gençlik

Önemli olan sayılar değildir. Bir kişi de olsa onun etkisi önemlidir. 15 Temmuz gecesi şehadete yürüyen o kutlu gençlikten bahsediyorum. Onlar da yaşıtları gibi internete giriyor oyun oynuyorlardı. Onlar başka bir dünyada yaşamıyorlardı. Bizim yakındığımız o gençlikle aynı havayı soluyorlardı. Ama nasıl olduysa o gençler arkalarına bakmadan düşmanın karşısına çıkmak için İstanbul ve Ankara’da çeşitli yerlere kalabalıkların arasına karıştılar ve şehit olarak gittiler. Allah yolunda öldüler. Ben bugün de eminim; bugün söz söylediğimiz ve bir çoğumuzun iş çıkmaz dediğimiz bu gençlik (Allah tekrar göstermesin) benzer bir hadisede yine vatanını, namusunu, bayrağını korumak için göz kırpmadan yollara düşecektir. İçimizde bu gençlik dipdiri duruyor. Biz büyüklerin görevi onları çoğaltmaktır vesselam.

MADAGASKAR’DA FELAKET YAŞANIYOR

Kurban Bayramı yaklaşıyor. Biz Müslümanlar için bu bayram bir et yeme şenliğine; dolapların tıka basa doldurulduğu bir aç gözlülüğe dönüşmemesi gerekiyor. Bakın sosyal medyada Erhan İdiz’in paylaştığı fotoğraflar, videolar içler acısı. Madagaskar’da bir felaket yaşanıyor. Çamur yiyen çocuklar. Annelerini kaybeden çocuklar. Başka çocukları sahiplenen anneler. Bir deri bir kemik yerlerde ölümü bekleyen insanlar. Hiçbir şey yapamamak ve akşama evde bolluğun içinde ne pişireceğini bilememek büyük bir utanç. Buraya Türkiye’den giden henüz bir STK yok. Sanırım ülkede güvenlik sorunu var. Kızılay durumdan haberdardır büyük ihtimal. Peki dünya ne yapıyor? Birleşmiş Milletler gıda ve tarım örgütü nerede? Bunlar ne için kurulmuştur acaba? Gerçekten elden bir şeyin gelmemesi hem de böyle bir çağda tüm insanlık adına utanç verici. Herkes öyle ya da böyle dünyaya duyursun. Belki bir faydamız olur.

SEN BİLİRSİN

Yaşamak ister insan. Hayatın her safhasında var olmak. Yemek içmek, yatıp kalkmak, maddi her imkâna kavuşmak, makam mevki ve şan şöhret sahibi olmak ne ki! Esas olan ruhen tatmin olmak değil mi! Maddi imkânlara kavuşmak şeklen rahata kavuşmak bazılarımız için çok iyi; ya huzur, endişesiz ve vesvesesiz başını yastığa koymak, kendi derdi kadar başkalarının derdiyle dertlenmek, kutsal bir mefkûrenin tezahürü değil mi ki! Hani yazıp çiziyoruz ya, bir fikrin çilesini ne kadar çekiyoruz ki. Elimizdekinin ve yanımızdakinin değerini ne kadar bileceğiz ki. Gökteki hilal bir kitap, bir vahiy, bir kültürden öte bir medeniyet. İnsan inandığı zaman, ümitlenir. Ümitlerine zamanla inanır. Ey insanoğlu biraz şükret, zikret ve tefekkür et. Gökyüzündeki hilal; yeryüzündeki, çöldeki vahandır. Yanılsama, seraba düşme, gelgeç heveslerini peşinden koşma, asli vazifeni boş şeylerle çarçur etme. Yine de sen bilirsin. Seçtiğin hayatı yaşayacak olan sensin. Benden sadece bir uyarı olsun bu. Sen yine de bir bilgeye kulak ver.

Doç.Dr. Meliha Yıldıran Sarıkaya

YÛNUS EMRE’NİN DÜNYÂSI

Geçip giden zamâna karşı kim nasıl direnebilir. Sultân Süleymân’a kalmayan dünyâ kime kalacak. Fânî dünyâ kimseye kalmıyor ama dünyânın unutmadığı isimler de dünyâya değer vermeyenler arasından çıkıyor. Vefâtının üzerinden yedi yüz sene geçen Yûnus Emre hazretleri de nefesi her dem tâze kalanlardan.

Yûnus Emre hakkındaki en mânidâr ifâdelerden biri onunla aynı devirde ve bir bakıma aynı muhitte yaşamış olan Hazret-i Mevlânâ’ya izâfe edilir. Mevlânâ hazret Yûnus’a dâir kanâatini, “İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa, bu Türkmen kocasının izini önümde buldum...” cümlesiyle hülâsa etmektedir. Bu cümle her şeyden evvel, Hazret-i Mevlânâ ile Yûnus Emre’nin aynı mânevî güzergâha rağbet ettiklerini, aynı yolu yürüdüklerini; biri lisân-ı Fârisi diğeri Türkî ile de olsa aynı mânâyı terennüm ettiklerini göstermektedir. Her ikisi de bu geçici dünyâ hayâtına hak ettiği kadar îtibâr etmişler, bekâya müteveccih olmuşlardır. Hazret-i Mevlânâ kendi vefâtını düğün gecesi îlân etmiş, Hazret-i Yûnus dünyâya zâhit olmuştur.

Hemen her seviyeden suâle ve ihtiyâca bir cevap, karşılık ve işâret içeren Yûnus Dîvânı gerçek bir hazînedir. O ulu dîvândan eli boş dönen görülmemiştir. Yûnus’un dünyâ tasavvuru nasıldır, dünyâya dâir ne söylemiştir diye baktığımızda onun dünyâyı Hz. Peygamber’den aldığı ilhâm ile mü’minlerin zindânı olarak vasfettiğini görürüz. Zaman, mekân, dört unsur gibi kayıtlar ile kuşatılmış, üstelik bir de ten kafesine sıkışıp kalmış rûh için bu fânî hayat Yûnus’a göre bir hapishâne hükmündedir:

Şol senün mü’min kullarun dünyâ zindânı anlarun

Bu dünyâda mü’min olan hurrem oluban şâd degül (154/3)*

Doğum ile ölüm arasında bir köprü mesâbesinde olan bu hayâtın değişmez gerçeği ölümdür. Mâdem ölüm vardır, cümle cânlar ecel şerbetini içecektir; o zaman dünyânın vâdettiği her şey sâdece aklı ermezleri oyalayabilir:

Dünyâya gelen göçer bir bir şerbetin içer

Bu bir köpridür geçer câhiller anı bilmez (103/4)

Anlamayana teşbih ile temsil ile açıklamayı seven Yûnus; dünyâyı, cümle âlemi yutsa doymayacak bir ejderhâya benzetmiştir. Bu öyle büyük bir canavardır ki her gördüğünü her bulduğunu yutar da yine doymaz:

Bu dünyâ bir evrendür âdemleri yuducı

Bize dahı gelüben yuda toyuna birgün (246/2)

Dünyânın ne idüğüne dâir iknâ olmayanlar, ondan beklenti içinde olanlara Yûnus, bu dünyânın bal zannedilen bir zehir olduğunu söyler. Bu dünyâdan murâd almak, zehir kâsesine parmak banmak gibidir:

Agudur bal degül dünyâ murâdı

Niçe bir aguya parmak banasın (279/4)

Yaşarken idrâk etmek kolay değildir ama Yûnus Emre hatırlatmaktan, tekrar etmekten geri durmaz. Ne de olsa insan unutur; mâdem geldik yerleştik, artık buralıyız diye düşünebilir. Benim diyenlerin tamâmı, cebi dahi olmayan ucuz bir bez parçasıyla terk-i diyâr etmiştir:

Bu dünyâya inanma dünyâyı benüm sanma

Niçeler benüm dimiş giderler ham bez ile (335/18)

Köprü, zindân, zehirli aş, ejderhâ... Dünyâ hayâtının esâsını gözün gördüğü zihnin algıladığı türlü misâller ile anlatma çalışan Yûnus, bir de değirmen temsîli kurar. İşin aslı bu dünyâ, yaşayan her canlıyı öğüten bir değirmen gibidir. Diğer canlılar idrâk sâhibi olmadıkları için bundan müteessir olmazlar. Fakat insan, gaflet içinde değilse bu dünyâ değirmeninde un ufak olacağını bilir. Değirmenciye gelince, Azrâîl derler bir kişidir, nâmı almış yürümüştür:

Bu dünyânun misâli benzer bir degirmene

Gaflet anun sepedi bu halk ögünen dâne

Degirmene varursun degirmenci sorarsın

Azrâîl dirlerimiş ol unı ögüdene (313/1-2)

Fânî dünyânın gerçek yüzünü “dünyâ kimseye kalmaz” diyerek döne döne gösteren Yûnus, bu döngüden çıkmak niyetinde olanlara “işi kolay kılmak” ister. İçine düşülen bu açmazdan çıkmanın yolu, dünyâ seni öğütüp yutmazdan evvel onu gönlünden çıkarmaktır:

İbâdetler başıdur terk-i dünyâ

Eger mü’minsen ana inanasın (279/10)

Dünyâyı gönlünden çıkaranların gönlü, dünyânın da âhiretin de ötesine yönelir. “Gönül Çalab’ın tahtı”dır. Bu sebeptendir ki gönül yıkan iflâh olmaz. Gönlü gerçek sâhibine lâyık hâle getirenin gözü de gönlü de aydınlanır; o artık evi değil ev sâhibini görür:

Âşık lâ-mekân olur dünyâ terkini urur

Dünyâ terkin uranlar dîdâr göregen olur (96/5)

Dîdâr; dost yüzü, sevgilinin yüz güzelliği demektir. Dost Allâh’tır. O hâlde Yûnus’un dîdâr dediği cemâlullâhtır, O’nunla mülâkî olmaktır. Bu mânevî zevk, hem dünyâdan hem âhiretten, tadılan tadılmayan her nîmetten üstündür. Bunun için dünyâdan da âhiretten de eş, dost, ahbâb, evlâd sevgisinden de geçmek gerekir:

Dünyâ vü âhiretden niçe dürlü nîmetden

Dost yüzini görmege kamudan geçer gerek

Dünyâ ahret ahvâli zen ü ferzend vebâli

Dilersen dost visâli varlıkdan hazer gerek (135/16-17)

Yûnus Emre hâlis muhlis bir tevhîd ehlidir. Tavsiyeleri okuyanı dinleyeni uyandırır. Fakat onun ufkuna yetişebilmek ne mümkün! Dünyâyı da ukbâyı da gör geç arkada bırak diyen Yûnus, birdenbire dost buradadır ve ben onu ayan beyân gördüm deyiverir:

Dost bundadur bellü beyân gördüm dost dîdârın ıyân

Bu ilm-i hikmeti tuyan ider bana dek azimi (349/4)

Tam da bu sebeple Yûnus Emre’yi kâmilen anlayabilmek çetin bir iştir. Bu meyânda en emniyetli tavır onun yedi yüz küsûr yıl önce, “Biz dünyâdan gider olduk kalanlara selâm olsun” mısrâıyla âleme salıverdiği selâma mukabele etmektir. Ve aleyküm selâm ve rahmetullâh...

* Yûnus Emre’nin şiirleri, Mustafa Tatcı’nın hazırladığı (Yûnus Emre Dîvânı, İstanbul: MEB Yay., 2005) eserden alınmıştır. İlk rakam şiirin sıra numarasını, ikincisi beyit sırasını göstermektedir.

GERİ DÖNÜŞÜMDEN EŞYA

Geri dönüştürülebilecek eşyalardan kullanışlı bir o kadar da sevimli bir şey yapmak ve hatta bunu hediye olarak vermek çok keyifli. İki önerimiz var; biri eski kullanmadığınız bir köşede belki lazım olur dediğiniz düğmelerden bir bardak altlığı yapma fikri. Görsellerde de gördüğünüz üzere çeşitli eski düğmeleri silikon yapıştırıcı ile birbirine yapıştırarak bir bardak altlığı elde ediyoruz. Hem çok pratik hem çok ekonomik bir şekilde, sevimli bardak altlıkları elde ediyoruz. Bir diğer fikir ise eski araba lastiklerinden orta sehpa türetimi. Eski bir araba lastiğinden nasıl bir orta sehpa çıkaracağınız tamamen hayal gücünüzün sınırlarına bağlı. Biz görseldeki beyaz sehpayı çok sevdik. Aza kanaat edip azdan çoğa varmak için biraz kafayı çalıştırmak ve elimizdekileri değerlendirme alışkanlığı kazanmanın doğaya katkısı çok büyük.

ARTI

İmece

Kadim Anadolu geleneğidir imece usulüyle iş yapmak. Güney Anadolu'daki makinenin giremediği bayırlarda, yaylalarda kuru ot biçme zamanı gelmiştir. Bütün köylü toplanıp her gün bir köylünün tarlasında kuru otlar imece usulüyle biçilir. Böyle bir kampanya adeta şenlik gibidir. Oraklar, tırpanlar bilenir, ayranlar içilir, türküler çekilir. Sabahın gün doğumundan akşamın gün batımına kadar ocaklar, tırnaklar sallanır. Yorgunluk nedir bilinmez. Bütün mesele yardımlaşma, dayanışma ve kaynaşmadır. İşbirliği gönül birliğini getirir. Elele, omuz omuza, gönül birliği içinde önümüzdeki iş dağ olsa dayanmaz. Hani selamünaleyküm deyip masaya oturuyoruz ya! Arkasından söyleyeceğimiz söz; işsizlere iş verelim, evsizlere ev yapalım, bekârları evlendirelim olmalı. Bu yaklaşım hayatımızın her alanına yayılmalı. Öyle hal alır ki bu anlayışla komşuda pişer, bize de düşer.

EKSİ

Sükût her zaman altın mıdır?

Otobüs duraklarında sigara kullanmak yasal olarak yasak. Buna rağmen bilinçsiz insanlar sigara yakıp dumanını sağa sola üfleyebiliyor. Durakta bekleyen ve sigara kullanmayan yolcular var. Neyse ki bir vatandaş rahatsız olup sigara kullananı uyarıyor. Sigara kullanan bitirim delikanlı karşılık veriyor dikleniyor. Ne yazık ki diğer yolcular bana dokunmayan yılan bin yaşasın havasında. Oysa yasaları çiğnemek, yasaya saygılı olanı da rahatsız etmeli. Atalarımız sükût altındır demişler ama bu durumda sükût altındır diyemeyiz.

GÖLE MAYA ÇALINIR MI?

Malum Nasreddin Hoca kültürümüzün önemli karakterlerinden, en önemli nüktedanlarındandır. Nasrettin Hoca ve eşeği, Nasrettin Hoca ve karısı, Nasrettin Hoca ve dostları vesaire. Nasrettin Hocamızın fıkralarında büyüdük. Her fıkrasında düşündüren ve gülümseten bir nükte ve bir irfanî bakış vardır. Her sene Konya'nın Akşehir ilçesinde göle maya çalma ritüelleri yapılır. Göl maya tutar mı bilinmez ama ya tutarsa! Bütün göl yoğurt olur. Nasrettin Hoca gölün maya tutup tutamayacağını herkesten iyi bilir. Fakat buradaki hikmet; inancın ve ümidin ne denli önemli olduğunu insanlara aşılamaktır. Bu takkeden süt çıkartmak gibi bir şeydir. Çölde bir annenin acıkan çocuklarına ocakta çakıl taşı kaynattığı gibi ya da Fatihin gemileri karadan yürüttüğü gibi. İman temelidir ama ümit bu temel üzerine inşa edilen her şeydir.