​DESİGNATED SURVİVOR VE TÜRKİYE'Yİ HEDEF ALANLAR

Ekin GÜN 22 Kas 2017

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
ABD'de yayınlanan "Designated Survivor" dizisinde Türkiye'ye karşı yapılan algı operasyonunu görmüşsünüzdür.

ABD’de yayınlanan “Designated Survivor” dizisinde Türkiye’ye karşı yapılan algı operasyonunu görmüşsünüzdür. “Fatih Turan” isimli şahıs Recep Tayyip Erdoğan karakterini canlandırıyor ve Türkiye’yi bir “diktatörün” yönettiği algısı işleniyor. Sadece bununla da kalınmıyor, FETÖ teröristbaşı Fetullah Gülen’i “Nuri Şahin” karakteri canlandırıyor ve dizi FETÖ’yü aklıyor. Netflix’in bu algı operasyonu son günlerde yaşadığımız kuşatılma hedeflerini de açıklar nitelikte.

NATO tatbikatında yaşanan küstahlık ortada. Erdoğan ve Atatürk’ü “düşman unsur” olarak gösteren bu tatbikatın mazur görülen hiçbir tarafı olamaz. “Designated Survivor” dizisine bakacak olursanız da o yayınlanan skandal bölümün tarihi Zarrab davasının görüleceği güne denk geliyor. Böyle bir tesadüf olabilir mi? Yoksa bu da mı “yanlışlıkla”? Bu tarz soruların cevabı yok, her şey “tesadüf ve yanlışlıkla” geçiştirilemeyeceği gibi Türkiye’ye bilinçli bir algı operasyonu çalışmaları devam ediyor.

Tüm bunlar yaşanırken 29 Ekim ve 10 Kasım gibi günlerde profil fotoğraflarını Atatürk’e çevirenlerden ses seda yok. Türkiye, NATO tatbikatında hedef gösteriliyor, bir çeşit algı operasyonlarına malzeme ediliyor, cumhuriyetten, vatandan, bayraktan bahsedenlerin suskunluğu insanı şaşırtıyor. “Birlik ve beraberlikten” söz ederken buna birlik ve beraberlik denemez. CHP ise ilk gün göstermiş olduğu o tavrı ikinci gün sürdüremedi ve NATO’nun küstahlığına ilişkin “tiyatro” anlamına gelecek bir açıklama yaptılar. İlk kez alkışlayabileceğimiz pozisyonlarını bir çırpıda kenara ittiler. Olacak şey değil. Şaşırmıyoruz evet ama artık bu kadarı da fazla diyoruz. Gerçi düşündüğümüzde 15 Temmuz hain darbe girişimine de “tiyatro” diyen bir parti NATO’nun küstahlığına da “tiyatro” demez mi? Der, dediler de. Böyle bir ana muhalefetin hangi tarafıyla “birlik ve beraberlik” sağlanabilir, açıkçası ben iptalim bu konuda.

Türkiye’nin içinden geçtiği süreç kolay bir süreç değil. 27 Kasım’da jürili yargının önüne çıkacak olan Zarrab davasında Türkiye’yi birtakım düzmece sebeplerden ötürü suçlayabilirler mi bilinmez ama ABD’nin çıldırdığı noktalar İzmir’de tutuklanan Pastör Andrew Brunson ve büyükelçilikte tutuklanan Metin Topuz hadisesi. Bundan sonra ABD karşıt açıklamalarını artırarak Türkiye’yi açık açık hedefe oturttu. Pentagon’un bu noktada başı çektiği söylenebilir. Trump’ı da istemeyen Pentagon, Ortadoğu’da da Suudi Arabistan, BAE üzerinden bir dizi dizayn operasyonuna girişmek istiyor. Önümüzdeki süreç şimdikinden de çok hızlı geçecek. Soğukkanlılığımızı bırakmadan mücadele etmeye devam. 

Neden kafelerde daha verimli çalışıyoruz?

Oray Eğin dün HaberTürk’teki köşesinde yazmış. İnsanların Starbucks gibi kafelerde daha konsantrasyonlu bir şekilde çalıştığını Harvard Business Review’in bilimsel araştırmasına dayanarak açıklıyor.

Açıkçası kendimden yola çıkacak olursak bu bilimsel araştırmanın çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bazen canım sıkıldığında yazılarımı yazmak için Starbucks olmasa da bazı kafeleri tercih ediyorum. Özellikle Moda Nero’da yazı yazmak ayrı bir keyif. Sadece orda değil, oraya giderken bile ayrı bir heyecan duyuyorum. Nedeni ise sanırım daha önce hiç görmediğim insanları görmek, bazı masalara biraz ayıp da olsa kulak misafiri olmak ve daha büyük bir konsantrasyon. Bir de Oray’ın dediği gibi etraftaki o uğultu. Bu daha büyük bir kolaylık sağlıyor, yazıyı tamamlarken, arada açtığım Spotify’dan müzik dinlemek de ayrı bir zevk.

Bu konu kıyıda köşede gözükse de açıkçası önemli bir mesele. Ofis ve ev ortamından uzaklaştıkça daha verimli çalışmanın üzerine ileride tez bile yazılabilir. Peki bu durumda soru da şu oluyor: Neden evden ve ofisten uzaklaşıyoruz? Bu bahsedilen “uğultu” dışında ev ve ofisin dezavantajları neler?

Özür yetmez! 

Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın, Beyaz TV’deki “Beyaz Futbol” programında yapmış olduğu skandal açıklamadan sonra işine son verildi. Mevzu bahis bile etmek istemediğim o sözler için bu kararın doğru olduğu kanaatindeyim.

Bu ırkçı sözler özürle geçiştirilecek bir mesele değil. Kötü niyet barındırsın ya da barındırmasın televizyon programı yapan kişilerin ağzından çıkan sözleri duyması gerekiyor. Hadi bunu da geçtim Ertem Şener’e ne demeli, aynen şunu demiş: “Şer güçler Rasim Ozan Kütahyalı’ya bilinçli bir operasyon yaptılar. Evet Rasim yanımızda yok şu anda ama şunu belirtelim. Rasim’in tüm düşmanlarına bedelini ödetecek gücü vardır.”

Hangi bilinçli operasyonmuş bu? Ya da Şener’e göre “şer güçler” kim? Onu da geçtim, Rasim Ozan Kütahyalı nasıl bir bedel ödetecek? Boşnak kardeşlerimiz yeterince incinmişken üstüne böyle şeyler demenin kimseye faydası yok.