BU SUÇU NASIL AFFETTİRECEKLER?

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Geçen hafta sonu (6-7 Şubat) uygulanan tam sokağa çıkma kısıtlamasında bile, "yürüme mesafesindeki market alışverişi iznini" suistimâl edip, eline alışveriş çantası alarak parklara, sâhillere giden insanların haber bültenlerindeki görüntüleri tam anlamıyla bir sorumsuzluk, duyarsızlık ve bencillik ispâtıydı.

İlk bakışta gözle görünen hiçbir suç eylemi yok. Ne bir gasp, ne bir hırsızlık, ne yaralama, ne de bir cinâyet yok ortada. Hatta söz ya da gözle tâciz ya da rahatsız etme bile söz konusu değil. Herkes yolunda yürüyor. Herkes işine gücüne bakıyor. Ortama bir neşe ve eğlenme havası hâkim. İki hafta önceki kar çoktan unutulmuş ve sanki Şubat ayında değilmişiz gibi sıcak bir hava var. Yürümekten sıcaklayanlar paltolarını ellerine almış, öyle devam ediyorlar yürümeye. Köpeğini gezdirenleri, bisiklete binenler, çocuğunu veya torununu park getirip salıncaktan sallayanları görünce her şey normal gözüküyor.

Ama bu normallik, “yeni normal” açısından hiç de normal değil. Tüm dünyâyı bir yıldır etkisi altına alan ve yazılı târihte benzeri görülmemiş bir şekilde sosyal hayâtı, millî ve küresel ekonomiyi, eğitim sistemini, ulaşım sistemlerini ve hatta sağlık sistemini derinden etkileyen küresel salgın sanki hiç yokmuş gibi davranmanın hiçbir normal tarafı olamaz.

Geçen hafta sonu (6-7 Şubat) uygulanan tam sokağa çıkma kısıtlamasında bile, “yürüme mesafesindeki market alışverişi iznini” suistimâl edip, eline alışveriş çantası alarak parklara, sâhillere giden insanların haber bültenlerindeki görüntüleri tam anlamıyla bir sorumsuzluk, duyarsızlık ve bencillik ispâtıydı. Daha da kötüsü, sanki Pazar akşamı bu görüntüler yayınlamamış gibi, Pazartesi günü sosyal sorumluluk bilincini geliştirme konusunda kendilerine verilen emeği, kopya çekerek geçtikleri sınıfların dersliklerinde bıraktıklarını itiraf edercesine birçok insan sokaklara döküldü.

Güvenlik güçlerinin onca uyarı ve ikazlarına rağmen, çocukların bile söylemekten utanacağı mâzeretleri dillendirenler, “ama canım sıkılıyor, n’apayım?” diyerek kameralar önünde târihe geçtiler. Can sıkıntısını gidermeyi ölmekten ve başkalarının ölmesine sebep olmaktan daha çok önemseyen bu insanlar çok pasif ama bir o kadar da büyük bir suç ve (inançları varsa) günah işlediklerinin farkında değiller. Diğer taraftan gönül ister ki, her hafta milyonlarca kişiye ulaşma imkânı olan Diyânet İşleri Başkanlığı gelecek Cuma günkü hutbede bu konuyu ele alan ve yuvarlak ifâde yerine dümdüz söyleyen bir metin hazırlasın ve bu metin tüm Türkiye’de okunsun.

Bu sorumsuzluk, kul hakkı değil mi?

Hangi Müslümana sorarsak soralım, affedilmeyen iki günâhın olduğunu bilir. Biri müşrik olarak ölmek ve diğeri de kul hakkı yemektir. Bu yüzden cenâze namazlarında imam, cemaate “Hakkınızı helâl ediniz” der ve bunu üç kere tekrarlar. Cenâzeye katılmayan ya da daha önce vefat edenlerin o kişi üzerindeki haklarının ne olacağı bu yazının konusu değildir. Ama kul hakkı, insanlar arasında olduğu için bu haksızlığı Allah’ın bile affetmeyeceğine inanırız.

Hakkını yediğimiz kişileri bulup onlardan af dileyebiliriz ve kul hakkı sebebiyle oluşan günahtan kurtulabiliriz. Ama tanımadığımız ve hiç tanışamayacağımız insanların hakkı için nasıl af dileyeceğiz?

Zorunlu olmadığı hâlde, onca tedbiri hiçe sayıp sokağa çıkanlar, alışverişe çıkmış gibi yapıp sokaklarda caddelerde, parklarda, bahçelerde gezen, sâhillerde gezenler, salgının devam etmesine, daha fazla insanın ölmesine ve onların haklarını gasp ettiklerini neden düşünmüyorlar? Can sıkıntısını gidereyim derken hastalık kapıp ölmek, kendi tercihleri olabilir ama bunu yaparken binlerce insanın hastalanmasına ve salgının devam etmesine sebep olmak kendi verecekleri bir karar değildir ve en ağır kul hakkıdır.

Sağlık çalışanlarının kul hakkı

Küresel salgının ülkemizde görüldüğü ilk günden beri, insanüstü bir gayret ve çaba ile salgınla mücâdele eden binlerce sağlık çalışanımız var. Bâzıları bu uğurda canlarını bile verdi. Ben şehit olduklarını düşünüyorum. Bâzı sağlık çalışanlarımız günlerce âileleriyle görüşemedi ve evlerine gidemedi. Sürekli maske takmak zorunda oldukları için yüzlerindeki deriler soyuldu, suratlarında maske izleri oluştu.

Yeni vaka ve vefat sayıları, teröre ve trafiğe kurban verdiğimiz insan sayısını geçmesine rağmen, bâzı sorumsuzları hiç rahatsız etmemiş ve bu sayılar onlar için sâdece bir istatistik değeri anlamına geliyor. Haber bültenlerinde verilen günlük tabloyu, hava durumunu seyreder gibi seyredip geçiyorlar.

Sağlık çalışanlarının bu fedakârlığının karşılığı olarak salgına karşı bu kadar sorumsuz davranmak, onları hiçe saymaktır. Hatta onlara fizikî şiddet göstermekten farksızdır.

Ekonomideki kul hakkı

Yüzbinlerce insanın işini kaybetmesine, binlerce işyerinin kapanmasına sebep olan bu küresel salgınla mücâdele etmek için alınan ekonomik tedbirler, artık hiçbir ülkenin tahammül edemeyeceği seviyeye yaklaşmaktadır. Geçen haziran ayına kadar uygulanan tam kapatmada yaşanan mağduriyetler, yaz aylarındaki sorumlu davranışlar sebebiyle boşa gitmiştir.

Tedbir ve kısıtlamaları hiçe sayıp “canım sıkıldı” diyerek sokağa çıkanlar, hâlâ çok yüksek olan vaka ve vefat sayısının artmasına sebep olmaları bir yana, salgının devam etmesine sebep oldukları için bundan sonra binlerce işyerinin kapanmasına ve binlerce insanın işsiz kalmasına da sebep olacaklarını neden düşünmüyorlar? Bunun millî ekonomiye vereceği zarar yüzünden gasp ettikleri kul hakkında henüz doğmamış insanların bile payı olduğunu bilmek ve öğrenmek acaba vicdanlarını biraz sızlatır mı? Yoksa bunu duyduklarına bile hâlâ “ama canım sıkıldı” deyip, sosyal bir canlı olduklarını kabul etmemeye devam ederler mi?

Başkasının acısı

Sosyal medyada sık sık paylaşılan şu söz, bu yaşadığımız insânî sorumsuzluğu anlatmaktadır: “Acı hissediyorsanız canlısınız. Başkalarının acısını paylaşabiliyorsanız insansınız.” Kaldı ki, bu acı ve sorumluluk hepimizin ve berâber taşımalıyız. Ama sorumluluk sâhibi yüzde doksan dokuzun emeği ve hakkı, sorumsuz yüzde bir yüzünden boşa gitmektedir. Hiçbir felsefe, hiçbir inanç sistemi veya hiçbir sosyal teori bu sorumsuzluğu haklı çıkaran bir söyleme sâhip değildir.

Bu yazı vesilesiyle ben de, bu sosyal kul hakkını hiçe sayanlara hakkımı helâl etmediğimi tarihe not düşüyorum.