Vakıf Katılım web

ÇATIŞAN ÇIKARLAR GÖLGESİNDE YENİDEN TÜRKİYE-İSRAİL NORMALLEŞMESİ

Haydar ORUÇ 15 Ara 2020

Haydar ORUÇ
Tüm Yazıları
Türkiye ile İsrail'in 2010'daki Mavi Marmara hadisesinden sonra kopan ilişkilerinin normale dönmesi için, hem konjonktürün zorladığı hem de bizzat ABD başkanı Obama'nın arabulucu olarak Netanyahu'ya telkinde bulunduğu hatırlanacaktır.

Türkiye ile İsrail’in 2010’daki Mavi Marmara hadisesinden sonra kopan ilişkilerinin normale dönmesi için, hem konjonktürün zorladığı hem de bizzat ABD başkanı Obama’nın arabulucu olarak Netanyahu’ya telkinde bulunduğu hatırlanacaktır. Hatta 2013’de Netanyahu kendisinin yanındayken o dönem başbakan olan Erdoğan’ı arattırarak özür diletmiştir. Keza özür konusu Türkiye’nin normalleşme için öne sürdüğü şartlardan bir tanesiydi. Diğer iki şart ise; olayın mağdurlarına tazminat ödenmesi ve Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılmasıydı. Nihayetinde özür ve tazminat işi halledildikten sonra, Gazze’ye yönelik abluka tam olarak kaldırılmasa da, Türkiye’nin yardımlarına izin verilmesinde anlaşılması üzerine, taraflar arasında Haziran 2016’da normalleşme anlaşması imzalanmıştır.

Ancak zor kotarılan bu normalleşme anlaşması, önce 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü ardından da Trump’ın Kudüs kararı ve sonrasındaki büyükelçilik açılışındaki vahim olaylar nedeniyle maruz kaldığı sınamalara dayanamayarak Mayıs 2018’de elçilerin geri gönderilmesiyle kadük kalmıştır. Fakat Trump’ın büyük ihtimalle seçim yatırımı olarak başlattığı ama seçimi kaybettiğinin anlaşılmış olmasından sonra da sürdürülen İsrail ile Arap ülkelerini normalleştirme sürecinin, Türkiye ile İsrail’in de tekrar normalleşmesini gündeme getirdiği gözükmektedir.

Türkiye’nin 28 Ocak’ta açıklanan sözde Yüzyılın Planına, Filistinlilerin hak ve hukukunu yok saydığı için karşı çıkması nedeniyle ilişkilerin gergin olduğu bir dönemde, söz konusu anlaşmazlığı bir kenara bırakarak, koronavirüs salgınıyla mücadele kapsamında Tel Aviv’e tıbbi cihazlar ve hijyen malzemeleri göndermesinin, uzun süredir kapalı olan iletişim kanalını yeniden araladığı ileri sürülmüştür. Fakat daha sonra salgının değişen seyri ve her iki ülkenin de kendi ajandaları nedeniyle diyalog devam ettirilememiştir.

30 Kasım’da Al Monitor’da Amberin Zaman imzasıyla yayınlanan bir haberde, iki ülkenin istihbarat teşkilatlarının başındaki isimlerin bazı görüşmeler yaptığı iddia edilmiştir. Haber ismi verilmeyen İsrailli yetkililere dayandırılmış olup, haberin devamında görüşme talebinin Türkiye’den geldiği ileri sürülmüştür. Buna gerekçe olarak da, “Türkiye’nin son dönemlerde bölgede yaşadığı yalnızlıktan kurtulmak ve ABD’nin yeni başkanı Biden’e karşı daha sağlam durabilmek için İsrail ile normalleşmenin kendisine bir avantaj sağlayacağını hesap etmesi” gösterilmiştir.

“Libya Türkiye’nin denizden komşusudur”

Ardından, İsrail hükümetine yakınlığıyla bilinen Israel Hayom isimli gazetenin 6 Aralık tarihli sayısında, “Erdoğan'ın sırdaşı İsrail'e bir uzlaşma mesajı daha gönderdi” başlığıyla bir haber yapılmıştır. Haber incelendiğinde ise mevzunun, “Libya Türkiye’nin denizden komşusudur” tezi nedeniyle 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasındaki imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması mutabakatının fikir babası olarak gösterilen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın eski kurmay başkanı emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın Moshe Dayan Enstitüsünün yayın organı olan ve editörlüğünü Türkiye kökenli İsrailli akademisyen Hay Eytan Cohen Yanarocak’ın yürüttüğü Turkeyscope’ta yayınlanması için iletilen, “İsrail, Türkiye’nin Deniz Ötesinde Komşusudur: Türkiye ile İsrail Arasındaki Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” başlıklı makale olduğu anlaşılmıştır.

Yaycı’nın bu görüşleri yeni olmayıp defaten basın-yayın kanallarından dillendirilmiştir ve kitap olarak da basılmıştır. Yaycı’nın İsrail ile yapılacak bir anlaşmanın Türkiye’nin olduğu kadar İsrail’in çıkarlarına da hizmet edeceğine yönelik sözleri de ortadadır. Buna rağmen kendisinin akademik çalışmaları kapsamında yayınlanması için gönderdiği makalenin, bağlamından koparılarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e yönelik bir mesajı olarak lanse edilmesi ise manidardır.

“Washington’a giden yol Tel Aviv’den geçer”

Oysa daha bir hafta önce Al Monitor’da yayınlanan haberden sonra İsrail medyası ve akademisinde Türkiye alerjileriyle malum olunan bazı kalemler, Türkiye’ye artık güvenilemeyeceği ve bu sefer Türkiye ile normalleşmek için İsrail’in çok istekli olmaması gerektiği şeklinde analizler yazmıştır. Hatta bu kişiler, İsrail’in Türkiye ile tekrar normalleşmek için bazı şartlar dayatması gerektiğini söylemişlerdi. Tahmin edileceği gibi bunların en önemlisi, Türkiye’nin Hamas’a verdiği desteği kesmesi ve mümkünse Hamas’ı terör örgütü olarak kabul edip, mensuplarını sınır dışı etmesiydi. Bunun karşılığında ise İsrail, Türkiye’nin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na alınması için girişimde bulunacak, Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgazın Avrupa’ya transferi için uzun zamandır planlanan ama bir türlü hayata geçirilemeyen boru hattı için Türkiye opsiyonunu tekrar hayata geçirecek ve en önemlisi de “Washington’a giden yol Tel Aviv’den geçer” şiarı gereğince Türkiye ve Biden yönetimi arasındaki buzlar eritilerek, Türkiye’nin ABD nezdinde kollanmasını sağlayacaktır.

Normalleşme girişimlerine yönelik İsrail tarafında tartışmalar devam ederken benzer bir yazı da, Türkiye’deki Yahudi cemaatinin sesi olarak görülen Şalom’da yayınlanmıştır. Karel Valensi imzasıyla 9 Aralık’ta yayınlanan “Kalpler ve yollar ayrı” başlıklı yazıda da, Al Monitor’daki habere atıf yapılarak Hakan Fidan’la Yossi Cohen’in son 10 ay içerisinde en az iki defa görüştükleri haberi tekrar edilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Antalya Üniversitesi tarafından organize edilen Doğu Akdeniz Çalıştayı’na gönderdiği mesajında, İsrail’in de aralarında bulunduğu Doğu Akdeniz’e kıyıdaş tüm ülkelerin katılacağı bir konferans teklif etmesini de, Türkiye’nin normalleşme yönündeki adımı olarak yorumlanmıştır.

Yazısında iki ülke arasında bir güvensizlik olduğunu ileri süren Valensi, İsrail’in Türkiye ile ilgili kaygılarını üç başlıkta toplamıştır. Türkiye’nin Hamas’a desteği, Gazze ve Doğu Kudüs’te etkisini arttırmaya yönelik hamleleri ve bölgedeki yeni İran olma potansiyeli olarak sıralanan kaygılardan sonra Türkiye’nin İsrail ile normalleşmek istemesinin gerekçelerini de, Doğu Akdeniz’deki yalnızlığın sonlandırılması, ABD ve AB’den gelebilecek yaptırımların engellenmesi ve muhtemel bir enerji iş birliği şeklinde sıralanmıştır. Ancak Valensi’ye göre İsrail, Türkiye ile normalleşme konusunda eskisi kadar istekli değildir. Zira artık bölgedeki izolasyonunu kırarak yeni dostlar edinmiş olduğundan Türkiye’ye ihtiyacı kalmamıştır. Ayrıca AK Parti dönemiyle birlikte Türkiye’deki Yahudi düşmanlığı da artmıştır. Dolayısıyla her ne kadar ticari ilişkiler siyasi gerginlikten bağımsız olarak rayında seyretse de, İsrail’in Türkiye ile tekrar normalleşmesi halinde bölgedeki yeni dostlarını küstürme ihtimali vardır ki, buna da hiç gerek yoktur.   

Peki ama bunu hangi İsrail yapacaktır?

Şimdiye kadar yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerini azaltmasında İsrail’in hiç dahli bulunmamaktadır. Bu sebeple eğer bir normalleşme olacaksa ancak İsrail’in belirlediği şartlarda olmalıdır. Türkiye bu şartları yerine getirirse eğer, İsrail ABD ve AB’den gelebilecek yaptırımları önleyecek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini korumak için lütfedip deniz sınırlarını belirleme anlaşması imzalayacaktır.

Peki ama bunu hangi İsrail yapacaktır? Sözde Yüzyılın Planını iptal edip Filistinlilerle iki devletli bir çözüm temelinde yeni anlaşma hazırlayacağını, bu kapsamda Yahudi yerleşim yerlerine ve Batı Şeria’nın ilhakına izin verilmeyeceğini ve en önemlisi Trump’ın 2018’de ayrıldığı İran Nükleer Anlaşmasına yeniden dönüleceğini söyleyen Biden yönetimi nedeniyle alarm zilleri çalan İsrail mi?

Ya da, ilişkilerin bozulmasının bütün suçunu Türkiye’ye atarken; IKBY’nin 2017’de Türkiye ve diğer komşu devletlerin tüm ikazlarına rağmen yaptığı bağımsızlık referandumunu destekleyen yegane ülke olan, Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı PYD/YPG marifetiyle bir terör devleti kurulması için ABD’yi bu terör örgütünü desteklemesi yönünde teşvik edip yönlendiren, Türkiye’nin S 400 alması sonrası tamamen uydurma gerekçelerle ABD’yi yanıltıp Türkiye’nin ortağı olduğu F-35 projesinden çıkarılmasını sağlayan, üyesi dahi olmadığı NATO’dan Türkiye’nin çıkarılması için propaganda yapan, sırf Türkiye ile araları bozuk olduğu için Yunanistan ve GKRY ile yakınlaşarak askeri anlaşmalar yapan, Doğu Akdeniz Gaz Forumunun kurulmasını teşvik edip en fazla kıyıya sahip Türkiye’nin bunun dışında tutulmasını sağlayan, kendi meclisinde bu yönde karar almaktan vazgeçip ABD kongresinin sözde Ermeni soykırımını tanıması için lobi yapan, Türkiye’ye CAATSA yaptırımları uygulanması ve Halkbank davasına devam edilmesi için Washington’daki Yahudi lobisini seferber eden, BM daimi temsilciliğinde ABD’deki Fetöcüleri kabul edip Türkiye aleyhtarlığı yapmasına imkan sağlayan, AB Türkiye’ye yaptırım uygulasın diye devamlı propaganda yapan, Türkiye’nin AB’ye üye olmaması için bazı üye ülkeler nezdinde lobi yapan, Türkiye’nin Arap dünyasıyla ilişkilerini bozmak için dezenformasyondan yapıp darbecileri destekleyen, Rusya ile her alanda iyi ilişkiler tesis ederken Türkiye’yi Rusya ile çok yakınlaşmakla suçlayan, Filistinlilerin topraklarını 70 yıldır işgal altında tutup her türlü insan hakları ihlali yaparken Türkiye’yi Kürtlere yönelik etnik temizlikle suçlayan, Türkiye’nin haklı ve meşru Barış Pınarı Harekatını durdurmak için dünyaya yalan haberler servis edip algı operasyonu yapan, Yahudi ulus devleti adında bir kanun çıkararak Yahudi olmayanların kendi kaderini tayin hakkını gasp ederken Türkiye’nin Kürtlere ve diğer azınlıklara ayrımcılık yaptığını iddia eden İsrail mi?   

“Adım atmadan önce etraflıca düşünmek gerektirir”

Kanaatimce İsrail ile yeniden normalleşmeye gerek olup olmadığını gözden geçirmesi gereken taraf Türkiye’dir. Bütün devletlerle iletişim kurulması ve sürekli diplomasi kanallarının açık kalması iyidir ama eğer bir ülke bu kadar ayağınıza basıyorsa, adım atmadan önce etraflıca düşünmek gerektirir. Kaldı ki Trump yönetimiyle ABD’deki Yahudi lobisinin bütün köstekleme çabalarına rağmen ilişki kurularak, Türkiye’nin menfaatleri korunmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla artık Washington’a giden yolun Tel Aviv’den geçmediği görülmüştür. Biden döneminin Türkiye için zorlu geçeceğini söyleyenlerin, aynı sorunlara İsrail’in de maruz kalacağını görmezden gelmeleri tercihli körlüktür. Dolayısıyla İsrail’in ve onun arkasındakilerin Türkiye ile uğraşmak yerine, kendileri için varoluşsal bir tehdit olarak gördükleri İran ile başa çıkmanın yollarını aramaları daha hayırlı olacaktır. Bu kadar bagajın olduğu Türkiye-İsrail normalleşmesi de, İsrail mevcut hasmane tutumundan vazgeçmedikçe başka bir bahara bırakılmalıdır.