BU SAVAŞTA OLMAK ZORUNDAYIZ!

Murat BAŞARAN 02 Ara 2016

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Farklı bakış açılarımızın ortak noktası "vatan aşkı" desek doğru olur. Dolayısıyla benim için çok faydalı bir buluşma ve sohbetti.

Çok sert bir havanın adeta bizi döve döve İstanbul’a kışın geldiğini beynimize çaktığı bir yürüyüşle sohbet edeceğimiz mekâna attık kendimizi.

Terör uzmanı yazarımız Abdullah Ağar, Suriye Türkmen Meclisi eski başkanı Abdurrahman Mustafa, işadamı Yavuz Üstüner ve Avukat Arslan Tenha ile birlikte selamlaşma faslından sonra saniye geçmeden gündemin içine daldık. Abdullah Ağar ve Abdurrahman Mustafa Beyefendilerle gıyaben tanışıyorduk, yüz yüze ilk görüşme fırsatımız oldu. 

Yavuz ve Arslan Beyefendiler ise kadim dostlarım, vatan- millet sevdalısı münevver arkadaşlarım.

Farklı bakış açılarımızın ortak noktası “vatan aşkı” desek doğru olur. 

Dolayısıyla benim için çok faydalı bir buluşma ve sohbetti. 

Akrabaları halen IŞİD işgali altındaki bölgelerde yaşayan Abdurrahman Mustafa Bey ile bölgeyi derinlemesine farklı boyutlarda yaşamış ve incelemiş Abdullah Ağar’ın söylediklerinden bir özet sunmak istiyorum.

Her analiz sahibinin konu hakkında avantaj ve dezavantajları vardır.

Mesela biz bölgeyi uzaktan takip edenler ne kadar farklı bilgi akışına sahip olursak olalım “Ben Suriyeli bir Türkmen’im. Akrabalarım IŞİD işgali altında.” diyen birisi kadar hadisenin vahametini anlayamayız.

Veya o sınırların iki tarafındaki dağlarda eşkıya ile çatışmış sonra farklı görevlerle bölgede kaosun içinde senelerce görev ve araştırma yapmış bir uzman kadar derinlemesine ve detaylı analizler yapamayız.

Onlara göre bizim sahip olduğumuz analiz avantajı ise eksiklik gibi görünse bile sahanın vahşetini hissetmeden, orada yaşanmışlıkların verdiği derin acıların ve mevzi olayların dışında olmak konforuyla geniş açıdan ve katı duygularla bakabilmek denilebilir.  

Fakat genel olarak birleştiğimiz gerçek “Türkiye’nin Şii ve Kürt bir hatla kuşatılmak” istenmesidir. Ve gerçek hedefin Türkiye olduğudur. 

Küresel ve bölgesel güçler her türlü hile ve kaypaklıkla, savaşan her grubun içine sızmış ve provoke eder durumda. Sahada savaşan herkes bir şekilde kaybediyor. Gerçekte kazananın kim olduğunu bilmek işe yaramıyor. Bir sonraki aşama için zorlanan tezgâh “mezhep çatışması” … 

Yani Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmek. 

Kim kimin müttefiki? Belli değil. 

Amerika ve NATO Türkiye’nin yanında mı?

Peki biz Rusya ve İran’ın yanında mıyız?

Üçüncü Dünya Savaşı ise eğer bu, tarih tarafları tespit etmekte çok zorlanacak.

Yakın tarihin dünya vasatını konsolide eden iki süper gücü vardı. Osmanlı ve ABD…

ABD artık bir süper güç değildir. Ama öyle olduğunu zannetmeye devam ediyor.

Çin bu karmaşanın neresindedir?

Suudi Arabistan içinde olduğu yangın coğrafyasında nasıl vaziyet alıyor?

İsrail ve İngiltere’nin görece sessiz seyirleri nasıl yorumlanmalıdır?

Bütün bu sorular haklı olarak sorulabilir fakat meselenin özüne dair bir cevap ortaya koymaz.

Biz gecikmeli olarak sahaya girdik. Ve şu anda ilerleyişimizin önünde akıl almaz bir ittifak var. 

Biz söz söylemeden ise bölgeye huzur gelmesi mümkün değil. 

Abdurrahman Mustafa “Türkiye’nin başarmaktan başka çaresi yok!” diyor. Çok haklı.

Peki başarabilir miyiz?

Tam bu noktada ise Abdullah Ağar’ın milletimizin genetik kabiliyetleri ve inancı hakkında öne çıkardığı avantajlarımız yüreğimize su serpiyor.

Şu tespit çok önemlidir ve her türlü askeri güç kıyaslamasında ezici bir farktır:

“Biz otuz küsur yıldır bu coğrafyada dişe diş terörle savaşan bir milletiz. Bu savaşı yaşamış, bölgede bu savaşın tecrübesinden geçmiş beş milyon nitelikli askerimiz var.”

Seksen milyon ordu milletin içinde, beş milyon eğitimli, gerçek savaşla yüzleşmiş, tecrübeli asker!

Silahın teknolojik üstünlüğü ve kabiliyeti tetiği çeken elin kabiliyeti ve imanı ile sınırlıdır. 

Evet başarmaktan başka çaremiz yok.