DİĞER YARIM NEREDE?

ERAY YAĞANAK 26 Nis 2021

ERAY YAĞANAK
Özgün bir varoluş sadece dünya içinde olmakla değil, dünya içinde diğer varolanlarla birlikte olmak demektir.

Sınır çekmek bir şeyi iki parçaya ayırmaktır.

Sınır çekmek iki parçaya ayrılan şeyler arasına mesafe koymaktır.

Sınır çekmek bir şeyi bir yerden koparmaktır.

Bir şeyi bir yerden koparmak o şeyi ait olduğu yerden uzaklaştırmaktır.

Sınır çekmek bir şeyin bir parçasını başka bir yerde bırakmaktır.

Bir şeyden bir parça kopartılması o şeyi eksiltmektir.

Sınır çekmek bir şeyin başka bir şeye dönüştürülmesidir.

Sınır çekmek bir şeyi kendine kıstırmaktır.

Bir şeyi kendinde kıstırmak o şeyi kendine kapatmaktır.

Bir şeyin kendine kapatılması o şeyin başka şeylerden kopartılmasıdır.

Başka şeylerden koparılmak kendinden koparılmaktır.

Kendinden koparılmak dünyadan koparılmaktır.

Dünyadan koparılmak dünya içinde olamamaktır.

Dünya içinde olamamak varoluşun asli alınmışlığı demektir.

 

Özgün bir varoluş sadece dünya içinde olmakla değil, dünya içinde diğer varolanlarla birlikte olmak demektir. Bu, dünya içinde olmaklığın zorunlu koşuludur. Tek başına dünya içinde olmak birinin kendi varlığını duyumsaması için yeterli değildir. Dünya içinde olduğumun bana hatırlatılması da zorunludur. Ben, dünya içindeki varoluşunu buna borçludur. Size siz olduğunuzu hatırlatacak bir hatırlatıcı aracılığıyla siz sizin siz olduğunuzu duyumsarken bu hatırlatıcının siz olmadığınızı da duyumsayacak bir varoluşa bürünürsünüz. Böyle bir bürünme hali olası her türlü sınırın varlığını yadsır. Sınırlar her iki tarafın da “kim olmak”lığını bozar. Bu nedenle, sınır çekmek ya da çizmek özgün bir varoluşun önündeki en büyük engeldir.

Sınırların kaldırılması farklılıkların kaldırılması anlamına gelmez. Aksine farklılıkların farkına varılması tam anlamıyla sınırların kaldırılmasına bağlıdır. Sınır doğal değildir bu nedenle.

Sınır çekmek farklılığın yadsınması demektir. Farklılığın yadsınması ötekinin yadsınması anlamına gelir. Ötekinin otantik varoluşunun yadsınması yoluyla içe kapanmak dünyaya açıklığı engeller. Dünyaya kapalı olmak insani varoluşa içkin bir varolma tarzı olamaz.

Dünyaya kapalılık dünya içinde olmaklığın olumsuzlanmasıdır. Bir çeşit ölüm halidir kapalılık. Oysa insan ölmeden önce yaşamaya doğru evrilmiştir. Dünya içinde olmak ölüme doğru bir yola alış anlamına gelmez; tam tersine varoluşsal yetkinliğe doğru yol almak anlamına gelir. Bu, dünyaya açık olmaklığın gereğidir.

Dünyaya açık olmak dünya ile etkileşimi; hem etkimeyi hem de etkilenmeyi gerektirir. Etkime ve etkilenme diyalektik bir olma halidir. Bu olma hali hem kendi için hem de kendi olmayan için olmayı barındırır. Kendi içinde bir olumsuzlama gibi görünen bu işleyiş tam anlamıyla varoluşun özünü oluşturur.

Bu, hem beni hem de ben olmayanı bende birleştiren bir olma halidir. Ben, hem ben’im hem ben olmayanım. Sınır çekemem bu ikisi arasına. Bunları birbirinden ayıramam. Ben ve ben olmayan dünya içinde olmamın gereği olan ben’in iki farklı olma halidir. Dünya içinde olmak ve dünyaya açık olmak hem tek tek varolanların hem de bütün olarak varlığın temsilidir. Bir bütün olarak varlık kavrayışı varlığa içkin olduğu varsayılan sınırların ortadan kaldırılmasını zorunlu kılar.

22 Nisan 2021 tarihinde SOS MEDITERRANEE adlı insani yardım kuruluşunun web sitesinde “çok üzgünüz” ile başlayan bir yazı paylaşıldı. Göçmen taşıyan bir bot’un Akdeniz’de batması nedeniyle 100’den fazla insan yaşamını yitirmişti. “Çok üzgünüz. Yaşamını yitiren insanları ve sevdiklerinin başına ne geldiğini hiçbir zaman öğrenemeyecek olan aileleri düşünüyoruz.” (We are heartbroken. We think of the lives that have been lost and of the families who might never have certainty as to what happened to their loved ones.)

100’den fazla! Ne kadar fazla?

Hangi ülkenin sınırından çıkmak ve hangi ülkenin sınırına girmek için yola çıkmıştı bu insanlar?

Yaşamını yitirenler hangi ülkenin sınırları içinde?

Yarısı bir sınırın içinde diğer yarısı başka bir sınırın içinde mi?

Denizin altında da sınır var mı?

Hangi sınır insan yaşamından daha değerli?

Bu insanların ardında kalan aileler neden yarım bırakıldı?

Bir cevabınız varsa bana da anlatın lütfen!